Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mayıs '13

 
Kategori
Tarih
 

Lozan ve "Etabil" sorunu üzerine...

Lozan Barıs Konferansı esnasında 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan “Türk ve Rum Nüfus Mübadelesine İliskin Sözlesme ve Protokol” ile Türkiye’deki Ortodoks Rumlar ile Yunanistan’daki Müslümanların mübadele edilecekleri ve İstanbul Rum halkı ile Batı Trakya Müslüman halkının bu mübadele dısında tutularak “yerlesik” sayılacağı kararlastırılmıstı.

Ancak Mübadele Sözlesmesinin uygulanması kolay olmamıs, her iki ülkede de ekonomik ve sosyal sorunları artırmıstır. Ayrıca mübadelenin uygulanması esnasında iki ülke arasında meydana gelen gerilimler günümüzde dahi hala devam eden ciddi siyasal sorunlara sebep olmustur. Bu sözlesmenin 11. maddesi uyarınca yapılacak mübadelenin uygulanmasında karsılasılabilecek sorunları çözümlemesi amacıyla da Muhtelit Mübadele Komisyonu4 kurulmustur. Komisyon çalısmalarına Ekim 1923’de baslamıs ve önemli bir sorunla karsılasmadan Nisan 1925’e kadar bir kısım Rum ve Türk halklarının mübadelesi sağlamıstır(Gürel,1993). Ancak sözlesmenin ikinci maddesinde yer alan “établis” kelimesinin Türk ve Yunan komisyon üyelerince farklı yorumlanması iki ülke arasındaki iliskileri kopma noktasına getiren “etabli sorunu” da denilen anlasmazlığa yol açmıstır. Sözlesmenin anlasmazlık konusu olan 2. Maddesinde établi (yerlesik) tanımı su sekildedir(Soysal,1989:177-183): “1912 kanunuyla sınırlandırıldığı biçiminde, İstanbul Sehremaneti daireleri (belediye sınırları) içinde, 30 Ekim 1918 tarihinden önce yerlesmis bulunan bütün Rumlar İstanbul Rumu ve 1913 tarihli Bükres Antlasmasının koymus olduğu sınır çizgisinin doğusundaki bölgelere yerlesmis bulunan Müslümanlar, Batı Trakya’da oturan Müslümanlar sayılacak”. Anlasmanın Fransızca metninde geçen “établis” tabiri Türkçe’ye “sakin bulunmus” olarak çevrilmis ve TBMM’nin onayladığı metinde de yine bu ifade kullanılmıstı5. Dolayısıyla Türk tarafı kimlerin 30 Tesrinievvel 1918 tarihinden önce “sakin bulundukları”nın ancak Türk kanunlarına göre tespit edilebileceğini ileri sürmüstür. Yunan tarafı ise maddeyi 30 Ekim 1918 tarihinden önce herhangi bir sekilde İstanbul’da bulunan her Rumun “yerlesmis” kabul edildiği seklinde yorumlamıstır(Gürün, 1984;Tosun, 2002). Adı geçen anlasmanın ilgili maddesinde Türk ya da Yunan kanunlarına bir atıf yapılmadığını ileri sürerek de “établis” kelimesinin anlamının anlasma metnine uygun sekilde her iki ülke kanunlarından bağımsız olarak verilmesi gerektiğini savunmustur(Erim, 1944;Ladas, 1932).

