Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Kasım '13

 
Kategori
Siyaset
 

Maazallah dindarlığı ve yanlış ellerde Türkiye

Maazallah dindarlığı ve yanlış ellerde Türkiye
 

Ülkemizde “inşallah”larla, “maaşallah”larla işlerimizi halletme iyimserliğimizin ayrılmaz parçası, “maazallah” nidalarıdır.

Bu nidalara ayırdığımız zaman ve enerjimizi, sorun çözmekte harcamadığımız bir “nerem doğru ki” durumudur bizimkisi.

Şimdi “Allah’ın adının anılmasıyla senin ne alıp veremediğin var” diyebilecek olanları insafa davet edip, bu gemide hepbirlikte olduğumuz hatırlatarak şu soruları bir düşünmelerini istemeli:

-“Neden sadece İslam coğrafyasında işgal-yas-gözyaşı var?”,

-“Neden kendi ilaçlarımızı üret(e)miyoruz? Batılı ülkeler, ilaç satmasa İslam coğrafyası maazallah kanseri falan geçtim, bitten pireden ölür!

Üstelik avuç içi kadar olan komünist(!) Küba,

Hint fakiri(!) Hindistan Müslümanların yapamadığını yapıp, kendi ilaçlarını üretiyor…

-Hiçbirimiz bilgisayarı, cep telefonunu, interneti elimizden bırakamıyoruz da, bu iletişim çağında Müslümanların tüketici olmaktan başka ne katkısı var? Pahalı telefonlarımız, bilgisayarlarımız Batılılar güncellemezse, olsa olsa takoz olur, takoz!

Ama 2013 Türkiyesi,  “maazallah dindarlığı”nı sarsılmaz bir doğru sanmaktadır. Bunun yanlışlığını ancak neresi doğru ki, diyerek bir nebze sunabiliriz. Öyle ki,  olumsuz durumlarda “Allah muhafaza/maazallah” demekteki gayretkeşliğimizi, önlem almakta göstermiyoruz.

Vesselam deveyi bağladığımız yok, tevekkülde de bizi tutabilen yok.

* * *

“İnşallah”larla, “maazallah”ların ardında kalan, Türkiye’nin onyıllardır çözemediği yapısal sorunu, ülkemizde sermayenin de ve karar alıcı makamların da yanlış ellerde olmasıdır.

Türkiye’de sermayenin ve karar alıcı makamların yanlış ellerde olduğunu iddia etmemizden ötürü bu yazıyı bir çekememezlik yazısı sanacaklara, önce gelin alttaki basit birkaç soruyu kendimize sormayı öneriyorum:

“Bir işi, işten kaytarana mı, yoksa işi hakkıyla yapmaya çalışana mı verirsiniz?”

“Bir işi, bu işten ben ne kazanırım derdine düşene mi, yoksa aynı işi başkalarına beş paralık faydam dokunacaksa ne mutlu bana deyip işe koyulana mı verirsiniz?”

“Bir işi, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyene mi, yoksa doğrudan-hakikatten ayrılmayana mı verirsiniz?”

“Bir işi, iş verdiğinizde size sözde akıl vermeye kalkıp, aslında hevesinizi kırmaya çalışana mı, yoksa sizinle birlikte elini taşın altına koyacak olana mı verirsiniz?”

“Bir işi, emanete hıyanet edecek birine mi, yoksa emanetinize hıyanet etmeyi aklından bile geçirmeyecek olan birine mi verirsiniz?”

İlk bakışta aklın yolu bir görünüyor ve kimse sorsanız tabiki ikincilere diyor, ama işin aslı öyle değil.

Çünkü Türkiye’de halihazırda sermaye sahipleri ve karar alıcı makamlardakiler yukarıdakilerden hangisine birincilere mi, ikincilere mi uyuyor diye sorduğumuzda, işin rengi değişiyor ve hepimiz bir ağızdan birinciler diyemiyoruz. Çünkü maalesef ikinciler değil, birinciler daha çok sermaye ve makam sahibi ülkemizde. İkinciler, sana mı kaldı ülkeyi kurtarmak diye sözle dövülüp akılsız-işini bilmeyen damgasını yiyeli çok oldu ülkemizde.

Bu sözlere hadi canım sende diyeceklere, birkaç somut örnek verelim.

Türkiye’nin AB hibe fonlarından, her yıl bu fonlara kendi yatırdığı meblağ kadar bile hibe alamamasının cevabını nerede arayacağız? Tabi ki de, bürokraside ve derneklerde makamlarının yanlış ellerde olmasında arayacağız. Görev yaptıkları yere değer kat(a)mayanlarda arayacağız.

