Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Şubat '12

 
Kategori
Efsaneler
 

Lemurya

Lemurya
 

Lemurya


İlk batan kıta efsanesi

Lemuryalılar, Venüs ve Marstan gelen Sürgün Melekleri.

Ezoterik bilgilere göre Lemeurya, Eosen’in başlangıcından 700.000 yıl, yani günümüzden 52.000.000 yıl kadar önce yok oldu.

Bugün sizlere değişik bir konudan söz edeceğim. Benim çok dikkatimi çeken konulardan biri de batık kıtalar, eski medeniyetlerdir.

Fantastik âlemden hoşlanıyorum. Efsaneleri seviyorum. Bunları devamlı belirtiyorum ama yinede tekrarlamak istiyorum.

Taşlar – 2012 – Kıyamet kitabım bu yıl çıkacak. Hedefimiz o. Fantastik bir kitap. O kitapta ben, Mu kıtasını anlattım. Ayrıca, Mu kıtası ile ilgili çeşitli gazetelere yazılar da yazdım.

Batık kıtalar, yok olmuş medeniyetleri araştırmak gibi bir rahatsızlığım olduğu için bulduklarımdan bir başkasını da sizlerle paylaşmak istedim.

Bana ciddi şekilde enterasan geldi. Sanıyorum sizlerinde dikkatini çekecektir.

Efsaneler bizleri düşündürür, fantastik ve akıl almaz olaylar da bizlerin zihinlerini açar diye düşünmekteyim.

Bilinmeyenler merak edilir ya!

Uzay kelimesi, uzay gemileri kime enterasan gelmez ki…

Benim size anlatacağım Lemurya: İlk Batan Kıta Efsanesi olacak…

Çok güzel şeyler yazılmış hakkında bu adanın.

Burası nasıl bulunmuş, burası için neler anlatıyorlar, hepsini sizlere aktaracağım…

Önce aktaracaklarım bu konu ile ilgili konu başlıkları olacak…

Eski bir bilgelik kaynağı olan Dzyan Dörtlükleri, Dünya üzerindeki İlk Irk’ın Ethereanlar, Güneşten gelen ve tek cinsiyetli Androgyne türler olduğunu belirtir.

İkinci Irk, Jüpiter’den gelen bilinçsiz canavarlardı.

Üçüncü Irk, Lemuryalılar, Venüs ve Marstan gelen Sürgün Meleklerdi.

Bunlar çağlar sonra erkek ve dişi olarak ikiye ayrılan Androgyne türlerdi.

Dördüncü Irk, Atlantisliler, Ay ve Satürn’den inmişler,

Şimdiki Beşinci Irk da Merkür’den gelmiştir.

Bu bilgi “Pimandro” adlı kaynakta Hermes Trismegistus tarafından da desteklenir.

Beşeriyetin üçüncü ırkı bugün Hint Okyanusu olarak bildiğimiz yerde bulunan Lemurya ile Pasifik Okyanusundaki ; Mu kıtaları üzerine yerleşmişti.

Bu kıtalar kuzeyde Himalayalar’a ulaştıktan sonra o zamanlar orta Asya’da bulunan büyük iç denizle sınırlanıyor, güneyde Avustralya ve Antartika’ya, batıda ise Filipinler’e kadar uzanıyordu. Lemurya’nın ilk insanlarının çift cinsiyetli (bi-sexual) Devler olduğu söylenir.

Milyonlarca yıldan sonra erkek ve dişi olarak evrimleştiler.

Boyları da giderek 3,5m.den 2m ye indi.

Derilerinin maviye çalan rengine rağmen Kızılderili ırkını andırırlardı.

İleriye doğru fırlamış alınlarının tam ortasında, oldukça yüksek seviyeden psişik güçlere sahip olduklarını belirleyen ve Üçüncü göz denilen, ceviz büyüklüğünde irice bir yumru yer alıyordu.

Okült tradisyonlara göre, Venüs’ten gelen Öğretmenler Lemurya’daki inisiyelere kozmik öğretileri açıklamışlardır.