“Etabli sorunu” bir teknik kavram yorumu farklılığından kaynaklanıyormus gibi görünse de, her iki tarafın tezinin ekonomik ve sosyal nedenleri bulunuyordu. Türkiye mümkün olduğu kadar fazla sayıda Rumu Yunanistan’a göndererek hem türdes bir ulus devlet kurmak hem de Yunanistan’dan gelen Müslümanları gidenlerin bosalttıkları mülklere yerlestirmek istiyordu. Yunanistan ise mümkün olduğunca fazlı Rumu yerlesik statüsünde bırakarak hem İstanbul’la olan bağlarını koparmamak hem de yeni göçmen dalgasının ülkesinde yaratacağı sorunlardan kaçınmak istiyordu. Anlasma sağlanamayınca Yunanistan, Milletler Cemiyeti Antlasması’nın 11. maddesine6 dayanarak konunun Cemiyet bünyesinde ele alınması için basvuruda bulunmustur. Milletler Cemiyeti Meclisi’nde 31 Ekim 1924’te baslanan görüsmelere Yunanistan adına katılan Nikolas Politis, Türk hükümetinin Muhtelit Mübadele Komisyonunun yetkilerine tecavüz ettiğini ve bu arada İstanbul’da 4500 civarında Rum’u tevkif ederek göçe zorladığını ileri sürmüstür(Psomiades, 1968). Aynı oturuma Mübadele Komisyonu adına temsil yetkisi olan Komisyon Baskanı ve İspanya temsilcisi General Don Manuel Manrique de Lara ise, Türk hükümetinin komisyon yetkilerine tecavüz etmediğini belirtmis ve İstanbul’u terk etmeleri için tanınan süre bittiği halde hala oradan ayrılmamıs olan Rumların komisyon kararı ile toplanarak göçe tabii tutulduğunu bildirmistir(Erim, 1944). Ayrıca bu konunun Mübadele Komisyonu asılarak Milletler Cemiyetine getirilmesini doğru bulmadığını da belirtmistir(Psomiades,1968). 28 Ekim 1924 tarihinde de Türk Dısisleri Bakanı İsmet Pasa da Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliğine bir telgraf göndererek Milletler Cemiyetini temsil eden komisyonun vazifesini yapmaktayken baska bir otoritenin onun yerine geçmesinin komisyonun otoritesini sarsacağını dile getirmistir(Erim,1944). Gerek Komisyon Baskanı de Lara’nın görüslerini gerekse İsmet Pasa’nın gönderdiği telgrafı dikkate alan Cemiyet, tavsiye nitelikli kararında komisyonun konuyu tekrar gözden geçirmesini öngörmüstür(Kayam, 1993). Ancak Cemiyetin bu görüsü de çözümü sağlayamamıs ve konu La Haye Daimi Adalet Divanı’na sevk edilmistir. 16 Ocak ile 21 Subat 1925 tarihleri arasında yapılan görüsmelerde, Yunan ve Türk temsilcilerinin tezleri sözlü ve yazılı ifadeleriyle birlikte ele alındıktan sonra Adalet Divanı özetle 21 Subat 1925 tarihinde su sekilde görüs bildirmistir (Gönlübol-Sar, 1990:57):

“ 1- “Sakin bulunmus” (établis) deyimi daimilik vasfını tasımakta ve bir oturma ilebeliren fiili bir durum ifade edilmektedir.

2- “İstanbul’un Rum ahalisi” deyimiyle kastedilen sahısların Anlasma gereğince “sakin bulunmus” sayılmaları ve mübadeleden istisna edilmeleri için, İstanbul sehrinin 1912 kanunu ile tespit edilen belediye sınırları dahilinde bulunmaları, ayrıca oraya ne sekilde olursa olsun 30 Tesrinievvel 1918 tarihinden önce gelmeleri ve orada daimi olarak oturma niyetinde bulunmaları gerekmektedir.”

 

Ancak ihtilafı bu mütalaa da çözememistir. Bu sorunun çözüme kavusturulamaması iki ülke arasındaki iliskileri de gerginlestirmistir. Yunan hükümeti bu asamada Batı Trakya’daki Müslüman-Türk halkının mal varlığına el koymakla kalmamıs ayrıca bölgeye Türkiye’den gelen mübadil Rumları yerlestirmistir. Atina yönetiminin bu uygulamasına İstanbul’daki Rumların mallarına el koyarak karsılık vermesi ise iki ülkeyi savasın esiğine getirmistir(Aksin ve Fırat, 1933). Ancak daha sonra Patrik sorununun çözümlenmesinin de etkisiyle iki devlet arasında gerginlesen iliksiler yumusama dönemine girmis ve 1925 Nisan’ında Ankara ile Atina arasında görüsmelere yeniden baslama kararı alınmıstır. İki taraf arasında gerçeklestirilen görüsmeler sonucunda 21 Haziran 1925’de Muhtelit Mübadele Komisyonu’nun Türk ve Yunan temsilcileri Hamdi Bey ile George Eksindaris tarafından Ankara Antlasması imzalanmıstır(Bilge,2000). Bu antlasma ile Türkiye, 30 Ekim 1918’den önce ve o sıralarda İstanbul’da mevcut bulunan tüm Rumlara yerlesik sıfatı tanıyordu. Ayrıca pasaportları olmaksızın ülkelerini terk edenler hariç olmak üzere yerlesik sıfatı tanınan Batı Trakya Müslümanları ve İstanbul Rumları ülkelerine serbestçe dönebileceklerdi. Eğer söz konusu kisilere mallarını iade etmek mümkündeğilse tazminat ödenecekti. Böylece Türkiye ülkeyi terk etmis bulunan birçok Rumun dönüsünü engellerken Yunanistan’da Batı Trakya’daki Müslüman mülklerine yerlestirmis olduğu bir kısım Rumu bu mülklerden çıkarmak zorunda kalmıyordu.

