Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mayıs '20

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Lokantalar ve pazar gezmeleri

Lokantalar ve pazar gezmeleri
 
Gazanfer ERYÜKSEL
 
1950-60’lı yılların Türkiye’sinde ailece lokantaya gitmek istisnanın da istisnası bir durumdu. O da İstanbul, Ankara, İzmir gibi birkaç büyük kentte lafzıyla ve ruhuyla gerçekten kentli ve belli bir gelir düzeyinin üstünde olan aileler içindi.
 
O yıllarda yaygın olan ailelerin pikniğe gitmeleriydi. Kendi bağı ve bahçesi olanların ise özellikle Anadolu’da işi kolaydı. 
 
O yılları düşünüyorum da ailece hiç pikniğe gitmedik. Gittiğim ilk piknik, ilkokul dördüncü sınıftaydı.  Belgrat Ormanı’na gitmiştik. Ormandaki küçük bir deredeki tahta köprünün kırılmasıyla dereye düşmüştüm. Arkadaşım Sinan annesiyle gelmişti de yanına aldığı yedek pantolonu vermişti bana. 
1963’den sonra babam ailece lokantaya ayda ama çokluk iki ayda bir götürürdü bizi. Aksaray’daki işkembe çorbacısı Vangel’in dükkânının ilerisinde bir Urfa Kebapçısı vardı. Lahmacun ve Urfa Kebabının tadına ilk kez orada bakmış ve beğenmiştim.
 
Belli aralarla da o zamanki adıyla Londra Asfaltı olan, şimdiki E-5 Karayolu, üzerinde Ömür Restoran vardı. Bakırköy-Bahçelievler kavşağında… Ömür yoğurt ve ayranlarının sahibi açmıştı. Döneri de ilk kez orada yemiştim. 
 
Ömür Restoran, gelen arabalara dönerli sandviç ve ayran servisi de yapardı ki bu uygulama o dönemde büyük bir yenilikti. 
 
Yine bir Pazar günü ailece Ömür Restoran’a gitmiştik. Yemeğimiz bir klasikti… Döner ve yanında yoğurt veya ayran… O gün hepimiz yoğurt istemiştik. Benim yoğurdum yarıya gelmişti ki tam ortasında bir karasineğin sırtüstü yattığını gördüm. Garsonu çağırarak elimle yoğurdu işaret ettim. Garson telâşlı bir şekilde yoğurdu alıp yenisini özürler dileyerek getirdi. 
 
Hâlâ şaşarım çocuk aklımla masadakilere hiç belli etmeden bu hamleyi nasıl yaptığıma… 
 
Birkaç sefer de Küçükçekmece’de bir et lokantası olan Beyti’ye gitmiştik. Bir Pazar günü yine tam Beyti’ye gitmiştik ki bir garson bizi kapıda karşıladı ve Süleyman Demirel’in yemeği olduğu için müşteri alamadıklarını söylemişti. Biz de hemen yanındaki Yeni Orman Lokantası’na giderek döner yemiştik. 
Beyti Lokantası o gün kapalı olduğu halde Yeni Orman Lokantası’nda müşterinin azlığı dikkatimizi çekmişti. Yediğimiz dönerden de Beyti’de bulduğumuz lezzeti bulamamıştık. Bir daha da oraya gitmedik
Ailece hafta sonları pikniğe gitmezdik ama yazın hemen her Pazar günü Boğaziçi’nde bir yere giderdik. Bu yerler çoğunlukla Aşiyan, Kanlıca, Göksu ve Sarıyer’in ilerisindeki Telli Baba olurdu. Göksu’nun sırtlarında Âşıklar Tepesi’ne çıkardık ki Boğaz’ı tepeden seyretmek bir başa güzeldi. Tepenin eteklerinde Anadoluhisarı karşımızda ise Rumelihisarı… 
 
Hem gidişte ve hem de dönüşte yapılan vapur yolculukları bulunmaz bir keyifti. Aşiyan, Kanlıca’da gittiğimiz yerler çay bahçeleriydi. Annemin evde yaptığı kuru köfte, börek ve kurabiyeleri yer, çayları dükkândan içerdik. O dönemde bizim gibi kır pikniğini seçmeyen birçok aile gelirdi o çay bahçelerine. Ama en tenhası Âşıklar Tepesi’ndeki o salaş çay bahçesi olurdu. 
 
Kanlıca’ya her gidişimizde iskelenin yanındaki çay bahçesinde otururduk. Ama buranın diğerlerinden farkı akşamüstü satılan Kanlıca yoğurtlarından yemekti. 
 
O yıllarda Boğaz vapurlarda çay, kahve, gazoz, limonata ve ayran dışında Kanlıca yoğurdu da satıldığını hatırlıyorum. İsteyen üzerine pudra şekeri ekerek yerdi. 
 
Kanlıca’da bir iki kez de Buhara Lokantası’na gitmiştik. Buhara pilavını ilk orada duymuş ve tadına bakmış, ailece pek sevmiştik. Annem ustadan tarifini almış evde yapmıştı. İçinde rendelenmiş havuç ve kuzu etleri olan bir pilavdı. 
 
Az kalsın unutuyordum Pazar günleri gittiğimiz yerler arasında Taksim’deki Cennet Bahçesi de vardı. Gümüşsuyu’na inerken Alman Konsolosluğu’nun yanındaki sokağa sapar oradan Cennet Bahçesi’ne giderdik. O dönemin seçkin otellerinden Park Otel’in yanındaydı. Öyle bir manzarası vardı ki hem Boğaz hem de Marmara Denizi hatta Haliç’in girişi görülürdü. Gençlik yıllarında bu kez Cennet Bahçesi’ne bira içmeye gider olmuştum.
 
Aksaray’daki evde birkaç kez çorbacı Vangel’den alınan işkembe çorbası içtiğimi hatırlıyorum. Babam kapaklı bir bakraçla getirirdi çorbayı.
 
Evde nohutlu işkembe pişirildiği halde neden işkembe çorbası yapılmazdı acaba? 
 
 
 
Toplam blog
: 227
: 584
Kayıt tarihi
: 16.12.15
 
 

1952 Yılında İstanbul'da doğdu. Pertevniyal Lisesi'ni ve İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akad..