Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ağustos '09

     
    Kategori
    Dünya Şehirleri
     

    Londra'da hayat

    Londra'da 1. gün Londra'daki gezimizi dilim döndükçe burada sizlere yararlı olması, bir fayda dokunması umuduyla yazacağım. Özellikle gitmeniz gereken yerleri, almanız gereken şeyleri, tatmanız gereken yemekleri anlatacağım. Evet artık başlayacak olursak Londra'da 1. günümüz, evet iyi bir kahvaltıdan sonra dışarı meraklı gözlerle çıktık. İngiltere'de olduğum sürece benim kaldığım yer Wimbledon'da mütevazi bir evdi. İlk önce babamın işi gereği Imperial College gitmemiz gerekiyordu ve ilk gün bizde okulun bulunduğu South Kensington ve çevresini gezmeye karar verdik. Peki nasıl gezeceğiz Londra'da diye soracak olursanız İngiltere'de daha doğrusu Londra'da ulaşım için en pratik yol underground. Benim için de en hızlı yol underground'dı dediğim gibi. Undergroundı kullanarak Londra'yı keşfedecek olan herkes için en iyi yol en yakın underground istasyonundan 7 günlük ya da daha uzun bir süre için travelcard almak ve geriye kalan doyasıya gezmek. Yaklaşık 30 poundluk bu travelcard'la 7 gün boyunca metroda, otobüste ve diğer ulaşım araçlarında sınırsız kullanım hakkına sahipsiniz.

    Nerde kalmıştık South Kensingtonı gezmeye karar vermiştik dedim, orada hemen Imperial College yanında Natural Science Museum ve onun hemen yanında da Natural History Museum var. Bu müzeleri ilk önce gezelim dedik ve girdik. Bu arada 2 müzeden de giriş ücreti alınmıyordu. British müzeside dahil olmak üzere zaten Londra'daki birçok müze girişi ücretsiz. NH ve NS müzeleri gerçekten çok eğlenceli olmakla birlikte çok eğiticiydi ve eğer bilimle uzaktan yakından ilgiliyseniz bilim müzesi çok keyifli. Benim açımdan söyleyecek olursam en üst 2 katta tıp ile ilgili bölümler vardı; mesela kadavra modelleri çok ilginçti, yine yanlış hatırlamıyorsam 3. katta sağlık sektöründe kullanılan makinaların (MR, Ultrason vs...) ilk keşfedildiğindeki halleriyle orada görmek çok güzeldi. Bu iki müzeyi gezdikten sonra- yaklaşık 4 ya da 5 saat geçirdik- oradan otobüse bindik Piccadilly Circus'a gittik.

    Piccadilly Circus çok işlek bir kavşak. NYC'deki Times meydanının karşılığı olduğunu söylüyor İngilizler. Bu önemli merkezde birkaç foto aldıktan sonra alışveriş için regent caddesine yöneldik. Londra'da alışveriş için neresi dediğinizde (bizim istiklal caddesi gibi) akıllara birkaç cadde gelir; bunlardan biri regent diğeri Oxford caddesidir. Regent caddesinde hemen hemen her mağazaya girdik. Ben ordayken indirimler yeni başlamıştı :), uygun fiyatlarda ürün bulmak mümkündü dolayısıyla. Regent street'te aklımda kalan Hamleys Toys Shop'tu. Mutlak girip gezmenizi tavsiye ederim. Birşey almasanızda mağazayı gezerken çok eğleneceksiniz. Yaşımız bu kadar filan demeyin her yaştan insanı eğlendirebilecek bir yerdi. Sakın unutmayın mutlaka Hamleys'i gezin ve beni hatırlayın :). Regent Street ten sonra oxford street e çıktık. Bu cadde tam bir alışveriş cenneti. 70 milleti görmek mümkün burada. Herkes mutlaka birşey almış oluyor, anlayacağınız manyak bir ticaret dönüyor bu caddede. Bu cadde avrupanın en uzun caddesiymiş ki bizcede öyleydi bir hayli yorucu oldu son saatlere de kaldığı için. Birçok mağazaya girdik bu caddede de yine. Tavsiyem Debenhams, Zara, Sports Direct, H&M, TopShop, Crest of London (bu mağaza hediyelik eşyalarla dolu) mağazalarına mutlaka girmeniz, çok ucuz ve güzel şeyler bulabileceğiniz mağazalar bunlar. Bu caddeyide gezip alışveriş yaptıktan sonra bizim için eve dönüş saati gelmişti ki yavaş yavaş undergrounda yöneldik. Metroya bindik ve eve geldik. İlk gün içinde o kadar çok yorulmuşum ki saat 11:30 filandı gözlerimin kapanmasına izin veremiyordum-hayatımda hiç bu kadar yorulduğumu hatırlamam- Mutlaka rahat bir ayakkabı giyin ve yanınızda kaliteli bir fotoğraf makinası olsun. Küçük olursa daha pratik olur. Benim ilk gün götürdüğüm kamera bana baya bir eziyet etmişti dolaşırken. Ondan sonra götürmedim zaten.