Ancak, iki ülke arasında temel anlasmazlık sorunlarına çözüm getiren bu antlasma uygulanamamıstır. Bunun en önemli sebebi Mihalakopulos hükümetinin düsürülmesi sonucunda 25 Haziran 1925’te iktidara gelerek cunta rejimi kuran General Pangalos’un Lozan’ı revize etmek temeline oturttuğu ihtiraslı bir dıs siyaset gütmesiydi. Ayrıca General Pangalos’un antlasmanın onayını geciktirmesi Türkiye’yi güvensizliğe itmistir. Dolayısıyla Türkiye bu son antlasmayı gözden geçirme ve uygulamasının güvence altına alınması için yeni adımlar atma kararı almıstır. Ankara’nın bu yaklasımı sonucunda, Pangolos’un Ağustos 1926’da devrilmesinin(Srayrianos, 1963) ardından kurulan yeni koalisyon hükümetinin Türkiye ile görüsme masasına oturması, mevcut sorunların etraflıca ele alınmasını sağlamıstır. Karsılıklı görüsmeler Subat-Aralık 1926 arasında gerçeklestirilmistir(Alexandris, 1983). Böylece 1 Aralık 1926’da Atina Antlasması imzalanmıstır(Düstur, III. Tertip, Cilt: 8).

Argiropulos-Saraçoğlu Antlasması diye de anılan bu son belge taraflarca 1927 Subatı’nda onaylanıp, 23 Haziran 1927’de yürürlüğe girmistir7. Buantlasma ile iki ülke arasında antlasma konusu olan “établis” sorunu en azından siyasi bir çözüme bağlanmıstır. Buna göre, Yunanistan’da bulunan ve Türklere ait olan emlak, muhtelit komisyon tarafından tespit edilen fiyat üzerinden, Yunanistan hükümetince satın alınacaktır. Buna karsılık, Türkiye’de bulunan ve 1912 yılından önce memleketi (Anadolu’yu) terk eden Rumlarla genel olarak diğer Rumlara ait emlak (İstanbul’dakiler dahil olmak üzere) sahiplerine iade edilecektir(Tosun,2002). Ancak Atina Antlasması’nın uygulanmasında her iki tarafın da karsılastığı teknik ve hacmi zorluklar ortaya çıkmıs; Batı Trakya Türklerinin toprak ve diğer mal varlıkları ile İstanbullu Rumların sehirde sahip oldukları emlak ve kurum ve kuruluslarına ait malların dağılımı ve mülkiyeti bakımından yeni sorunlar yaratmıstır. Ayrıca, aynı zaman zarfında, “établis” çerçevesine dahil olup olmadıklarını kanıtlayamayan 20.000 civarında Rumun da İstanbul’dan çıkarılarak sınır dısı edilmesi karsısında Yunan hükümetinin tehditkar bir tavır içerisine girmesi, iki ülke arasındaki iliskileri yeniden gerginlestirdi(Alexandris, 1983). Atina Antlasmasının uygulanmasında karsılasılan zorluklardan biri de, Yunan yönetiminin Ankara ve Atina Antlasmaları gereğince, mal varlıkları hakkında talepte bulunan 119 Türk’ün bu isteklerini isleme koymakta oldukça yavas davranmasından kaynaklanmaktaydı(Alexandris, 1983). Ortaya çıkan gergin atmosferin bir Türk-Yunan çatısmasına dönüsmesi an meselesi olmustu(Cumhuriyet Gazetesi, 5 ve 6 Mart 1929). Türk-Yunan gerginliğine yol açan bu gelismeler her ne kadar savasa dönüsmemis olsa da 1930 yılına kadar sıcaklığını korumustur.