Bu yüce öğretiler de Doğunun gizli bilgilerini oluşturmuştur.

Uzun çağlardan sonra doğan güneşin rengini alan insanlar Tanrılar gibi mükemmel bir biçime büründüler.

Kadınlar çok renkli ve zarif davranışlarıyla birlikte kendilerine bilimin mantığı ötesinde kadınsı bir sezgi kazandıran psişik idraklilik de edindiler.

Cinsiyet spritüel bir birliktelik, evlilik ise en kutsal bir bağ olarak kabul ediliyor, boşanmak söz konusu olmuyordu.

Ölüm daha yüce âlemlere yükselmek anlamına geliyor, Lemuryalılar da arzu ettikleri zaman ölebiliyorlardı.

Yaşam onlar için mükemmel olmaktan çok uzaktı.

Üzerinde yaşadıkları dünya afetlerle tahrip oluyor, volkanik patlamalar ülkelerini sarsıyordu.

Nitekim en sonunda kıtaları parçalanarak okyanusun derinliklerine gömüldü.

Muhtemelen bazı Lemuryalılar Öğretmenleri ile diğer gezegenlere giderek bugün bizin için çok ileride olan muhteşem bir bilgelik seviyesine ulaştılar.

Alman doğa bilimcisi Haecken ise, “insan ırkı şimdi Pasifiğin altında uzanan Lemuryada doğmuştur” diyordu.

İngiliz jeolog William T. Blanford’un yüzyıl kadar önce belirttiğine göre,

Hindistan’daki Permian kaya katmanları ile Güney Afrika’dakiler arasında bazı benzerlikler vardır.

Bir kere bu katmanlar aynı yönde, ekvatora doğru, uzanan buzul çentikleri(glacial grooves) taşımaktadırlar.

Bu kanıt, Güney Afrika ile Hindistan’ın bir devirde birbirlerine bağlı olduklarını belirmektedir.

Balndford’un kuramına göre, “bir zamanlar, Hindistan ile Güney Afrika’yı” Madagaskar ve Seychelles adaları üzerinden geçen bir kara parçası köprüsü bağlamaktaydı.

Konu başlıklarını okudunuz. Şimdi de neler öğrendiğimi sizlere aktaracağım.

Lemurya’nın yani batan kıtasının hikâyesi oldukça enteresan!

Öykünün kaynağı, 19. yüzyıl doğa bil­ginleri tarafından ortaya atılan bazı tezlere dayanıyormuş.

Bu kıtanın varlığına bilim adamları, Hint Okyanusu çevresindeki ülkelerde yaşayan Lemur adlı bir maymun tesbit etmişler. Bakın bundan sonrası çok dikkat çekici. Hint Okyanusunun çevresindeki bu kıtaların birbirlerine mesafelerini düşünün lütfen, koskoca okyanus var yani binlerce kilometre uzaklıktalar!

Bilim adamları şaşkın! Maymunlar çok küçükler, yüzerek bir başka kıtaya gitmiş olmaları imkânsız! Peki, nasıl gelmişler buralara?

Ciddi araştırmalar yapmışlar, bu dalla ilgilenen diğer bilim adamları ile çalışmaya başlamışlar. Ortaya bir tek bir şey çıkmış.

Bir zamanlar Lemur maymunları, bugün yaşadığı ülkeleri kapsayacak genişlikte bir kıta üzerinde yaşamış olmaları!

Çalışmalar sürmüş. Bir çok bilim adamı kafa patlatmaya başlamışlar.

Tam bu sırada; Alman doğabilimcisi Ernst Heinrieh Haeckel, ilginç bir fikir ortaya atıyor ve diyorki:

“Lemur maymunla­rının anayurdu, bu bölgede eskiden var olan bir kıtaydı.”

