Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '10

 
Kategori
Sinema
 

Livaneli'den Veda

Livaneli'den Veda
 

Livaneli'nin Vedası


Eleştirmenlerin olumsuz görüşlerine rağmen Zülfü Livaneli’nin Veda filmine gitmekten alıkoyamadım kendimi. Film, Atatürk’ün çocukluk arkadaşı Salih Bozok’un anılarından yola çıkılarak yapılmış. Eleştirmenlerin ortak düşüncesi resmi tarihin dışına çıkamadığıydı…

Doğrusu ben onu da bulamadım. Resmi tarih de bir şeydir ama Veda…

Şöyle düşünün. Yemeği çok seven birisisiniz. Envai çeşit yemekler ve tatlılarla donatılmış bir masaya oturtuyorlar sizi ve “Buyurun, afiyetle yiyin!” diyorlar. Çatalınızı ilk tabaktan bir lokmaya batırıyorsunuz, tam ağzınıza götürmek üzereyken engelliyorlar. Sonra diğer tabağa yöneliyorsunuz, oradaki lokmanızı da ağzınıza atmanıza izin vermiyorlar. Hangi yemekten alırsanız alın, izniniz sadece ağzınıza kadar götürmek, en fazla dilinize değdirmek…

İşte Veda öyle bir filmdi. Atatürk’ün yaşamından onlarca kesit var ama hiçbirini layıkıyla seyretme hazzını alamıyorsunuz. Diyelim Büyük Taarruz anlatılıyor. Önce top sesleri… Allah’ı var, top sesleri bir hayli iyiydi. Sonra ordumuz İzmir’e giriyor ama ne bir coşku ne de heyecan. Can Dündar’ın Mustafa’sı bile çok daha doyurucuydu.

Ata’nın Dolmabahçe’de hayata gözlerini yumduğu an. Başı yastıktan düşüyor. Sonrasında hiçbir şey yok. Ne hüzün ne O’nun ardından yürüyen ve özlemle anan yığınlardan eser var. Tersine tam bir karamsarlık hâkim. Salih Bozok, Atatürk ölürse ben de intihar edeceğim diyor. Bu da filme olduğu gibi yansıyor.

Yani Veda, Atatürk ölünce her şey bitecek demeye getiriyor neredeyse. Oysa Zülfü Livaneli gibi bir sanatçının görevi topluma umut vermek, umutsuzluk değil. Atatürk ölür ama yığınlar onun fikirlerine sahip çıkar, bunu işlemek.

Hatalar da var filmde. Çok sayıda. Mesela Mustafa Kemal’in, Çanakkale’de taarruza geçen birliğin en önündeyken göğsündeki saate şarapnel parçası isabet etmesi. Oysa bu olayın siperde olduğunu ilkokula yeni başlayan çocuk bile bilir.

Keza Çanakkale Zaferi için mealen “Türk, Kürk, Rum, Ermeni hep birlikte kazandık, ” deniyor. Tamam, birlik ve kardeşlik mesajı vermek için benzer cümleler kullanılmasını anlayabilirim, ama bu gerçeği yansıtmalı. Çanakkale’de Rumlar ve Ermeniler yoktu, olamazdı. Çünkü Birinci Cihan Savaşı’na kadar gayri-müslimler zorunlu askerlikten muaf. Savaş patladıktan sonra ise Amele Taburları gibi geri hizmet birimlerinde görev yapıyorlar. Eğer Tabip Yüzbaşı Dimitri gibi birkaç kişiyi saymazsak, Ermenilerin ve Rumların Çanakkale Zaferine katkısı oldu demek, en azından orada can veren 60 bin Mehmetçik’e ayıp.

Filmde iyi şeyler yok muydu? Olmaz olur mu? En hoşuma gideni söyleyeyim: Türk ordusu İzmir’e girince Rumlar, Yunan askerlerinin peşinden kenti terk ediyor. Tıpkı Yunan ordusu Selanik’e girince Türklerin kentten ayrılması gibi. Sonuçta kaybeden hep halk oluyor, deniliyor…

Çok iyi bir futbolcu aynı zamanda illa iyi basketbol oynayacak, teniste mükemmel backhand vuracak, güreşte herkesin sırtını yere getirecek diye bir kural yoksa, dünyanın en iyi müzisyenlerinden Zülfü Livaneli’nin de iyi bir sinemacı olması şart değil. İyi yapamadığı alanlara da el atmasındansa en iyi olduğu işleri yapması hem onun hem de toplum için daha iyi olur kanaatindeyim.

Öte yandan tüm yetersizliğine rağmen seyircinin filme ilgisi Ata’ya ne kadar özlem duyduğumuzun göstergesi…

 
Toplam blog
: 173
: 2173
Kayıt tarihi
: 03.10.07
 
 

1958 Trabzon doğumlu. Darüşşafaka Lisesi ve M.Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi mezunu. Yazdığı kitapla..