Mübadele Dısı Bırakılan İki Ülke Yurttaslarının Statüleri

24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barıs Antlasması’nın 37-44. Maddeleri mübadele dısında bırakılan Batı Trakya Müslüman Türk toplumunu ve İstanbul Ortodoks Rum toplumunu établi kabul ederek, azınlık statüsü vermistir. Antlasmanın “Azınlıkların Korunması” baslığını tasıyan III. kesiminin son maddesi olan 45. maddede de İsbu kesim hükümleri ile Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıkları için tanınan haklar, Yunanistan tarafından da, kendi topraklarında bulunan Müslüman azınlığa tanınmıstır” denilmektedir(Soysal, 1989:98). Bu madde ile Türkiye’nin Lozan’ın 37-43. maddelerine ancak Yunanistan’la karsılıklı olma yani “mütekabiliyet” durumunda rıza gösterdiği ve bu durumun Yunanistan’a bir takım yükümlülükler getirdiği görülmektedir.

Yunanistan’ı bağlayıcı hükümler su sekilde özetlenebilir: 37. Madde Yunanistan’ın bu hükümleri “temel yasa” olarak tanıyacağını ve hiçbir yasa, hiçbir yönetmelik ve hiçbir resmi islemin bu hükümlerle çeliskili veya bunlara aykırı olmamasını yükümlendiğini açıkça ortaya konmaktadır. Bu genel hükümden sonra 38. maddede ise azınlık konumundakilerin ayırım yapılmaksızın hayat ve hürriyetlerinin korunacağı, herkesin dini vecibelerini özgürce yerine getirebileceği, dolasım ve göç serbestisine sahip olacağı belirtilmekte; 39. maddede de Müslüman azınlık mensuplarının diğer Yunan yurttaslarından farksız bir sekilde bütün medeni ve siyasi haklardan yararlanacakları, özellikle kamu hizmetine girmede ve yükseltilmede, çesitli meslek ve sanatları icra etmede din-inanç ve mezhep farkının engel teskil etmeyeceği de dile getirilmis olmaktadır. Ayrıca bütün Yunan uyruklarının çesitli islerinde istedikleri dili (ana dili) kullanmalarına imkan vereceği, bu çerçevede Müslüman azınlığa mensup kisilerin mahkemelerde de kendi dillerini kullanabilmeleri için gereken kolaylığın sağlanacağı hükme bağlanmıstır. Devamla, 40. maddede Müslümanların giderlerini kendileri karsılamak sartıyla her türlü hayır kurumu, okul ve benzeri kurumları kurmak, bunları yönetmek ve denetlemek hakkı güvence altına alınmakta, bu kurum ve kuruluslarda kendi dillerini özgürce kullanma ve dini törenlerini gerçeklestirme imkanı da tanınmaktadır. Ayrıca 41. maddeye göre de Müslümanların önemli oranda oturdukları yerlerde Yunan yetkilileri Müslüman çocuklarının ana dillerinde öğrenim görebilmeleri için gerekli tedbirleri alacak, bu azınlık bu tür yerlerde kamu bütçelerinden eğitim, din veya hayır isleri için adil bir pay alma hakkına sahip olacaktır, denmektedir.

Adı geçen bağlayıcı hükümler arasında 42. maddede de Yunan Hükümeti’nin Müslümanların aile hukukuyla veya kisi halleriyle ilgili durumlarının, bu azınlığın gelenek ve göreneklerine uygun bir sekilde çözümlenmesini güvence altına almasının yanı sıra, vakıf ve din kuruluslarına da her türlü kolaylığı sağlayacağı vurgulanmaktadır. 43. maddede ise Müslümanların inançlarına aykırı davranısta bulunmaya zorlanamayacağı, bu inançları yüzünden yasanın öngördüğü bir islem yerine getirememeleri halinde, haklarını kaybetmeyecekleri hükme bağlanmıstır(Emin, 2002:153-155).

