Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '13

 
Kategori
Sosyoloji
 

Layıkıyla bir Devrim nasıl yapılır ?

Layıkıyla bir Devrim nasıl yapılır ?
 

Stalin, Lenin ve Kalinin.


Her sistemin öncüleri ve yandaşları, kendilerine ait bir jargon ile; toplumsal refah, adalet ve eşitlik konularında ideal olduklarını türlü çeşitli laflarla da süsleyip püsleyerek, halkı kendilerine inandırmaya çalışırlar.

Ancak işin doğrusunu en başından söylemek gerekirse kişisel düşüncem: Belirli bir süreçte toplumsal ilerlemelerin, aslında uygulanan sistemlerle pek de birebir bağlantılarının olmadığı yönündedir.

Devrim ya da devrim niteliğindeki radikal değişikliklerle topluma getirilen yeni sistem, bir süre için ilerici bir hareketlilik yaratıyormuş gibi görünse bile, asıl toplumsal yargılar gerçekten de radikal değişimlere uğramamışlarsa, liderin ölümünün ardından adıyla bütünleşmiş sistemin de giderek zayıfladığını ve takipçilerinin tutumlarına bağlı olarak da hızla kendini yoketmeye doğru gidebildiğini görmek çok da şaşırtıcı değildir.

Başlangıçta kendilerine göre bir 'iyi niyet' ile yola çıkıp, doğru(!) hedefler koymuş olsalar dahi, bir süre sonra sistemin  lider ve çevresi ''Biz neymişiz meğer?'' demeye başlayıp, hesap sorul(a)mayan güçlerinden de cesaret alarak, toplumları 'adam etme' yönündeki kararlarını uygulamaya koyarlarsa, işte o anda aslında sistem de bir bütün olarak duraklama-gerileme ve çöküş sürecine adım atmış demektir.

İnsanoğlu, nasıl kendisine ne yapması gerektiğini söyleyenleri sevmez ve inadına tersini yaparsa, aynı direnç; kendi özgür seçimi sonucunda gelmiş bile olsa zamanında tercih ettiği sisteme karşı da değişmez.

Kendi yasalarını, ahlak kurallarını önce ortaya koyup ardından da insanları bu kalıba uydurmak için tektipleştirmeye başladığı anda bu sistem de kaçınılmaz bir şekilde toplumsal tepkilerin hedefi olur.

Yeni sistemi eskisi ile kıyaslayıp, ortaya çıkan sonucu da ne kadar toplumsal ilerleme diye tanımlayabiliriz bunu söylemek çok kolay değildir ama en azından 'toplumsal değişim' işte bu sürecin bir sonucudur.

Sistemin ya da ideolojinin toplumca kabul edilme derecesini ve uygulama süresini belirleyen, genetik benimsemeden  çok 'sistemin kolluk kuvvetleri'nin gücüdür dersek, sadece geçici  olacak bir 'başarı' baştan kabul edilmiş olur. Toplumca özümsenerek kabul edilmemiş, anlaşılmadan sadece şekilsel olarak uygulanan tüm 'devrim'ler geçici olmaya mahkumdurlar. Eğitim yoluyla halkı sistem ile bütünleştirmek yerine, baskı ve şiddet ile sistemi oturtmaya çalışmak işte bu nedenle er ya da geç başarısızlığa uğrar.

Devrimin kalıcılığını, devrimi yapanların niyeti ya da o toplum için yaptıklarından çok toplumun niyeti ve o devrimi ne kadar benimseyip benimsemedikleri belirler.

Bir ülkede en iyi sistemi en adil bir şekilde ve doğru zamanda uygulamaya koymuş olsanız bile başarının mutlaklığından söz edilemeyebilir.

Kendi çıkarı için doğruyu seçme yetisinde olmayan bir toplumda, azınlıklar da çoğunluğun yanlış tercihlerinin zararlı etkileriyle karşı karşıya kalabilirler.

Sistemin ve idarecilerinin uygulamalarının yanında ve karşısında olanların çatışmalarında, sistem muhafızlarının güçleri ve kimden yana oldukları da, galibi -bir süreliğine bile olsa- belirleyecek olan yetkili organlardır..

İktidara gelenlerin ordu, polis, yargı mensuplarını kendi yanlarına çekme gayretlerinin altında yatan bilinçli sebep de zaten işte budur.

İktidar sürelerinin uzunluğunun, bir kez iktidara geldikten sonra halka değil de iktidar çevresine örülecek duvarların kalınlığı ve yüksekliğine bağlı olması, rejimi de gittikçe demokrasiden uzaklara götürür.

Anlatılanlar çerçevesinde söylenilmek istenenleri özetlersem, demokratik sistemler muhalefete ve kendisine karşı çıkan güçlere 'yumuşak' tepkiler verdikleri için fazla uzun ömürlü olamazken, baskıcı rejimler, adaletsiz ve orantısız güç uygulamaları ile daha uzun süre toplumların kaderlerinde belirleyici rol oynayabilirler.

Bunun yanında, demokrat olmakla beraber, dış güçlere karşı sistemi korumakla görevli güçler de zamanla 'keyfi' uygulamalar ile sisteme karşı tepkilerin doğmasına neden olup, sistemin geleceğini de tehlikeye atabilirler.

Bir sistemin kaynak noktası, fikir adamları, uygulama yöntemleri, yöneticileri ve süreçte yaşananlar dikkate alınıp bir analiz yapılsa bile, her sistemin özü olan 'insan faktörü' gözden kaçırıldığında bütün değerlendirmeler anlamsızlaşır.

Yaşamı, olayları ve sonuçlarını anlamanın temelinde, ilk önce olayın merkezindeki insanı tanımaya çalışmak ve sonra bu doğrultuda hareket etmek her zaman için doğruya bir adım daha yaklaşılmasını sağlar.

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..