    Hee bu arada ilk günümüzde öğle yemeğini oxford caddesindeki McDonalds'ta yaptık, tıklım tıklımdı oturacak yeri zor bulduk, yediğimiz bildiğiniz menulerden birtanesiydi. Akşam yemeğini soracak olursanız bizim misafiri olduğumuz evde yaptık. Sağolsunlar çok zahmet etmişler ve çok güzel akşam yemeği hazırlamışlardı, buradan tekrar kendilerine çok teşekkür ediyorum. Bence yemek sorunu Avrupa ve diğer ülkelerde olanlar için çok önemli bir sorun gerçekten. Bundan dolayı neler çektiğimi anlatsam ağlarsınız belkide gitmekten vazgeçersiniz :). En iyisi anlatmayayım ben. Bulunduğunuz yerdeki ilk günlerinizde yemek konusunu halledecek bir yol bulursanız çok rahat edeceksiniz.

    Benden birinci gün için bu kadar, yoruldum gerçekten. Londra'da 2. gün Evet herkese merhaba. Londra'da Hayat başlığı altında 2. günü yazmaya başladım. İkinci gün artık herşey daha iyileşmişti. Deliksiz 5 saatlik bir uykudan sonra da olsa baya kendimize gelmiştik ve ikinci gün için deli dolu hazır haldeydik. İkinci gün için yine South Kensington'dan başlayıp Westminster'a gitme kararı aldık. Undergrounda atladığımız gibi ikinci gün maceramız başladı. Bu arada metroya değinmeden geçemeyeceğim. Hızlı ve dakik ayrıca tenha da oluyordu fakat araçları basıktı gerçekten. 1.85'ten uzunsanız muhtemelen ayakta dururken zorlanırsınız. Bu yönüyle kötü olsada rahat koltukları ve mutlaka oturacak yer bulabilmenizden dolayı fena sayılmazdı. South Kensingtondan başladık ikinci günümüze yine, çünkü o bölgede gerçekten gezecek yer çoktu. Royal Albert Hall muhteşem, görkemli yapısıyla karşımızda duruyordu. İnanılmaz güzellikte olan bu salonda konserler, tiyatrolar, müzikaller vs. gibi etkinlikler yapılmakta. Tenis maçı bile yapılmış zamanında. Zamanında derken 1800'lü yılların sonlarına doğru Kraliçe Victoria tarafından yaptırılmış. İlk ismi bu olmamakla birlikte bu ismi kraliçenin kocası Albert'ten almış. Bu kadar tarih dersi yeter derken günümüze dönelim ve bir not daha ekleyeyim, çok severek dinlediğim gerçek bir sanatçı olan Sezen Aksu'da bu salonda konser veren kişiler arasındadır, yanlış hatırlamıyorsam 2 sene önce bir konser vermişti. İşte Knightsbridge caddesindeki bu yapıtın birkaç fotosunu aldıktan sonra yavaş yavaş Hyde Park'a -bence Londra'daki kraliyet parklarından en güzeliydi- yöneldik. yeşiller arasında bizi son derece dinlendiren bir zaman geçirmiştik. Bunun etkisi ki akşam ikinci gün programımızı eve gitmeden önce burada oturup dinlendikten sonra bitirelim diye kararlaştırdık hemen. Hyde Park'ta kimi çimlerde oturmuş dinleniyor, kimi arkadaş grubuyla piknik yapıyor, bazıları bisiklet biniyor kısacası tam kafa dinleme yeri. Bu güzel parkta spor yapabilseydik keşke diye hayıflanırken, daha gezecek çok yer olduğu aklımıza geldi ve yola koyulduk, tamamen yeşillerin içinden yürürken aklımıza birden bu kadar geniş yer İstanbul'da olacakta burası park olacak, hemen dikeriz gökdelenleri sonuçta şehrin göbeğinde son derece değerli bir yer sonuçta değil mi diye geldi. Ne yapalım düşünmeden olmuyor, aklımıza geldi bir kere bu parkta. Park çok büyük her köşede bir anıt veya bir etkinlik var. Yeşiller arasında ilerledik derken speaker's corner dedikleri özgürce aklınıza gelen herşeyi konuşma hakkınız olduğu köşeye geldik. Kraliyet topraklarına ayak basar basmaz malum kraliçeye laf söyleyemiyorsunuz ama burada bir yükseltiye çıktıktan ve ayaklarınız topraktan çekildikten sonra kime ne isterseniz söyleyebiliyorsunuz. Biz oradayken sabahın erken saatleri olduğundan haliyle konuşan kimse yoktu. Ama komedi bir olay olduğu kesin.