 

Yukarıda kısaca özetlediğimiz bütün bu bağlayıcı hükümlere rağmen, daha Ahali Mübadelesini düzenleyecek olan Muhtelit alt-komisyon yeni kurulduğu bir dönemde bölgenin “Türklesmesinden” korkan Yunan hükümeti Batı Trakya Türklerinin evlerine el koyup bunları göçmen Rumlara tahsis etmeye baslamıstır(Vakit, 6 Tesrinisani, 29 Tesrinievvel, 29 Kanunusani 1923). 1923-1924 yılları arasında köylük kesimlerde çiftçilikle geçinen toprağa bağlı Batı Trakya Türklerini göçe zorlamak amacıyla 8245 haneye, sehirlerde de çesitli özellikteki evlerin 5590 odasına el konulmustu. Buna ek olarak 127 cami ve Müslüman mektebinin yanı sıra, 667 tahıl ambarı ve ahıra da aynı çerçevede Rum göçmenler yerlestirilmisti(Ladas, 1932). Atina yönetiminin Batı Trakya’da giristikleri ve 30 Ocak 1923 tarihli Ahali Mübadele Protokolünün 16. maddesini(Soysal, 1989) açıkça ihlal etmekte olduklarını İsmet İnönü’nün su sekilde ifade etmistir(İnönü, 1987:236): … daha “etabli” ihtilafı halledilmeye çalısılırken, Yunanistan’da Batı Trakya Türklerine fena muamele yapılmaya baslandı. Birçok Türk hicrete mecbur bırakıldı. Bir ara Yunan hükümeti Yunanistan’daki Türklerin mallarına el koydu. Biz mukabelede bulunduk. Zaman zaman iki hükümet arasındaki münasebetler gergin safhalara girdi. Meselelerin biri halledilirken, bir baskası çıkıyordu… Yunan hükümeti, Türkiye’nin İstanbul’daki Rum evlerine el koyduğunu iddia ederek, tüm bu kanun dısı uygulamalarına bahane olarak göstermistir. Ancak Türk hükümetinin uygulamaları Batı Trakya’daki uygulamalar ile mukayese edilecek karakterde olmayıp, İstanbul’daki bosalmıs evlerin iskana açılması söz konusudur(Ladas, 1932). Kaldı ki, Yunanlıların Anadolu’dan çekilirken Batı Anadolu’da gerçeklestirdikleri tahribat da bilinmekte ve Anadolu’dan Yunanistan’a göçen Rumların terk ettikleri evlerin kullanılmaz durumda olduğu da ayrı bir gerçekti. Kısacası, mübadele gereği devam etmekte olan göçler ile “établi” sorununun iç içe girdiği bu geçis döneminde Türk-Yunan iliskilerinin yeniden gerginlestiği görülmüstür. Çünkü İnönü’nün de ifade ettiği gibi “… isin tabiatında göçlük vardır ve bu mübadele sorununun tabiatından…” ileri gelmistir(İnönü, 1987:234-235). Mübadele islemlerinin duraksamalarla sürdüğü bu yıllarda, ikili görüsmelere rağmen bir türlü açıklığa kavusamayan “établi” sorunu da dahil olmak üzere Türk-Yunan iliskilerine yeni bir boyut ve isbirliği ancak 1930 yılında gelecek, bu da Balkanlarda bölgesel dayanısmaya varan devletlerarası yakınlasmalara ilk adım teskil edecektir.

 

3. YORUM

 

Yunanistan’ın Anadolu’yu ele geçirmeye yönelik isgal harekatı, Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde Türk Milleti’nin verdiği mücadele sonucunda basarısız olmustur. 11 Ekim 1922 tarihinde imzalanan Mudanya Mütarekesi ile de Türkiye-Yunanistan arasındaki savas durumu sona ermistir. İki ülke arasındaki sınırlar, azınlıklar, Fener Rum Patrikhanesi, nüfus mübadelesi gibi sorunların da tartısıldığı Lozan Konferansı sonunda 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Barıs Antlasması imzalanmıstır. Bu antlasma iki ülke iliskilerini derinden etkilemistir. Öyle ki, konferans esnasında ele alınmasına rağmen, “Fener Rum Patrikhanesi” ve “Nüfus Mübadelesi” konuları ve 30 Ocak 1923’te iki ülke arasında imzalanan “Türk ve Rum Nüfus Mübadelesine İliskin Sözlesme ve Protokol”ün uygulanısında ortaya çıkan problemler, 1930’lu yıllara kadar Türk-Yunan iliskilerini etkileyen baslıca konular olmuslardır.

