Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mart '11

 
Kategori
Siyaset
 

LDP Genel Başkan Yardımcısı Metin Mintaz'la konuştuk

LDP Genel Başkan Yardımcısı Metin Mintaz'la konuştuk
 

Merhabalar; bize biraz kendinizden bahseder misiniz? 

Adım Metin Mintaz, 1959 Yalova doğumluyum. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi felsefe bölümünü okudum. Fakat 1983 yılında darbe yönetimin kurduğu YÖK nedeniyle öğretimimi yarım bırakmak zorunda kaldım. Darbe kalıntısı YÖK Üniversitelerde özgür düşüncenin önündeki en büyük engeldir. Özgür düşünceyi savunduğunu söyleyen herkesin YÖK'ün kaldırılmasından yana olması gerektiğine inanıyorum ve ileri demokrasiden söz eden bu iktidarın YÖK'ü hala kaldırmaktan dahi söz etmemesinin tek anlamının iki yüzlü siyaset yapmaktan başka bir anlamı olmadığını düşünüyorum. 

Liberal Demokrat Partinin Mart 2009 yerel seçimlerinde İstanbul Adalar ilçesinden belediye başkanlığına aday oldum. Partimizin Ekim 2010 da ki büyük kurultayında Genel Başkan yardımcılığına seçildim. LDP nin üye işleri başkanlığını yürütmekteyim. 

Siyasete girmenizdeki rol/ aktör nedir/kimdir? 

Siyasetle gençlik yıllarımdan beri ilgilenmekteyim. 1980 darbe madurlarındanım. Darbeden sonra bir çokları gibi siyasetten uzaklaştırıldık. 1980 sonrası yozlaşmış siyasetin dışında kaldım. 2008 yılında LDP nin internet sitesinde Eflatun'un söylediği şu söz dikkatimi çekti. “Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen kaçınılmaz sonuç cahiller tarafından yönetilmektir.” Eflatun 2400 yıl önce sanki bu sözü ülkemiz için söylemiş. Bu söz dikkatimi çekti ve siyasetten uzak kalınmaz, bir şeyler yapmak ve elimi taşın altına koymam gerekir, dedim, ama nasıl? Siyasetin içinde olmalıydım ama nerde, hangi partide? Beni temsil edebilecek ve siyasi fikrilerimi özgürce ifade edebileceğim hangi parti var? Bu yozlaşmışlığın içinde hangi siyasi partinin içinde yer alabilirim derken, LDP nin sitesinden partinin programlarını ve görüşlerini incelerken buldum kendimi. 

Evet siyasete girmeli, siyasetin içinde yer alacaksam LDP de yer almayım diyerek LDP yi tanımaya ve toplantılarına katılmaya başladım. 

Siyasete tekrar girmemde rol, aktör belki Eflatun diyebiliriz. Ama gerçek rol siyasi bir kişilik değil LDP'nin tutarlı politikaları oldu. Partiyi tanıdıkça 1994 yılında kuruluşundan beri politikalarında hiçbir sapma olmadığını gördüm. Oy uğruna doğrularını popülist söylemlerle yozlaştırmamış ve halkın duymak istediklerini değil duyması gerekenleri söylemeye devam etmektedir. 

 

Türkiye’de son zamanlarda başkanlık sistemi üzerine hangi cümlelerle iyi tasvir edebilirsiniz? Başkanlık sistemi sizce ülkemizde işe yarar mı? 

Başkanlık sistemini savunan ve kurulduğundan beri programında olan tek parti Liberal Demokrat Partidir. İktidarın sık sık gündeme getirdiği başkanlık sistemini sadece seçim sistemi de değiştirildiği takdirde destek veriyoruz. 

Kuvvetler ayrımının son derece katı bir şekilde uygulandığı başkanlık sisteminde, yasama organının seçilen başkanın gücünü denetlemesi ve sınırlandırması şarttır. Başkan sultasından kurtulmuş, bağımsızca oy kullanan milletvekillerinden oluşacak bir yasama organı ise ancak dar bölge seçim sistemi ile mümkündür. 

Dar bölge seçim sisteminde, İstanbul milletvekili değil, Şişli milletvekili, Ankara milletvekili değil, Kızılay milletvekili olur. Seçmen Ankara’ya gönderdiği vekilini belediye başkanını, muhtarını tanıdığı gibi tanır ve meclisteki performansını yakından takip eder. 

