Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Eylül '06

 
Kategori
Tarım / Hayvancılık
 

Limon ihracatının dünü, bugünü...

Limon ihracatının dünü, bugünü...
 

24 Ocak 1980 kararlarıyla Türkiye liberal ekonomiyle tanıştı...

O güne kadar dışa kapalı, kendi sınırları içinde üretilene ve belli anlaşmalar çerçevesindeki kotalarla yurt dışından getirilene mahkumduk..

24 Ocak kararlarıyla başlayan yeni dönem ihracat yanında ithalatı da rekabete açtı..

Toplumun büyük kesimini olumlu etkilese de, gelişmeler herkese yaramadı..

Örneğin Özal, bir anda Sovyetler Birliği ile yapılan ve karşılıklı mal takasına dayanan kliring anlaşmalarının tümüne son verdi..

O güne kadar Türkiye, Sovyetlerden anahtar teslimi fabrikadan, makine ekipmana, sanayi çeşitlemeleri alıyor karşılığında elindeki tarım ürünlerini veriyordu..

1930 larda Sümerbank fabrikalarının kuruluşundan, 1965 lerde İskenderun Demir Çelik Tesislerine kadar pek çok yatırım Sovyetlerden sağlandı...

Sümerbank için 1932 de alınan 8 milyon dolar gibisinden mütevazı borçların ham deri cinsinden ihracatla kapatılması kolaydı..

1965 te temeli 265 milyon dolar borçla atılan ve üretime geçtiği 1975 yılından sonra da tevsi yatırımları nedeniyle maliyeti 500 milyon doları bulan İskenderun Demir Çelik tesisleri için deriden farklı ihracat kalemleri bulunması gerekiyordu..

Mersin’in limon üretiminin patlaması işte bu hesaba ve İskenderun Demir Çelik kredi anlaşmasıyla aynı zamanlara denk gelir..

Bir mutluluk zinciri oluşturuldu 1960 ların sonunda..

Üreticiden çok iyi fiyatlara aldığı ve tonunu bin dolara sattığı limonun parasını İhracatçı Merkez Bankasından alıyordu ya, çeşmenin suyunun kaynağı kimsenin umurunda değildi..

Demode olmuş, çağdışı tesisleri dilediği fiyatlarla satan Sovyet Bürokrasisinin de serbest piyasanın iki katına aldığı limon fiyatlarından şikayetçi olması beklenmezdi..

24 Ocak kararlarını anlatmak üzere Anadolu turuna çıkan Özal’ın yolu 1980 Mayısında Mersin’e düştü..

Şimdi ki İhracatçı Birliklerinin toplantı salonuna yanında Maliye Bakanı İsmet Sezgin ile girdiğinde, salonu dolduran ihracatçıların daha fazla vergi iadesi beklentisinden çok narenciye üreticileri müjdeli haberler alma umudundaydılar..

O yumuşak ses tonuyla, öz ve öz cümlelerle anlattı meramını Özal:

“Rusya’ nın dünya fiyatları ve teknolojileriyle ilgisi kalmamış kötü mallarını sırf narenciye ihraç etmek için alma dönemini sona erdirecekti.. Bundan sonra her şeyin en iyisi en ucuza nerede bulunuyorsa oradan alınacak, bizim narenciye ürünümüz de, dünyada kaç paraya satılıyorsa, Rusya’ya aynı fiyatlarla satılacaktı..”

Salondaki uyanık birkaç ihracatçı dışında kimseler ne olduğunu anlamadı bile..

Üreticinin “lale devrinin” bittiğini anlaması için Eylül/Ekim aylarının gelmesi gerekecekti..

O güne kadar sistem şöyle çalışıyordu:

İhracat sezonu olan Eylül’den önce Rus bürokrasisinin itibar ettiği büyük ihracatçılar Ankara’nın yolunu tutarlardı. Orada pek çok rivayetin dolaştığı pazarlıklar sonucunda kontratlar imzalanır, yüz bin tonu aşkın limon kontenjanı iki elin parmaklarından az ihracatçı arasında paylaşılırdı..

İmzalanan mukavelelerin sevinciyle Mersin’e dönen ihracatçı yaptığı bağlantıya istinaden T.C Merkez Bankasının kapısını çalar, sembolik faiz oranları üzerinden mal tutarının neredeyse tamamını alırdı..(1980’ e kadar bu tür ihracat kredi faizlerinin %6, 24 Ocak 80 kararlarından sonra da %9 olduğunu söylemek yeterince fikir verir sanırım)

Sonra bahçelerdeki ürünü almaya gelirdi sıra..

