Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ağustos '10

 
Kategori
Güncel
 

Linç ve bireysellik

Linç ve bireysellik
 

Saat 17.00. Mekan Bostancı İskele duragı. Hava durumu berbat, güneşte bekliyoruz, yeni moda tabirle hissedilen sıcaklık 50 derece falan...

Bekledigimiz İstanbul’un nimetlerinden E9 numaralı Bostancı-Sabiha Gökçen otobüsü. Hani o yeşil, temiz, klimalı, içinde valizleri de koymak için rahat yer olan, dakik, bileti de digerlerinden pahalı olan belediye otobüsü. Bir an önce kendimizi klimanın güvenli kollarına atmak için sabırsızca bekliyoruz.

Ve işte tam saatinde geliyor yine. Duragın önü çift sıra taksi kuyrugu. Otobüs biraz geride kalıyor, nerede durursa orada binmeye alışkın güruh ellerinde valizleriyle, hem duragın gerisine, hem de üçüncü şerite koşuşturuyor.

Şoförse “medeni” çıkıyor, orada açmıyor kapıyı. Taksilere korna çalıyor, öyle sinir bozucu zooorrrttt degil, kibar bir bip de degil, ikisinin arası bir şey.

Otobüsün tam önündeki taksici sinirleniyor. “Tamam kardeşim, sen de orada al yolcunu, allaallaaa!” Kimse kıpırdamıyor, yolcular otobüs kapısının açılması için ısrarcı. Ben dayanamayıp taksiciye bagırıyorum “Hem durakta duruyorsun, hem caz yapıyorsun, çekil de binip gidelim işte”...

Taksicinin önünde de sırayla taksi var. Zaten her taraf sapsarı. Başlıyor geri geri gelmeye. O arada önündeki de lütfedip ileri gidiyor yer açmak için. Ama bıçkın taksici sinirlendi bir kere, geri basıp otobüse dokunduruyor, önü boşalmış olmasına ragmen...

Otobüs şoförü de sinirleniyor. El kol hareketleri falan. Taksici iniyor, otobüsün şoför kapısına geliyor “insene lan aşşaya” ... Yolcular hala kapıda bekliyor. Diger taksiciler de geliyor, kimi arkadaşlarını destekleyip tansiyonu arttırıyor, bir iki tanesi de “tamam hadi gidelim” modunda. Hissedilen sıcaklık 60 derece oluyor...

Yolcuların aklına uçaklarını kaçırabilecekleri gelince gitmek için sarı ve yeşil araçların şoförlerine konuşmaya başlıyorlar, gayet korkak söylemlerle de olsa.

Sonunda otobüs üçüncü şeritten ikinciye, oradan da duragın önüne terfi ediyor, kapı açılıyor, başlıyoruz binmeye. Taksici hala otobüsün şoför kapısında bagırıp duruyor, bizim kaptan bir yandan ona laf yetiştiriyor –küfür, hakaret yok- diger yandan para üstü vermeye falan çalışıyor. Saat 17.10...

Hepimiz binebiliyoruz, yerleşiyoruz, klima etkisiyle nefes almaya başlıyoruz. Yolcuların baskısıyla yolcu kapısı da kapanıyor, ohh gitmeye hazırız.

Ama hayır, işte o kapı da kapanıp fiziksel kavga olasılıgı yok olunca, taksiciler bir anda aslan kesiliveriyor, kalabalıklaşıyor, küfür, kapıya tekme, hakaret vs başlıyor. Bizim kaptan herhalde artık sabrının son noktasında, en olmadık hatayı yapıp kapıyı açıyor. Bir anda içeriye yedi mi sekiz mi tam sayamadım taksici atlayıp başlıyorlar bizim şoförü linç etmeye. Adam fena dayak yiyor...

İçeride kadınlar çıglık kıyamet, bir şekilde birileri (diger taksicilerden, kesinlikle yolculardan degil) linçcileri aşagıya indiriyor, kapılar yine kapanıyor...

Herkes hadi gidelim diye çabalarken şoförümüz telefonunu eline alıyor, gitmemeye karar veriyor, ben polisi aradıgını zannedip koşup aşagıdaki taksilerin plakalarını not ediyorum, her kafadan bir ses çıkıyor...

Bu şimdi size memlekette her gün yaşayabilecegimiz “sıradan” bir olay gibi geliyor degil mi? Üstüne üstlük ramazan, hava cehennem, millet aş susuz, sinirli, bu kafar büyütecek bir şey yok. Ne var yani, niye yazıyorum?

O zaman beni etkileyen, düşündüren ve isyan ettiren noktaları bir bir anlatayım :

- Ne bizim şoför, ne taksicilerden ne de yolculardan biri, kimsenin aklına polisi aramak gelmiyor. Şoförün aradıgı ise kendi kurumundan bilmemneresi.