Dar bölge ile seçilen vekil, seçmenin nefesini ensesinde, gözlerini üzerinde hisseder. Kendisini oraya atayan genel başkanının değil, seçmeninin emir kuludur. Kendisini bir sonraki seçimde de meclise gönderecek olan seçmene hesap vermeye mecbur hisseder. 

Başkanlık sistemindeki “kuvvetler ayrımı” ilkesi gereği milletvekilleri bakan olamazlar. Yasama kendisini seçen halk adına Bakanları denetler. Partizanlık, kayırma gibi olumsuzluklar ortadan kalkar. 

Dünyada, kuvvetler ayrımının bulunmadığı ve kuvvetlerin birbirlerini denetleyip dengelemedikleri ama yine de başkanlık sistemi adı verilen yönetimler gösterilebilecek doğru örnekler değillerdir. Çünkü bunlar başkanlık sistemi değil başkan sistemidir. Başkanlık sisteminin olmazsa olmazı kuvvetler ayrılığıdır. 

Mevcut sistemimizde, Genel Başkanların milletvekillerini neredeyse atadıkları, o atanan milletvekillerinin de, son referandum sonrası olduğu gibi, yüksek yargı mensuplarını seçtiği sistemde kuvvetler ayrımından bahsedilemez. 

Bu şartlar altında uygulamaya koyulacak sisteme başkanlık sistemi değil, padişahlık sistemi veya tek adam yönetimi, otokrasi denir. 

Vurguladığımız emniyet subapları,  

1-Başkandan bağımsız olarak seçilmiş bir yasama organı,  

2-Toplumsal uzlaşı ile oluşturulmuş yüksek yargı erki,  

3-Yürütme, yasama ve yargı erklerinin birbirlerinin güçlerini denetleyen ve dengeleyen yasal düzenlemeleri, olmayan başkanlık sistemine kesinlikle karşı çıkarız. 

İki turlu dar bölge seçim sistemi başkanlık sisteminin olmazsa olmazıdır. 

Başkanlık sistemi ülkemiz için de, her ülke için de işe yarar, yeterki başkanlık sisteminin olmazsa olmazları tam olarak uygulansın. 

Başkanlık sistemi her tartışıldığında, başkanlık sistemi olursa ülke eyaletlere bölünür ve bu bölünme bizi üniter devlet olmaktan çıkarır, ülke bölünür gibi asılsız iddialar vatandaşlarımızın kafa karıştırılmasından başka bir şey değildir. Başkanlık sistemi eyalet sistemi demek değildir. 

Ülkemizde başkanlık sistemini uygulamak için eyalet sistemine geçmek gerekmediğini söylüyorum ve şu iki örnek de bunu göstermektedir. 

ABD eyalet sistemidir. Başkanlık sistemiyle yönetilmektedir. 

Almanya eyalet sistemidir. Parlamenter sistemle yönetilmektedir. 

Eyalet sistemi ülkelerin etnik ve coğrafi yapısıyla ilgilidir. Başkanlık sistemi devlet yönetimiyle ilgilidir. 

Başkanlık sistemi hakkında daha ayrıntılı bilgi almak isteyenler partimizin web sayfasına bakabilirler.http://www.ldp.org/liberalizm.asp?level1=baskanlik 

 

Türkiye’de köşe yazarlarının liberal olduklarına inanıyor musunuz? Türkiye’de liberal olan kesimlerin yeterince başarılı olduğunu düşünüyor musunuz? 

Türkiye'de köşe yazarlarının bir iki isim dışında liberal olduklarına inanmıyorum. Liberal olmak ne kadar verirlerse o kadarla yetinmek değildir. Liberallik yanlızca başörtü özgürlüğü de değildir. Türkiye'de ki basın özgürlüklerinin ihlalleri hakkında ABD elçisinin değil kendilerinin liberal olduklarını söyleyen köşe yazarlarının konuşması gerekirdi. Köşe yazarları susarken bir elçinin konuşması ne kadar liberal olduklarını göstermektedir. 

