Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Aralık '12

 
Kategori
Deneme
 

Maç

Maç
 

Eriştigimiz zaman diliminde, büyük şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın “otuz beş yaş” şiirindeki ömür belirlemesi geçerliligini yitiriyor. Hayat dedigimiz amansız karşılaşma, otuz beşerlik, taş gibi sert yeşil bir Grandy Smit elmasının iki yarısından oluşmuyor, artık. Kan ter içinde oynamakta oldugumuz maçın uzatmalarının da, insan denilen müthiş makinanın ömrüne katılması ile, agır agır çıktıgımız merdivenlerin sayısı olan yarı yol, ortalama kırklara ve daha üstlere yükseldi. İştahla ısıra durdugumuz elmamız daha da büyüye dururken, daha çok “faul”, hata yapıyor, aciz durumda olanları iliklerine kadar sömürüyor, doymuyor, birbirimize çelme takıyor, başkalıkları tanımıyor, kuyruklu çirkin bir maymun oluyor; görmüyor – duymuyor – susuyor, insan olmanın temel taşlarından olan hoşgörümüzü sıfırlıyor, kimseyi insan yerine koymuyor, oluşturdugumuz mozayigin güzelim farklı renklerini, alabildigine bir kabalık ve zorbalıkla kendi tekdüze rengimize boyamaya çalışıyoruz. O denli gayri insani davranıyoruz ki; haliyle akıllara olur olmaz soru işaretleri gelip, yerleşiyor.

Sizce de, yukarılardaki hakem midir acep, avurtlarını şişirerek, düdügünü tiz bir ugultu ile uzun uzun öttürüp, bizleri cezalandıran. Belki de: A. Huxley’in söyledigi gibi: “Bu dünya, başka bir gezegenin cehennemidir.” Patronlar ve bilumum varsıllar, fakir  insanların ‘zebaniligini’ üstlenip, savunmasızlara her türlü cefayı reva görüyorlar.  Dünya haricinden gelen bizler, sadece peşimiz sıra gelen sessiz gölgelerimizi alıp gidecegimiz, cehenneme çevirdigimiz “kavanoz kıçlı” gezegenimizde, kıyasıya birbirimizin daha çok canını yakarak, verilen uzatmaları oynuyor, insanlıktan ve asıl cennet kılınması gereken yeryüzündeki cennetten, her geçen gün daha da uzaklaşıyoruz.

Varsıllar olarak da bilenen tufeyli zümre; rakipleri olan yoksullar, tam gol atagına geçtiklerinde, kendilerine ya haksız yere penaltılar veriliyor veya ‘offsite’ denilerek, bu eylemleri yok sayılıyor. Kalelerin arka taraflarını dolduran milyonlarca yoksul, yaşanan onca haksızlıgı, adaletsizligi, baskıyı ve dipsiz uçurumlar oluşturan eşitsizligi yuhalayarak protesto etseler de, olup biten yine küçük bir azınlıgın; “dedigim dedigi”  oluyor. Kırmızı kartlar yine, diger zümre ile oransız çogunlugu oluşturanlara gösteriliyor. İnsanlar hak etmedikleri, iç acıtan, dramatik - perişan sürdürdükleri bir hayatı, dogduklarına pişman, çocuklarına ve büyüklerine karşı olanaksızlıklarından utanç duyarak yol alıyorlar.

İşin diger boyutu da, çekilen onca sıkıntı yetmezmiş gibi, sökün eden yaşlanma ile birlikte gelen, hastalıklar ve yetmezlikler, atalarımızın “Cizlavat” marka “soguk kuyu” da denilen, vıcık vıcık terleten lastik ayakkabılarla, günümüzde ise yırtık kunduralarla, ürkekçe ayak bastıgımız gezegenimizi, daha da çekilmez hale getirmesidir. Bedenlerdeki milyonlarca hücrenin yok olma tehlikesi ile yavaş yavaş büyük bir dinginligin hissedildigi bu aşamada, kıpırtılar yok denecek bir seviyeye inerken, ‘sönmüş kireç’ olma dönemi başladıgı zaman, en küçük kıpırtılar, kabarcıklar ortadan kalkar. “Oyun bittiginde, şah da piyon da aynı kutuya girse”  de, aradaki farklılık kıyaslanamaz.Kimilerinin, “cinsel yolla bulaşan ölümcül hastalıgın adı, hayattır” dedikleri süreç, kale arkasındaki seyircileri için, çogu zaman onur kırıcı olabiliyor.

“Ömür üç gündür.” diyenler de yok degil. Dün yaşanmış, yarın muglak, yaşanacaksa, bugün yaşanmalı ve aslında rengarenk olan hayat renksiz olmamalı. “Sol memenin altındaki cevheri”  ve çeşitli modellerde traş ettigimiz “enseleri karartmamak” lehimize olsa gerek.

 

Amsterdam, 7 Aralık 2012

       

  

 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..