Çok iddilalı ve dikkat çekici bir şey söylemişti büyük bilim adamı. Ona göre maymunlar bu kıtadan kaçarak başka kıtalara dağılmışlardı…

Böyle bir kıta varsayıldığından, adını da Lemur maymunlarından alıyor, Lemurya oluyor. Daha dikkati çekici hale gelince, bilim adamları araştırmalarını artırıyorlar. Sonra bir başka iddialı bir tartışmayı başlatıyorlar. Diyorlar ki:

“Burası ‘uygarlığın beşiği’ydi…”

Haeckel şöyle diyor:

“Bazı şartların varlığı (özellikle ardarda gelen bazı tarihi olgular), eskiden Hint Okyanusu’nda bulunan ve daha sonra batan bir kıtanın, insanoğlunun anayurdu olduğunu düşündürü­yor.”

Kıtanın yeri tartışılmaya başlanıyor. Burada çok önemli bir şeyi de söylemek lazım. Tartışan insanlar konularında ciddi bilim adamları… Sonunda kıta için:

Bazıları:

Lemurya önceleri devasa bir kara kütlesi halinde bugün üzerinde Pasifik ve Hint Okyanusunun bulunduğu yerleri kaplıyor, Madagaskar’ın yanından ilerleyerek, bir at nalı gibi bugün Afrika’nın güney ucu olan yerin çevresinde kıvrılıyor; 

Atlantik Okyanusunun üzerinden kuzeye dönerek bugünkü Norveç’e kadar uzanıyordu. Dahası bugün Amerika kıtaları olan yerlerin bazı kısımları ile birlikte Avustralya’yı da içine alıyordu.

Bazılarına göre de

“Kıta, Asya’nın güneyinden (belki de Asya’nın devamı olarak) doğuda Hindiçin ve Sumatra adalarına, batıda Madagaskar ve güneydoğu Afrika kıyılarına kadar uzanıyordu.

Daha önce de belirttiğimiz üzere; hayvanla­rın ve bitkilerin dağılımı gibi bazı olguları göz önünde tutarsak, büyük bir olasılıkla çok eskiden Güney Hindistan gibi bir kıtanın var olduğunu söyleyebiliriz…

Eğer Lemurya’yı insanoğlunun anayurdu olarak kabul edersek, insan ırklarının göçler yoluyla coğrafi dağılı­mını da rahatlıkla açıklayabiliriz.”

Diyorlar…

Başka bilim adamları da:

Kıtanın Atlantik Okyanusunda uzanan bölümleri bir sonraki devrede ortaya çıkacak olan Atlantis kıtasının ana hatlarını oluşturacaktı. Lemurya parçalanıp da jeolojik afetler sonucunda batarken aynı afetler, kıtanın Atlantik’te uzanan kısımlarına yeni kara parçaları ile eski adaları ekleyerek Atlantis’ meydana getirdiler. Diyorlar…

Bir zamanlar lemuryanın bir bölümünü oluşturan ve akla ilk gelen paskalya adaları örneğinin dışında Şili’deki El Enladrillado platosu bize, bir zamanlar dünya üzerinde Lemurya uygarlığının bulunduğunu hatırlatmaktadır.

Deniz seviyesinden 420m. Kadar yukarıda yer alan bu platoya bugün ancak at sırtında çıkılabilir.

Burada, 230’dan fazla, 3,5ile 5m yüksekliğinde, 6m.ile9m. Uzunluğunda ve her biri tonlarca ağırlıkta olan, işlenmiş taşlar bulunmuştur.

960’ların sonlarında ise arkeologlar aynı yerde, bir yanında yüz figürleri oyulmuş bulunan devasa bir taşa rastladırlar.

El Enladrillado’yu inşa edenlerin yüksek bir uygarlık düzeyine sahip bulunduklarına dair önemi bir kanıt vardır: Taşlardan üçü, kuzey-güney eksenini ve ufuktaki, gün-tün eşitliği zamanına ait(equinoctial) gün doğumunu belirleyen bir doğrultuda dizilmişleridir.