Türkiye'de liberal kesimlerin yeterince başarılı olduğunu düşünmüyorum. Bir çok engel var. Medya baskısı engel, seçim yasaları engel. Demokrat Başbakanın %10 barajını indirmeye niyeti olmadığı için oyum boşa gidecek zihniyeti engel. 

Anayasanın 68.maddesi aynen şöyle yazmaktadır:
"Siyasi partilere, Devlet, yeterli düzeyde ve hakça mali yardım yapar." 

Meclisteki partilerin kasaları devletin bütçesinden doldurulurken meclis dışında kalan partilere sözümona hakça mali yardım yaparak sıfır bütçe vermektedir ve o partilerle yarışmamız istenmektedir. Benim seçmenimin vergileriyle kasanı dolduracaksın, kasanı doldurduğun gibi devlet imkanlarını da kullanacaksın sonra benimle yarış diyeceksin. 

Daha geçen gün gazete haberlerinde Almanya'da bilboardları sayın Erdoğan milyonlar harcayarak kendi propagandası ile doldurduğunu okuduk. Bu değirmenin suyu nereden geliyor? Bu değirmenin suyu elbette halkın cebinden alınan vergilerden geliyor. Halkımız cebinden giden vergilerinin Almanya'da ki bilboardlarda AKP nin propagandası için harcanmasına razı mı? 

Halkımız bir düşünsün bu devlete ne kadar vergi veriyor? Alın teriyle kazandığı paranın ne kadarını cebine koyuyor, ne kadarını devletine vergi olarak veriyor ve devlet de bu vergileri nasıl çar çur ediyor? 

LDP olarak geçen yıl, yılın 194. günü olan 13 Temmuz’u Türk çalışanı için “Vergiden Kurtuluş Günü” ilan ettiğimizi sözüm ona özgür basın aracılığıyla duyurmaya çalıştık. 

“İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın (İSMMMO) açıkladığı ‘Devlete Çalışıyoruz’ raporunda belirtilen “çalışanın gelirinin %53’ü vergiye gidiyor” verisi esas alınarak partimizce yapılan hesaplamaya göre, ortalama bir Türk vatandaşı, yılın yüzde 53’ünü Ankara’daki devlet babasını doyurmak için alın teri dökmektedir. Yılın yüzde 53’ü ise geçen yıl 193. gün olan 12 Temmuz’a gelmektedir” Türk insanının ancak 13 Temmuz sabahından itibaren alın teri dökerek kazandığı para ile evine bir lokma ekmek götürebildiğini söyledik. 

Halkımız yılın yarısını devlete çalışmakta ancak yarısını kendine çalışmaktadır. Ve sen halkımızın alınterini git partinin propagandası için Almanya bilboardları için harca, sonra haktan, hukuktan, adaletten söz et. 

Seçim sistemi değişmeli, siyasi partiler yasası diye bir yasa olmamalı. Hiçbir demokratik ülkede siyasi partiler yasası diye bir yasa yok. 

Siyasi partilere devlet mali yardım yapmamalı, yapacaksa da kendi koyduğu yasayı uygulamalı. Bu sistemde başarılı olmak iğneyle kuyu kazmak gibi ama o kuyuyu kazacağız. Ne olursa olsun halkımız bir gün bizi anlayacak, halkımız aslında bir gün kendini anlayacak ve insan doğasına uygun tek sistemin liberalizm olduğunu görecek. Batı bunu gördü ve Liberal Demokrat partileri ya iktidar yapmakta ya da iktidar ortağı. 

Halkımız şunu bilmeli liberal unsurları kullanmak bir partiyi liberal yapmaz. Liberal demokrasi evrensel liberal değerleri benimsemek, özümsemek ve yaşamak demektir. Liberal demokrasi bir söylem olarak kalamaz, yaşanır. 

 

Günümüz dış politikasını başarılı buluyor musunuz? 

Başarı birileri tarafından pohpohlanmaksa başarılı ama başarı icraatlarda görülür. 

Örneğin; Gazze’ye insani yardım amacı ile yola çıkan Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda yapılan baskın ve gemide İsrail askerlerince işlenen cinayetler sonrası Türkiye İsrail ilişkileri tarihimizde görülmedik bir şekilde gerilmiş, telafisi imkansız noktalara kadar gelmiştir. 