    Artık yavaş yavaş Hyde Park turumuzu bitirmek üzereydik ki yorulmuşuz ve hemen bir büfe tarzı bir yerden atıştırmalık yiyecek, içecek tarzı birşey aldıktan sonra kendimizi parktaki şezlonglardan birine attık, birazda orada oturup dinlendik. Hyde parkıda bitirdikten sonra az daha unutuyordum yazmayı hyde parkın girişinde aynı zamanda güzel bir kemer var Marble Arch diye görülecek yerler arasında burasıda yine fotoğraflık yani. Neyse yeter bu kadar hyde park çıkalım artık dedim, -hem ordayken hemde şimdi ki bu yazımda - ve hemen undergrounda atladık. Rotamız westminster'dı. İndik metrodan ve westminsterdaydık. Neo-gotik tarzda yapılan İngilterenin en büyük binasının parlemento binası olduğunu öğrendik ve İngiltere'nin simgelerinden sayılabilecek Big Ben'i gördük, buralarda birçok fotoğraf aldıktan sonra westminster köprüsüne yöneldik. Yine köprüde yürürken de birçok fotoğraf çekildik. Thames nehrini köprüden izledik. Nehir temiz değildi. London Eye'ı gördük ve hedefimize yerleştirdik, ilerliyorduk. London Eye dev bir dönme dolap. 135 metre yüksekliğe çıkıyor. Tüm Londra’yı yaklaşık 30 dk’lık bir dönüşle görebiliyorsunuz. London Eye'ın bulunduğu yerde akvaryum, fright club ve daha birçok etkinlik vardı. London Eye’a biz binmedik, çok gerekli görmedik açıkcası. Uzun uzun fotoğraf çekildikten sonra bir caffe Nero’da biraz dinlendik. Bir tatlı ve yanında kahve aldık, baya bir dinlendik. Sonra waterloo istasyonuna doğru yöneldik ve oraya doğru giderken bir hediye eşya dükkanı var. Oraya bir şeyler bakmak için girdik. Camdan yapılmış Big Ben kuleleri çok güzeldi fiyatı 20sterlinden başlıyordu. O mağazadan çıktıktan sonra metroyla eve dönüş için yola koyulduk zaten. İkinci gün için söyleyebileceklerim bunlar. Daha çok gezmek yerine içerlerde aktivitelerde zaman harcadık o gün. Waterloo ve çevresinde çok zaman geçirdik. Londra’nın beklide en turistik yerlerinden. Çok kalabalıktı gerçekten diğer bölgelere oranla. Havalar biz ordayken çoğunlukla yağışlıydı, klasik İngiltere havasıydı anlayacağınız ama yinede dediğim gibi çok kalabalık bir turist grubu vardı. Kısacası güzel bir gün daha geçirmiş olduk ve eve gittik ve artık üçüncü gün için dinlenmeye başladık. Umarım bir yerinden bir parçada olsa birine yararı dokunur...

     
    Toplam blog
    : 1
    : 3030
    Kayıt tarihi
    : 24.08.09
     
     

    20 yaşındayım, İstanbulda yaşıyorum, tıp dersleriyle boğuşuyorum. Zaman buldukça film izliyorum, sey..