İhracatçının bağlantı fiyatını ve yükleme zorunluluğunu bilen üretici önce kasılır, sonra ortak noktada uzlaşılırdı..

Hazine yani halk dışında! herkesin kazandığı ilginç bir sistem oturtulmuştu..

Hazine zararı mı? Bu kadar kazananın olduğu oyunda lafını bile eden yoktu..

Limondaki saadet dalgası sanal ihraç fiyatlarıyla da sınırlı değildi..

Yüksek ihraç fiyatları yanında %20 den başlayan ve belli bir ihracat rakamına ulaşıldığında %40 ları bulan vergi iadesi ile de destekleniyordu ihracat..

DFİF, ihracat teşviki, destekleme primi gibi farklı adlardaki enstrümanlar henüz icat edilmemişti..

kademeli vergi iadesi uygulaması, başta limon olmak üzere narenciye ihracatının kurumsallaşmış, örgütlü bazı kuruluşlarca yapılmasını amaçlasa da, Özal’ın ortadan kaldırdığı ikili anlaşma dönemi sona erinceye kadar büyüklük Rusya’ ya satılan mal miktarıyla orantılıydı..

Mahir Turan, Hüseyin Dinçyürek, Necati Bolkan, Selahattin Uzel -sonraları İsa Öner gelip bu isimleri sollayacaktı- gibi ihracatçılar yanında NARKO, MENAS, TÜDAŞ, İÇKOBİRLİK adlarıyla ünlenen ve üreticilerin oluşturduğu kooperatifler, birliklerin öne çıktığı günler..

Bugünlerde sanki yeni bir şeymiş, daha önce hiç denenmemiş gibi üreticileri bir araya getirmeyi mucize çözüm gibi ortaya atanlara baktıkça ağır bir yükün sorumluluğunu hissediyorum üzerimde..

Geçmişte üretici birliklerinden, kooperatiflerden yola çıkarak, Türkiye’nin kendi alanlarında öncü ilkleri; NARKO, MENAS, TÜDAŞ, İÇKOBİRLİK gibi örgütlenmelerin hataları sevaplarıyla geçirdiği süreçleri ve sonlarını bilmeden, yükselme ve çöküş öykülerini dinlemeden, kısaca onların tecrübelerinden yararlanmadan yola koyulmaya kalkışanları uyarma kaygısı bizimkisi..

Düne kadar kendimiz bellediğimiz Rusya pazarını istila eden Arjantin’in, AB ülkelerine hakim olmasına rağmen İspanya’nın, stratejileriyle yeni Pazar arayışlarını, üretim ve ihracat miktarlarını, önümüzdeki süreçte de en ciddi rakiplerimiz olmaya namzet bu ülkelerde verilen gizli açık teşvikleri bilmeden eski ezberlerle yeni koşulları okumanın zorluklarını herkesin anlama zamanı geldi..

1980 ler düşük vergi iadesinin arttırılması, 1990 lar DFİF oranlarının yükseltilmesi teraneleriyle geçti..

2000 ler de de ihracatta ton başına verilen iadelerin düşüklüğünden şikayet edildi, ediliyor..

Kalıcı ve akılcı çözümler yerine, hükümetlerin eleştirilmesi gibi, popülizme dayalı tatmin dışında hiçbir işe yaramayacağı baştan belli söylemler dillendiriliyor..

Çok ortaklı şirketlerin de, üretici kooperatiflerinin de başarılı olmalarının olmazsa olmazı “birlikte yaşama, dürüstçe paylaşma” kültürü göz ardı ediliyor nedense..

Bunu özümsemeden meydana getirilecek her yeni oluşumun ömrünün, geçmişteki NARKO ya da İÇKOBİRLİK kadar bile sürmeyeceği kaygısı kimsenin umurunda değil..

Nedense aklıma Konfiçyus’ un meşhur sözü geliyor..

“Hayat yenilen kazıkların bileşkesidir”

İnsan sormadan edemiyor..

40 yıldır yediklerimiz ortadayken, yenilerine bu kadar hızlı koşmak neden?

 
Toplam blog
: 9
: 1216
Kayıt tarihi
: 04.07.06
 
 

Ekonominin gittikçe küreselleştiği günümüzün yükselen değeri katılımcı demokrasi.. Katılımcı demokra..