Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Nisan '07

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Laleyi seviyor musunuz?

Laleyi seviyor musunuz?
 

Lale bir devre adını vermiş bir çiçektir. İstanbul her bahar lalelerle donatılmaya başlandı. Bunu kimi boşuna yapılmış bir masraf olarak görüyor, kimi de seviyor, seviniyor. Amacımız bu konuda bir tartışma yapmak, geyik muhabbeti yapmak değil. Size laleleri şiirlerle, güzel yazı ve sözlerle anlatmaya, gözünüzde, gönlünüzde laleler açtırmaya çalışacağız. Önce lalenin tarihçesi hakkında kısa bir bilgi verelim.

Türkler onu tanıyıp sevinceye kadar lale Orta ve Güney Asya’da, Japonya’da, özellikle İran’da dağları ve bayırları süsleyen basit bir kır çiçeği olarak göze çarpmıştır.

Lale devri Osmanlı tarihinde 3. Ahmet zamanında 1718 yılında başlayıp 12 yıl sürmüş bir zevk, eğlence devridir. Lale devrinde tam 1108 çeşit lale yetiştirilmiştir. İran’dan getirilen bir lalenin adı “lale-i duhter” idi ve bir soğanı bin altına satılmıştı. Gene aynı devirde kaybolan “tac-ı kayser” adlı bir lale soğanını buldurmak için sadrazam sokaklarda tellal dolaştırmıştı. “Lale bin altın ise nale(feryat) bedavadır” sözü Lale Devri için söylenmiştir.

O devirde lale merakı yüzünden tüm İstanbul uykusunu kaçırır. Eyüplü Ahmet Beşe tezhib-i çemen(Koyu kırmızı renkte), lale nisar( güvez alaca renginde), lal-i bedahşan( yine koyu kırmızı renkte) ve ruh-i gülrenk(koyu leylak renginde) adını vereceği dört lale türetmek için çırpınırken uykuya zaman ayıramaz. Uykusunu kaçıran üç kişi daha vardır. Bunlar da Kethüdayerizade Ahmet Çavuş, Hamal Ahmet ile Şalgam Ahmet’tir. Adı geçenlerin yarattıkları laleler de Sultan_ı Cihan, Sihriye, Mercan Peyker’dir.

Damat İbrahim Paşa da herkesi uykularından uğratmak için elinden geleni ardına koymaz; lale yetiştiricilerine armağanlar verir. Lü’lü-i Erzak lalesi de başına ödül konan lalelerden biridir. Hollanda’dan getirilmiş olan bu lale en çok Çırağan, Sadabat, Neşatabat bahçelerinde yetiştirilir. Hava sıcak olduğu günler renkleri uçmasın diye üzerleri örtülür.

Kanuni Sultan Süleyman zamanında İstanbul’da Alman İmparatorluğu’nun elçisi olarak bulunan Busbecquius, o tarihe kadar Avrupa’da tanınmayan laleyi görmüş ve çiçeğin soğanlarını memleketine götürmüş, 1560 yılında da lale Hollanda’ya ulaşmıştır. Hollandalılar laleyi çok benimsemişler ve çeşitli türlerini yetiştirmişlerdir...

Lale sözcüğü Arapça mercan rengi kırmızısı anlamında olan lal sözcüğünden gelmektedir; Lalenin eski Türkçe yazılışında Allah sözcüğünün bütün harfleri olduğu için kutsal sayılmıştır. Ayrıca tersinden hilal okunduğu için kutsallığı artmıştır.

Edip Cansever, “Acı Bahriyeli” şiirinde laleden şöyle söz ediyor:

“Laleler, onlar ki benim en çiçek hayvanlarım(...)/ Sen miydin acı lale, cam dışları gibi gösterişli/ laleler, onlar ki benim yakınlık arkadaşlarım/ En canlı yüreklerin en canlı mantığında/ Sürüler, sürüler, insan sürülerinin./ Ya da bir Sivaslı’nın gölgesi gibi/ Karanlık, ağır, mahzun dönmenin/ laleler/ Kim bilir nerde kim bilir kimi sevdiğimin.”

Vahit Bulut, laleyi niçin sevdiğini şu dizelerle açıklıyor:

“Bütün çiçekler güzeldir/ Benim sevdiğin laleler!/ Laleyi sevmek emeldir, / Benim sevdiğim laleler!/ Rengini şafaktan almış/ Sanırsın bayraktan almış/ Bir elma yanaktan almış/ Benim sevdiğim laleler.../ Asırların kelebeği/ Lale devrinin çiçeği/ Parkların eşsiz bebeği/ Benim sevdiğim laleler.../ lalesiz olmaz hiçbir ev/ Laleyi sevmek ödev/ Demet demet, alev alev/ Benim sevdiğim laleler...”