- Şoför haklı olarak şahit istiyor, kimin gördügü konuşuluyor, “ben” diyorum, en arkalardayım, elden ele bir küçük İETT defteri ve kalem yollanıyor, ismimi ve telefon numaramı yazıyorum, “arkadaki bey de gördüm” diyordu diyorlar, o beye uzatıyorum, “yok ama şimdi emin degilim ki” diye geveliyor! Sonunda koca otobüste bir tek benim adım yazılı kalıyor defterde... Herkes bir bahane buluyor, bir kadın daha “tamam ben de şahit olurum “ diyor, o sırada millet artık iyice baskı yapıyor gidelim diye, zaten taksiciler bir bir arazi oldu, yola çıkınca o kadının isim yazma işi de kalıveriyor! Hırsımı çıkarmak için yüksek sesle söyleniyorum; “herkes korkak olmuş”, “zaten ne varsa hep kadınlarda var” falan diye zırvalıyorum. Saat olmuş 17.20.

- Yola çıktık dediysem az ötedeki merkez duraga kadar gidiyoruz ancak. Telefonun öbür ucundakilerinin yanına. Süvari kuvvetleri bizi karşılıyor, araç degiştirecegimiz söyleniyor, “canım ne gerek var ki, başka şoför verin devam edelim” gibi absürd teklifim hiç ragbet görmüyor, herkes valizini sırtlayıp yeni şoför ve yeni otobüse koşuşturuyor. Yeni otobüs dedigim de tam lafın gelişi. Eski, kırmızı, daha az yolcu koltuklu ve de klimasız! Vermişiz kafa başı 3, 5 Lira, adam gibi yolculuk yapmak için ama nedense bu konu kimseyi ilgilendirmiyor, rahatsız da etmiyor. Maksat uçaga yetişmek, şu stresten kurtulmak. Develere yükleseler de gidecegiz sorgusuz sualsiz... O koşuşturmada şoförün eline aldıgım plakaların, yazdıgım notun, ismimim imzamım oldugu kagıdı zar zor tutuşturup atlıyorum yeni kırmızı otobüsüme, yoksa şimdi de bana kızacaklar geç kalıyoruz diye... Saguna sıcagında bir yolculuk yapıyoruz, kah duraklarda durmayıp arkamızda şaşkın yolcular bırakarak, kah durup üzerinde başka yere gittigi yazan ve rengi de tutmayan araca insanların dönüp bakmayıp, “havaalanına 1-2” minibüs kahyalıgı yaparak...

Evet, yolculardan hiçbirinin kavgaya müdahele etmek istememesi, aman ben bulaşmayayım diye şahitlikten kaçınması, şoför linç edilirken uçaa yetişme egoizmi gayet Avrupai gelişmeler, kabul ediyorum !

Ama geri kalanıında yine sınıfta kaldık. Hak hukuk, kural, kanun hala bize çok uzak kavramlar. Çünkü herkesin tek konuştugu taksicilerin terbiyesizligi, bizim kaptanın ise keşke kapıyı açmasaydısı... Efendim nasıl kanıtlanabilinirmiş ki adamın geri gelip otobüse çarptıgı, hem o karmaşada nasıl bilebilirlermiş ki hangi taksi oldugunu (bunları söyleyenler şahitlikten kaçanlar tabi) . Şahit gider, “ahanda budur hakim bey” der, olur biter. Yok bitmezmiş...

Peki ya asıl olayın başlangıç noktası ? Polis gelip habire ceza yazsa, o taksiler duragın önünde duramasalar bütün bunlar olur muydu ? Bir saat bu konu konuşuldu –konuşmaya herkes bayılıyor- bunu aklına getiren yok. Çünkü özümsenmiş bir durum degil. Ha tabi, şoför de çogu meslekdaşı gibi kapıyı üçüncü şeritte açabilirdi, oradan doluşup gidebilirdik de paşa paşa! Bu da kimseyi rahatsız etmezdi. Tıpkı otobüs degişiminde kimsenin gıkını çıkarmaması gibi...

Veya yolcular uçaklarını kaçırsalardı ne olacaktı? Kaç kişi dava açardı ve de kime? Güvenebilirler miydi tartışmasız olarak haklarını alacaklarına? Yoksa yıllarca sürecek davalarla “<ı>ugraşma”, masraf yapma gibi “<ı>caydırıcı” nedenlerle yine kuzu kuzu kabullenme yolunu mu seçerlerdi başlarına geleni?

Bu kanıksanmış yanlışlıklar zinciri kırılmadıgı sürece daha bunları çok yaşayacagımızı biliyorum. Yolda buram buram terlerken bunları düşündüm. Eskiden daha mı iyiydi acaba demekten de kendimi alamadım. Herkes herşeye karışırken, müdahele ederken. O zaman şoför gözümüzün önünde linç edilemezdi herhade. Ne orada, ne burada, iki arada gidiyoruz bir tuhaf yolda...

 
Toplam blog
: 36
: 1240
Kayıt tarihi
: 25.10.08
 
 

Fransa ve Türkiye'de on sene kadar turizmcilik yaptıktan sonra iletişim alanına yönelmiştir. İnte..