Bizler Türk siyasetinin liberal demokratları olarak bölgemizde ve Orta Doğu’da tarafların birbirlerinin halklarının yaşam ve devlet olarak varoluş haklarına saygı gösteren kalıcı bir barışı herkesten çok istiyoruz. 

Örneğin; Batıda teker teker ermeni soykırım tasarıları oylanıp kabul edilirken ve her yıl karşı tarafın nasıl düşündüğünü bilmeden bir hafta önceden milletvekillerimizi ABD de oylanan soykırım tasarısı için kongre koridorlarında kapı kapı "rica minnet" siyasetine göndermekle hem itibar yitiriyoruz, hem de netice alamıyoruz. Bu kafayla bu maçı kaybedeceğiz. Zira iddiaların 100. yılına sadece 5 sene kaldı. "Sınır kapılarımız gönül kapısıdır" gibi demeçleri Türk seçmeni yiyebilir ama Avrupa ve ABD sadece güler. 

Örneğin; Gelelim Nato'dan kazık üstüne kazık yiyen dış politikaya. Hatırlayalım; Nisan 2009'da başta ABD, İngiltere, Almanya, Fransa olmak üzere Batılı ülkeler üye Türkiye'ye danışmadan, haber vermeden NATO'nun yeni Genel Sekreteri'nin Danimarka Başbakanı Rasmussen olması konusunda uzlaşmışlardı. 

Türkiye'nin Rasmussen'in bu göreve getirilmesine itiraz etmesi üzerine Barrack Obama devreye girmiş ve sanki tek başına karar verebilirmiş gibi Türkiye'ye beş konuda güvence vermiş, bizim tecrübesiz ama efendi ve uysal beyler de, stratejik derinlik politikalarımız gereği olmalı Obama'nın vaatlerine kanarak itirazlarını kaldırmışlardı. 

Verilen, yerine elbette getirilmeyen ve yerine asla getirilmeyecek bu vaatlere bir bakalım. 

Bu vaatlerin ne kadarı gerçekleştirilmiş?
1- NATO Genel Sekreter Yardımcıları’ndan biri Türk olacaktı.
2- NATO Genel Sekreter Yardımcılığını yürüten Türk, aynı zamanda NATO Genel Sekreteri’nin vekili olacaktı.
3- NATO’nun Afganistan Temsilciliği’nin yanı sıra NATO’nun komuta kademesinde Türk askeri de bulunacaktı.
4- Rasmussen, İslam dünyasından özür dileyecekti.
5- Roj TV kapatılacaktı. 

O kadar bariz ki, Türkiye ile adeta dalga geçilmiş. Birileri kesinlikle Obama'ya "Bu Türkler sana hayran, ağzına bakıyorlar, biraz tatlı dilli konuş, ikna edersin" demiş, bizimkiler de inanmışlar. 

Geçen gün Hocalı katliamının yıldönümüydü. Genel başkanımız sayın Cem Toker Hocalı katliamı ile ilgili bir demeç verdi. Dış politikada başarılı bir hükümet genel başkanımızın bu demecine uygun bir icraatta bulunurdu. Genel başkanımız bu demecinde, bölgede düzen kuran saygın bir ülke isek, kuru kuru boş laflarla kınamak yerine Hocalı katliamının sorumlularını uluslar arası yargı önüne çıkartabilmemiz gerektiğini söyledi. 

Başarılı dış politikası olan bir hükümet, dağlık Karabağ'ın Hocalı kasabasında 1992 yılında ermeni güçleri tarafından yapılan katliamın sorumlularını uluslar arası yargı önüne çıkartılması için bir girişimde bulunmalıydı. 

Genel Başkanımız Cem Toker hükümete seslenerek, Hocalı'da sivil halka karşı işlenen insanlık dışı vahşet faillerinin yanına kar kalmamalıdır. Nasıl ki, Darfur, Bosna gibi yerlerde yapılan katliamların failleri için Batılı ülkeler "insanlığa karşı suç" işlemekten uluslararası hukuku devreye sokmuşlar ise, Türkiye'yi bölgede düzen kuran ülke haline getirdiğini iddia eden AKP hükümeti de, kuru kuru boş laflarla kınama beyanatları vermek yerine Azerbaycan hükümeti ile birlikte katliamın sorumluları için aynı yolu izleyerek uluslararası kurumlarda adalet aramalı ve bunun ısrarlı takipçisi olması gerektiğini söyledi. Başarılı dış politika bunu gerektirir. 

