Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ocak '07

 
Kategori
Halkla İlişkiler
 

Lübnan’da “Er Rayn’ı kurtarmak” n'oldu?

Lübnan’da “Er Rayn’ı kurtarmak” n'oldu?
 

Dünyada bir türlü bitmeyen savaşlara en son Lübnan eklendi. Bugün böyle bir savaş yaşanmamış gibi. Vizyona girdi ve çıktı. İyi bir izlenirlik oranı yakaladı. Yeni yüksek bütceli prodüksiyonlar bizleri bekliyorken, o gün ne oldu? Neden savaşıldı? Kim ne kazandı? Kimin kolu hakem tarafından yukarı kaldırıldı?

Sanayi toplumu öncesi “kız meselesi”nden çıkan savaşlar hep bir kara mizah gibi algılanıp o dönemlerde toplumların ne kadar sığ konulara taktığını düşünürken, günümüz dünyasında da savaş bahanelerinin ne kadar “fındık kabuğunu” doldurmayan konular olduğunu görüyoruz.

Birinci Dünya Savaşı bahanesi olarak Avusturya veliahtı Ferdinand'ın Saray Bosna'da bir Sırplı tarafından öldürülmesi gösterilir. Savaşan devletlere baktığımızda Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere, Fransa, Rusya ve ABD. Bu bahaneye Avusturya-Macaristan tamam da diğerlerine ne oluyor diye düşündürücü bir durumla karşılaşıyoruz.

Tekrar Ortadoğu'ya dönecek olursak yıllarca süren bir İran-Irak savaşı vardı ki sanırım savaşa neden başladıklarını taraflar unutmuşlardır. Zaten sonucunda ne olduğu ve savaşın kim tarafından kazanıldığı da pek anlaşılamadı.
Ardından hızını alamayan Irak gene birkaç ton petrol diye dillendirilen bir sebepten dolayı Kuveyt'e girdi ki girişiyle çıkışı aynı günlere denk gelir, fena halde arı kovanına çomak soktu. Amerika aralarında fazladan bir kıtanın da bulunduğu Kuveyt'in başına gelen haksızlığa dayanamadığını bahane ederek Irak'a girdi. Savaş bittikten sonra bu sefer ABD hızını alamamış olacak ki nükleer savaş araç ve gereçleri olarak üretici ve sahiplik anlamında oldukça zengin bir varlığa sahip olmasına rağmen kendisine bakmayıp her ne kadar aksi söylense de “Sizde nükleer kokusu aldım” bahanesiyle Irak'a tekrar girdi. Yanlış bir koku olduğu gerçeğini sonradan kendisi bile kabul etse de savaş suçlusu olarak topra-ğında bulunduğu, binlerce kişiyi öldürdüğü ve öldürmeye devam ettiği devletin başkanını yargılamaya başladı. Zaten bu nükleer silahlara sahip olma yetkisi kim tarafından ABD'ye verilmiştir de Orta Doğu ülkelerinin kullanımı alıkonulmaktadır pek anlaşılır değil.

ABD daha önce de “siz kendi yönetiminizi sağlayamazsınız size yardımcı olayım” bahanesiyle Vietnam'da uzun süre savaşmıştı. Gene geçenlerde bir çok ülkede yatırımları olmasına karşılık Bin Ladin'i bulmak için yıllardır savaşmaktan yorgun düşen Afganistan'a karşı cephe açtı. ABD bunlar gibi arada “Başkanın Adamları” filmiyle bağdaşan nedenlerden dolayı birkaç devlete haddini bildirmişti!

ABD'nin insanlarını öldürdüğü, tarihi ve ekonomik değerlerini kendi devleti adına kamulaştırdığı, şehirlerini harabeye çevirdiği halka, özgürlük götürme gibi ulvi bir misyon üstlenmesini de savaş bahanesi olarak ne kadar önemsediğini unutmamak lazım.

Geçen aylarda hemen yanı başımızda bir savaş daha çıktı. Zaten savaşın kronikleştiği Lübnan, İsrail ve Filistin toprakları yine kan gölü oldu. Bu savaşın bahanesi de film gibi; “Er Rayn'ı kurtarmak”. İsrail elinde tuttuğu esirlere bakmaksızın “iki askerimi alıkoydunuz” diye gazetelerde her gün çoğunu bebek ve çocukların oluşturduğu yüzlerce ölüm haberinin ard arda geçtiği bir savaş daha başlattı. Acaba bu kurtarmaya gittikleri asker kurtuldu mu?

Bu savaş nedeni de diğer birçok nedenini aratmayacak kadar saçma. Bu bahaneler karşısında savaşa karşı insanlığın elinin kolunun bağlı kalması acı veriyor. Ne kadar meydanları doldurursan doldur, ne kadar içten içe savaşa karşı vicdanın da huzursuzluğu yaşarsan yaşa savaşa karşı başarı; “benim bir asker kayıp, siz mi aldınız?” bahanesiyle yaşananlara futbol maçı izler gibi seyirci kalmanın yüz kızartıcı çaresizliğinden ileri gidemiyor.

Her gün insanı dehşete düşüren fotoğraflar, görüntüler karşımıza çıkarken teoride buna karşı çıkabilecekmiş gibi duran Birleşmiş Milletler yapılanması savaş bahaneleri kadar kara mizah bir durumda. Birleşmiş Milletler kendini "adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği uluslararasında tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş global bir kuruluş" olarak tanımlamakta. 192 üye devlet olmasına rağmen ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin'in veto hakkı olduğu bir örgütlenme. 191 ülkenin “evet” dediği bir duruma veto hakkı olan bir devlet çıkıp “hayır” dediğinde komedi başlıyor. Lübnan'da yaşanılan savaş karşısında İsrail'i kınayamadı bile. Ama savaş bitti sağı solu toparlayın denildiğinde hep beraber bir çeki düzen verilir. Artık 'çekidüzen'den ne anlaşılırsa...

Zaten eski Yugoslavya'daki savaşı anlatan Birleşmiş Milletler'in trajikomik durumunu da göz önüne seren “Tarafsız Bölge” filmi az çok bu yapılanmayı anlatıyor.

Düz mantıkla düşünüldüğünde savaşlar insanlığa bu kadar çok zarar verirken ve sebepleri de istenirse diyalogla rahatlıkla çözülebilecek gibi görünürken kan gölüne dönen dünyanın bu hali nedir? Nedir insanlığı savaştan kurtaramayan gerçek neden? Geçen günlerde ölen veya öldüğü söylenen (kim olduğu ve nerede, nasıl yaşadığı bilinmeyen bir yazardı) Trevanian'ın “Şibumi” adlı kitabında da işlediği devletlerin üzerinde kimsenin bilmediği bir güç mü? “Kod Adı Kılıçbalığı” filmindeki gibi ülkenin geleceği açısından kendi insanlarını bile yok etmekten çekinmeyen gizli örgütler mi?

Ama şu bir gerçek ki savaşın sebebi kesinlikle sağlıklı düşünen beyinler değil.

Sağlıklı düşünebilmek umuduyla...

 
Toplam blog
: 3
: 634
Kayıt tarihi
: 22.01.07
 
 

1974 Almanya doğumluyum. İlk ve ortaöğrenimimi Ordu / Fatsa / Yalıköy'de tamamladım. 1994 Yılında Eg..