El Enladrillado’nun esrarı aklımıza Peru’da, Lima’nın kuzeyinde yer alan Marcahuasi platosunu getirmektedir.

Okültistlere göre bu platonun esrarı da kayıp Lemurya’da yatmaktadır.

Prehistorycı Daniel Ruzo 1952 yılında Marcahuasi platosunda üzerilerinde insan ve hayvan baları oyulmuş bazı ilginç kayalar keşfetti. 

Başlardan on dört kadarı değişik ırklardan insanları temsil diyordu.

Bu oymalar zamanın etkisiyle ciddi bir şekilde yıpranmalarına karşın hala daha acayip özelliklerini gözler önüne sermekte ve sadece yılın belirli günlerinde ve o günlerinde belirli saatlerinde fark edilir hale gelmektedirler.

Üstelik bu anlarda dahi belirli bir açıdan izlenmeleri gerekir.

Bazılarına bakarken yapılacak bir görüş açısı değişikliği algılanan yüz şeklini bir başkasına dönüştürmekte, örneğin genç bir adamın yüzü yerini ihtiyarlamış bir yüze bırakmaktadır.

Daniel Ruzo bu kalıntıların sahiplerine ‘Masma’ uygarlığı adını vermekte, bu uygarlığın çok eski zamanlarda yer aldığına ve hatta devrelerden oluşabileceğine inandığını söylemektedir.

Tüm bu ipuçlarının en esrarlı belki de Bolivyada deniz seviyesinden 3600m. Yularda, Titicaca Gölünün güney kıyısında yer alan Tiahuanako kalıntılarıdır. Okültistler bu kalıntıların Lemuryaya ait olduğunu ileri sürmektedirler.

 Değişik zamanlarda inşa edilmiş iki kattan meydana gelen Tiahuanako’da daha tam anlamıyla bir kazı yapılmış değildir. Kalıntılarda gözlemlenen inşaat işçiliği, neredeyse piramitlerinki ile yarışacak bir mükemmelliktedir. Kesme taşlar son derece hassas bir şekilde işlenmiş, yüzeyler hiçbir keski izi bırakmamacasına dümdüz cilalanmış, hatlar birbirine paralel, açılar kusursuz, köşeler keskin yapılmış ve ölçüler kılı kırk yaran bir titizlikle alınmıştır. Ağırlığı 100 tona ulaşan taş blokların nasıl taşındığı ve yerlerine konduğu henüz meçhuldür.

Tiahuanako, İnka güneş-krallarının Güney Amerika’nın bu bölgesinde hüküm sürdükleri devirde bile eski bir kalıntı olarak saygı görürdü. Bu günkü yerliler ise buranın büyük bir afetten öncesine rastlayan, çok uzak bir çağda inşa edilmiş olduğunu anlatır.

Tiahuanako mimarlığının kendine özgü bazı ilginç yanları vardır. Örneğin tüm girişler, tek bir taş bloğun kesilmesiyle yekpare olarak yapılmıştır. Bunlardan biri, ünlü “güneş kapısı” 10 ton ağırlığındadır. Masif taş bloklarının bir araya getirilmesinde harç kullanılmamıştır. Bu blokları çok ince bir lamba-zıvana geçme yöntemi uygulayarak bugün bizim elimizdeki modern araçlarla dahi ulaşmakta güçlük çekeceğimiz bir hassasiyetle birleştirmişlerdir.

Kalıntılar arasında rastlanan figürler ile Paskalya adalarındaki heykellerin stili arasında da bir benzerlik mevcuttur. Okültüstlerin, her ikisini de aynı kültürün yaratığını ileri sürmelerine rağmen henüz bu benzerlikler yeterli derecede incelenememiştir.

Aklınızın iyice karıştığını düşünüyorum. Bir yandan merak ettiklerimizi okumak için sabırsızlanıyoruz. Bunları biliyorum. Son zamanlarda sadece Lemurya üzerinde çalışmalar yapar hale geldim. Bu konu ile ilgili kitaplar alıyorum, googleden indiriyorum, sitelere giriyorum. Bu işi bilen, ilgilenen değerli arkadaşlarımla konuşuyorum.