 

1930’lu yıllara gelindiğinde İtalya’da Mussolini, Almanya’da ise Hitler’in fasist bir politika gütmeye baslamaları, özellikle İtalya’nın Akdeniz’deki nüfus sahasını genisletmeye baslaması ve Bulgaristan’ın revizyonist tutumu her iki ülkeyi birbirine yakınlastıran temel unsur olmustur. Siyasal konjonktürdeki değisiklikleri kavrayan Atatürk ve Venizelos aralarındaki anlasmazlıklara kendilerinden beklenmeyen bir çabuklukla son vermislerdir. 10 Haziran 1930’da Ankara Antlasması imzalanarak, iki ülke arasındaki nüfus mübadelesi ile ilgili tüm sorunlar çözüme kavusturulmus, böylelikle iyi iliski kurma yolunda ilk adım atılmıstır. 27-31 Ekim 1930 tarihleri arasında Venizelos’un Türkiye’yi ziyareti esnasında 30 Ekim 1930 tarihinde iki ülke iliskilerini ilk defa dostça bir seviyeye getirmeyi amaç edinen, “Türk-Yunan Dostluk, Tarafsızlık, Uzlastırma ve Hakemlik Antlasması da imzalanmıstır. 12 Ocak 1934 tarihinde de Venizelos, Mustafa Kemal Atatürk’ü dünya barısına yaptığı katkılardan ötürü “Nobel Barıs Ödülü’ne” aday göstermistir. Yunan devlet adamının bu jesti iki ülke arasındaki sıcak iliskilerin bir göstergesidir.

Türkiye ve Yunanistan, öncelikle revizyonist devletler karsısında bölgede statükonun devamını hedefleyen, Balkan ülkeleri arasında ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi alanlarda yakınlasmayı sağlayacak Balkan birliğinin kurulması için birlikte hareket etmisler ve Romanya ve Yugoslavya’nın aralarına katılmasıyla da 4 Subat 1934 tarihinde Balkan Paktı’nıolusturmuslardır. 1934-1941 yılları arasında varlığını sürdüren Pakt, her ne kadar istenilen düzeyde basarı sağlayamamıssa da, en azından Bulgaristan’ın yayılmacı emellerine set çekebilmistir.

 

Paktın imzalanısından sonra da Türk-Yunan yakınlasmasının artarak devam ettiği görülmektedir. 22 Haziran-20 Temmuz 1936 tarihleri arasında düzenlenen Montreux Boğazlar Konferansına katılan Yunan heyetinin Türk heyetin Boğazların hakimiyetinin kendilerine verilmesi yönündeki taleplerine olumlu yaklasması iyi iliskilerin göstergesi olmustur.Bu iyi iliskilerin bir devamı olarak Basbakan İsmet İnönü 29 Mayıs 1937 tarihinde

Yunanistan’ı ziyaret etmistir. Ekim 1937’de de Yunan Basbakanı Yoannis Metaksas da Türkiye’ye iade-i ziyarette bulunmus, hatta Mustafa Kemal Atatürk ile görüsmeler gerçeklestirmistir. 27 Nisan 1938 tarihinde ise bu kez Basbakan Celal Bayar Yunanistan’ı ziyareti etmis ve Yunan Basbakanı Yoannis Metaksas arasında “Türkiye ile Yunanistan Arasındaki 1930 Dostluk, Tarafsızlık, Uzlasma ve Hakemlik Andlasması ve 1933 İçtenlikle Anlasma Paktına Ek Andlasma” imzalanmıstır.

 

1930’lu yıllara kadar Lozan Barıs Konferansında halledilemeyen sorunların sıkıntı yarattığı görülen iki ülke iliskileri, 1930 sonrasında yerini iyi iliksilere bırakmıstır. Avrupa siyasi dengelerinde meydana gelen değisiklikleri gerçekçi bir bakıs açısıyla değerlendiren Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliği sayesinde sekillenen Türk-Yunan iliskileri, diğer Balkan devletleri arasında da iyi iliskiler olusturulmasında önemli katkılarda bulunmustur. Atatürk’ün liderliğinde Türk-Yunan iliskileri, ikinci dünya savası öncesinde üst düzeye çıkmıstır. Atatürk’ün vefatından sonra Dkinci Dünya Savası’nın baslamasının da etkisiyle iki ülke arasındaki iyi komsuluk iliskilerinin yerini tekrar gerginliğe bırakması da bu savımızı destekler niteliktedir. 

 
Toplam blog
: 15
: 8084
Kayıt tarihi
: 11.11.10
 
 

Tarih ve siyasete dair...  Sakarya / Memur     ..