Salih Zeki Aktay, sevgilisine, “Kalbim bahçe olaydı/ Lale, sümbül dolaydı/ Laleler laleler!/ Ateşten şelaleler!” diye sesleniyor. Necati bir gazelinde; “Lale-hadler yine gülşende neler etmediler/ Servi yürütmediler goncayı söyletmediler” diyerek servi boylu, lale endamlı sevgilileri övüyor. Fuzuli, sevgiliye, “Nesrine reng-i lale nedendir dedim dedi/ Gamzem hadengi döktüğü kanın dürür senin” diye seslenerek, onun gamzesinin attığı oklarla döktüğü kandan dolayı laleye benzediğini belirtiyor. Divan edebiyatında kadeh, şekil olarak ve içindeki kırmızı şaraptan dolayı laleye benzetilir: “Her yaneden laleler açsın kadeh bezm ehline”. Nef’i’de de aynı benzetme görülür: “Zevki o rint eyler tamam kim tuta mest ü şadi gam/ Bir elde cam-ı lale fam bir elde zülf-ü ham be ham” Vecdi ise laleyi parlayan meşalelere( tabende çerağ) olarak gösteriyor: “laleler gülşene tabende çerağ oldu yine”

Ruşen Eşref Ünaydın, laleyi şu dizelerle konuşturuyor:

“Sarı, mor, al, beyaz, pembe/ Bunların her rengi bende/ İnce ruhlu eski Türkler/ Sümbülden çok beni sever./ Hükümdarlar ellerinde/ Beni zevkle taşırlardı/ prenseslerin bellerinde/ Lalelerden kemer vardı/ Renklerime bakarlardı/ Birçok isim takarlardı/ Bayılırdı şen vezirler/ Sıra sıra beni dizer./ İsmimi bir devre verdim/ Öyle makbul bir çiçektim/ Sonra beni unuttular/ Toprağımı kuruttular./ Hiç olmazsa hatıramı/ Siz çocuklar saklamaz mı?”

Orhon Murat Arıburnu, Laleli’de oturan sevgilisini , “Lalelim/ Laleli’de oturur/ Laleli lale kokar lalelimden/ Laleli’den geçilir/ lalelimden geçilmez!” diye dile getiriyor.

Abdullah Satoğlu, sevgilisine lale diyeceğini belirtiyor: “Yeşile bürünsün bence her emel/ Yemyeşil gözlerine hale derim/Bahçelerde çiçek olsa her güzel/Eller sana gül der, ben lale derim.”

Behiç Duygulu, “Ölümsüz Laleler” yazısında laleleri duygulu bir anlatımla dile getiriyor: “Bu hassas çiçek ufacık çocuk ellerinde süzülür gelinlik kız gibi... Baharın nazik, erkenci varlığı uyanmıştır. Haber vermiştir. Çocukların morarmış ellerine, korkmuş, soğuktan büzülmüş yüzlerine haber vermiştir: ‘Ben geldim. Biraz dişinizi sıkın, ılık havaları getiriyorum’ diye. Köylülerimizin acıyla kavrulmuş yanık yüzlerinde mutlu olmaya çalışan bir garip gülümseme. Mutluluğu bilmeyen o çizgili yüzlerin kadın-erkek kırış kırış oluşu. Onların sevinci, onların mutluluğu önlerindeki eşeğin semer ağaçlarına, heybe ağızlarına kıstırılmış özenle toplanıp bağlanmış bir demet laledir sanki. Bunu getirirler, bunu verirler acılı bir gülümsemeyle şehirli dostlarına.

Köy kızlarının ‘Mutluluk nerede?’ diyen yarık avuçlarında, yarık tabanlarında, parıldayan yüzlerinde lalelerin izi var mıdır acaba? Onlara biraz mutluluk verir mi o? Yoksa bu çiçek, bu güzel renkli çiçek bizim yaşantımıza uymuyor mu dedirtir onlara?

Onun için mi kırlardan toplanıp şehirlere getirilir? Onun için mi kırılacak gibi nazik çocuk parmaklarında taşınır? Sapları onun için mi öğretmenlerimin hassas ellerinde düzeltilir? Onun için mi kırlardan toplanıp salonları süsler?

Ben sanırım ki, mutsuz insanların, sıkıntıdan yüzü kararmışların, cahil ya da okumuş mutsuzların dayanağıdır onlar. Bulutlu havalarda güneşin görünüp kaybolması gibi kısa da olsa dayanağıdır. Onların solmasına, o dayanağın yıkılmasına dayanamam ben. Bu yüzden lale mevsimi biterken çeker giderim kırlardan.”

İstanbul’da Laleli diye bir semt vardır. Eskiden laleliydi herhalde ama şimdi ilaç için bile bir tek lalesi yoktur. Her yer apartmanla doldurulmuş, lale dikecek bir toprak bırakılmamıştır. Çok şükür, Emirgan gibi yerlerde lale saltanatı sürmektedir. Lale bir aşktır, aşk bir lale. Gelin bu aşkı şiirleştirelim ve şöyle diyelim:

“Gözlerinin elinde alevdi lale

Gözlerimizi tutuşturdu el ele

Derken ellerimin gözüne geçti meşale

Yeşil ışıklar yandı gözde

Oldun benliğime gözde

Benlik gitti, şenlik başladı özde.

********

Yanalım o kutsal közde birlikte

Hadi boy atsın lalemiz

Gel hele!

Bir lale ormanına dönüşsün gönlümüz

Aşkımız lale...

ERHAN TIĞLI

 
Toplam blog
: 776
: 600
Kayıt tarihi
: 13.10.06
 
 

Emekli edebiyat öğretmeniyim. Yazı ve şiirlerim çeşitli gazete ve dergilerde çıkmaktadır. 20 kita..