Komşularla sıfır sorun derken Kıbrıs'lı kendi soydaşlarımızla bile sorun yaşar hale geldik. Yalnız bu bile ne kadar başarısız bir dış politika uyguladığımızın göstergesi olmaya yetmektedir. 

 

Ortadoğu’da yaşanan gerilimlerin Türkiye üzerine getirisi ve götürüsü hakkında neler diyebilirsiniz? 

Ümit ediyorum Ortadoğu'da yaşanan bu gerilimlerin sonucu o halklara demokrasiyi getirsin, diktatörlüğe özenenler bir ders çıkarsın. Ümidimiz “Demokrasi bizim için varmak istediğimiz durakta ineceğimiz bir trendir.” diyenlerin bu gerilimlerden ders çıkarması ve başbakanlık makamının astığım astık kestiğim kestik makamı olmadığını, başbakanlık makamının milleti değil devleti yönetme makamı olduğunu anlamaları. 

Bu gerilimlerin Türkiye için götürüden çok getirisi olacağına inanıyorum. Son zamanlarda eksen kaymaları tartışmaları gündemi meşgul ediyordu ve haklı olarak insanlarımızda oluşan bu kaygıları ortadan kaldıracağına inanıyorum. İnancım, gerilim yaşanan bu ülkelere doğru eksen kayması yaşayan ülkemizi demokrasi eksenine oturtacağıdır. 

Temennim bu ülke halklarının da artık diktatörlükleri tarihe gömmeleri, evrensel hukuk kuralları ve demokrasiyi insanlığın vazgeçilmez unsuru olarak ülkelerinde inşaa etmeleri. Bu temennim ülkemiz için de geçerli, 12 haziranda sandığa giderken halkımızında bu gerçeği görerek sandığa attıkları oy ile bir sultan seçmediklerini mileti değil devleti 5 yıllığına yönetecek vekillerini seçtiğinin bilinciyle oy kullanmaları. Milletin çobana ihtiyacı yok, milletin en az batılı vatandaşlar kadar özgür düşünmeye, en az onlar kadar özgürlüğe ve refaha, en az onlar kadar milli gelirden pay almaya ihtiyacı var. 

Liberal Demokrat Parti olarak Türkiye’nin refah ve mutluluğunun müdahale alanı sınırlı bir devlet ve özgürlük alanı geniş bireyler olduğunu düşünüyoruz. 

 

Bunların dışında ilgilinenlere iletmek istediğiniz bir şey var mı? 

Milletimiz Aklın ve Çağın partisi LDP yi takip etsin, programlarımızı okusun. Seçimler yaklaştı, önümüzdeki seçimler hiç bu kadar ciddi bir şekilde etkilemediği kadar ülkemizin kaderini belirleyecek. Günümüzden 2400 yıl önce yaşamış olan Eflatun'un dediği gibi “Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen kaçınılmaz sonuç cahiller tarafından yönetilmektir.” Buna razı olmayın, oyum boşa gidecek zihniyetinden de kurtulun. Oyum boşa gidecek diye diye diktatörlüğün eşiğine gelen bir Türkiye yarattılar. 

Liberal Demokrat Parti hesap soran bir Türkiye için vardır. Verginiz rızkınız, oyunuz namusunuzdur. Rızkınızı çarçur edenlerden 12 haziranda oyunuzla hesap sormalısınız. 

Liberal Demokrat Parti halkına hesap veren bir iktidar için iktidar olmak istiyor. Programlarımızı okuyun, bizi izleyin, sandık başına oy vermiş olmak için değil, sizi değil sizin adınıza devleti yönetmek için vekalet verdiğiniz vekilinizi belirlemeye gittiğinizi bilin. 

Biz devleti yönetmeye talibiz, insanların kalbini ve beynini değil. 

 

Saygılarımla 

Metin Mintaz 

Liberal Demokrat Parti 

Genel Başkan Yardımcısı 

 
Toplam blog
: 18
: 878
Kayıt tarihi
: 17.11.10
 
 

Üniversite öğrencisi, medya ve iletişim, uluslararası ilişkiler ilgi alanımdır...