Tabi çuvaldızı kamuya batırırken, özel sektöre de hiç değilse iğneyi batırmalı. Baklavadan, kebabına yiyecek içecek sektöründen çuvalla kazananlar, toplasanız lüks caddelerde ödedikleri iki aylık kira bedeli vererek, sattıkları ürünleri nasıl olup da tescil ettirmeyip Yunanlılara kaptırırlar? Türkiye’de bunca zengin ve zeki varken, koca koca holdingler Sony’nin bayisi olmak yerine Sony olmak için neden yarışmaz. Çünkü Türkiye’de sermaye yanlış ellerdedir.

Türkiye’de en trajikomiklerinden biri de şudur, siz çocukları etliye sütlüye karışmamayı öğreterek büyütürsünüz, sonra bu etliye sütlüye karışmazlardan ar-ge/yaratıcılık beklersiniz. Siz daha çok beklersiniz. Türkiye’de hem işler, hem de eğitimde karar alıcı makamlar yanlış ellerdedir.

Türkiye’de işadamından girişimcisine yaşanan en büyük ortak eksiklik, sağlıklı danışmanlık hizmetinin olmaması olduğundan, istisnasız her sosyal kesimden insanımız, kendilerine sağlıklı-doğru bilgi ulaştırılmakla görevli kurumlar olmasına rağmen, düşe kalka birşeyleri öğrenmelerini nasıl olup da açıklayabileceğiz?

Bu yüzdendir ki maalesef, “su akar Türk bakar” sözü, 2013 Türkiyesi’nde hala doğrudur. Çünkü suyun akmakta olduğundan, vatandaşları haberdar edip rehberlik etmesi gereken makamlarda bulunanlar, istisnalar haricinde, yanlış kişilerdir. Bu makamlardakiler, ya üşengeç, ya karamsar, ya nemelazımcı olduklarından olsa gerek, yıllar geçse de, hala “su akar Türk bakar”…

Onların o makamlarda bulunuyor olmalarının tek kazananı kendileridir, ne İsa’ya ne Musa’ya bir tek faydaları yoktur.

Türkiye’nin sorunu, idealizmi ve idealistleri öldürmesidir. Şuan da, o öldürdüğü idealistlerin günahını çekiyor Türkiye. Yukarıdaki sorularda ikinci kesimde kalanlardır, idealistler. Endemik olmasalar da, Türkiye’de çok yakında soyları tükenecek olan türlerdir onlar. Belki de, olmaz ya kamu işe alımlarında kontenjan verilmeli idealistlere. Her 100 tane “evet efendimci”-“etliye sütlüye karışmaz”a karşılık, 1 tane de idealiste kontenjan ayrılır belki ilerde, o da belki.

Biz ki, Uğur Mumcu (1) gibi gerçek gazetecilerin kıymetini bilmeyip, kurda kuşa yem ettiğimizden, şimdilerde türedi evet efendimci-çakma gazetecilere kaldık.

Biz ki, Recep Yazıcıoğluları (2) gibi gerçek valilerin kıymetini bilmedik, şimdilerde vatandaşa sövene kaldık.

Vatandaşlarımızın şuan biraz olsun gazetecilere, bürokratlara saygısı varsa, yukarıda isimlerini saydığımız mümtaz insanların yüzü suyu hürmetinedir. Yoksa şimdiler, koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi denmesinden öteye gidemiyorlar.

Müstahak bize diyeceğim ama, ona da biri kalkıp bir önlem almayı bile düşünmeyerek sadece “maazallah!!!” der, sonra kendisini bir iş yapmış, hele bir de dindar sanır, ona yanarım.

Sosyolog Faruk Özcan

Bursa/2013

https://twitter.com/#!/farukkozcan

http://www.facebook.com/SosyologFarukOzcan

1 duyan çıkmaz ama, onca gazetecilik bölümü olan üniversitelerimizden birinde, merhum Uğur Mumcu’nun adı yaşatılsa da, yeni nesil gazeteciler çakmalarını değil, kalbi bu topraklar için atan gerçek bir gazeteciyi rol model alabilseler diye içimizden geçeni burada sesli düşünmek istedim.

2 yine duyan çıkmaz ama, onca kamu yönetimi bölümü olan üniversitelerimizden birinde, merhum Recep Yazıcıoğlu’nun adı yaşatılsa da, yeni nesil bürokratlar çakmalarını değil, kalbi bu topraklar için atan gerçek bir bürokratı rol model alabilseler diye içimizden geçeni burada sesli düşünmek istedim.

 
Toplam blog
: 16
: 583
Kayıt tarihi
: 11.06.12
 
 

1980, Bursa doğumlu. Balıkesir Lisesi'nin ardından Uludağ Üniversitesi Sosyoloji bölümünde lisans..