Mu ve Atlantis’ten sonra Lemurya da benim için enteresan bir hal aldı. Bu konuda bir şeyler yazmam gerektiğini düşünüyorum. Kimbilir belkide önümüzdeki yıl, Taşlar kitabım yayınlandıktan sonra fantastik bir kitap olarak bu konu ile ilgili edinimlerimi de bir hayli artırdıktan sonra, kurgularım. Belli mi olur.

Çok güzel ve bir yazar için, eğer fantastik dalda yazıyorsanız bir hayli yazmanızı gerektericek elinizde doneleriniz olacak bir konu…

Mesela üçüncü göz de benim çok dikkatimi çekti. Hep deriz ya, senin üçüncü gözünmü var, ya da bunun başının arkasında da gözü var herhalde! Gerçekten Lemurya için okuduklarımda bunada rastladım. Sizlere aynen aktarıyorum.

Bu tür bir temasın mekanizması, Lemurya zamanında mevcut olduğu iddia edilen “üçüncü göz” ile ilişkili olmalıdır. Cinsiyetin farklılaşmasından önceki bir dönemde yaşayan varlıkların başlarının arkasında üçüncü bir göz vardı. Bu göz görmek duyusunun da ötesinde çok önemli bir işlev görüyordu. Yapısının özelliğinden dolayı bizim normal duyularımızın ötesindeki boyutları algılayabilen bu uzuv belki de bugün bizim “psi melekeleri” adlandırdıklarımızla doğrudan ilgiliydi. İlk ırkları Chohanlar ile temaslarını sağlayan da bu uzuvdu. Üçüncü göz Chohanların işlev gördüğü boyutta enerjetik faaliyeti görebiliyordu.

Cinslerin ayrılması ve ırkların giderek fiziki maddenin yoğunluğuna daha bir gömülmeleri sonucunda üçüncü göz de yavaş - yavaş etkinliğini yitirmeye başladı. Yapısı ve konumu değişmeye yüz tuttu. İyice başın içine çekilerek sonunda görünmez oldu.

Bir süre için yapay bir şekilde uyarılarak kullanıldı. Bu yöntem de giderek zorlaştığından üçüncü göz artık iyice dumura uğradı. Bu bile bazı kültürlerde özellikle Tibet’te üçüncü gözü uyarıcı ameliyatların uygulandığına dair söylentiler vardır.

Üçüncü göz ile ilgili okuduklarımızda bir hayli şaşırtıcı. Bilmediğimiz neler var neler. Bir insan ömrünün bunları öğrenmeye yetecek kadar zamanın olmasına imkân yok. Ne kadarını bilirsek o kadar karlı oluruz… Son olarak bir yazıyı daha aktaracağım sizlere…

Bütün bu bilgileri edindiğim, bir sürü kitaplara, arkadaşlarıma, vikipediye, internetteki sitelere teşekkürler ederim. Yazdıklarımın bir çoğu oralardan alınmadır. Yoksa ben nasıl bilebilirdim ki. Daha yeni öğrendim, ardından sizlerinde öğrenmesini istedim…

Eğer ezoterik (gizemli) öğretileri inceleyecek olursak göreceğiz ki Lemurya kültürünün en üzerinde durulmaya değer özelliği, dünya insanlığının fizik madde ötesi enerjetik- eterik kökenini bilmeleri ve tarihlerinin bir devresinde dünya-dışı bir ırk olan Uzaylı muktedirler Chohanlar’dan haberdar olmalarıydı. Bu hususlar Lemuryalıların kültürel yapılarının bizimkinden çok farklı bir temele oturmasını sağlamıştır.

Yeni bilmediklerimizde görüşmek üzere…

 

 

Nazan Şara Şatana

 

http://www.facebook.com/#!/profile.php?id=100002892442552

 

https://twitter.com/#!/nazansarasatana

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....