Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Zeynep Atılgan Coleman

http://blog.milliyet.com.tr/coleman

01 Mayıs '07

 
Kategori
Kültürler
 

Macera dolu Amerika!!! -2-

Macera dolu Amerika!!! -2-
 

Tutunanlar tutunamayanlara anlatsın…

Karşılaştırmam lazım. Tipleri, isimleri, kuralları. Beynim hiç durmadan analizler yapıyor. Sanki bilgisayarda bir çizelge yaratmışım da, Türkiye’de neydi burada nasıl herşeyi kayıt altına alıyor gibiyim.

Bugün biraz da gündelik hayatın şaşkınlıklarından bahsedeyim. Gerçi benim gibi tipler şaşırınca şaşkınlığımızı belli etmeyiz. Doğma büyüme herşeyi bilir, soru sormayız. Kendine güveni boyundan yüksek, balık hafızasına sahip ve egosu ibrenin sonundaki kırmızı limite dayanmış bir kişi olarak bendeniz dünyaya meydan okur adımlarla atıldım Portland sokaklarına.

İşin aslı, Portland oldukça küçük bir şehir. Özellikle de İstanbul’la karşılaştırıldığında. Günler geçtikçe anlamaya başlıyorum ki burda, Amerika’da küçük şehrin büyük şehirden tek farkı yüzölçümü. Küçük şehirde yaşadığınız için bir takım imkanlardan uzak kalmıyorsunuz. Aksine, büyük şehir imkanlarını trafik sorunu olmayan sevimli bir şehirciğin içinde yaşayabiliyorsunuz.

Buraya geldiğimde ilk dikkatimi çeken şey, toplu taşıma araçlarının azlığı oldu. Bana akıl veren bir kaç arkadaşım hemen bir an önce kendimi şehir trafiğine atmam konusunda ikna etti. Tabi araba kullanmaya başlamadan yerel trafik kurallarını söyle bir gözden geçirmem gerektiğini söyleyerek bana yaklaşık 100 sayfadan oluşan bir de kitapçık hediye etiler. Bir yandan kibarca kitapçığı kabul ederken bir yandan da düşünce balonumda aynen şunlar yazıyordu. “Yahu ben İstanbul şoförüyüm. Heyt! Orda araba kullanan her yerde kullanır.”

Ertesi gün sürücü koltuğundaydım. İş yerinden arkadaşlar bana şehirde yolumu bulabilmem için söyle bir tur attırmaya karar vermişlerdi. Evden ise nerden gidilir, nerden dönülür. Kullandıkları yön tariflerinde, “Şehrin doğusuyla batısını bir nehir ayırır, senin kaldığın ev güney batıda kalıyor, nehrin yaklaşık 20 blok batısında’ şeklinde tanımlar kullanıyor; benim ilkokuldan beri dikkat etmediğim ‘yön” kavramının beynimin en küçük hücrelerinde gelişmeden güdük kalmış olduğunu farkediyordum. Bir yandan da "Güneş doğudan doğar batıdan batar. Şu an öğlen, öyleyse doğu neresi acaba" diye düşünmekten kendimi alamıyordum.

Ben bu düşünceler içerisinde yolumu bulmaya çalışırken yan koltukta oturan kişi korku dolu gözlerle “dur, dur, ne olursun dur” diye yalvardı. Yavaşça durdum sokağın kenarına parkettim. Nefes nefese kalmış bu kişi “Ben iniyorum, sen kendi canını kendi başına tehlikeye at” dedi. Ben mosmor bir suratla sordum. "Neden, n’oldu?" Çoktan kendini dışarı atmış arkadaşım bana dur levhasında durmadığımı, kaldırım kenarında bekleyen yayaya yol vermediğimi, karşı yönden gelen ambülansı gördüğüm halde hemen kenara çekmediğimi ve hatta şu anda park halindeyken bile yangın musluğunun önünü kapattığımı söyledi ve beni şu düşüncelerle başbaşa bıraktı.

Dur levhası mi? Işık değil ki bu, sadece levha. Yaya geçidi de yoktu orada, yol benim, yaya bekleyebilirdi. Ambülans karşı yönden geliyordu, ben onu engellemiyordum. Yangın musluğu mu, o da ne? Süngüm düşmüş, tüm kendime güvenim kaybolmuş şekilde şehir içindeki park yerlerinden birine sürdüm.

Kızgındım, kendime, bu yeni ülkeye. İstanbul’a gelseler diyordum, sokağa çıkamaz bunlar. Park ettim. Bu kez paralı bir otoparka. Ücret: Her saat için 1 dolar. Tamam da nereye ödeyeceğiz diye bakınıyorum. Ne park görevlisi var ne de o alengirli otomatik park makinelerinden. Çıkıp etrafı dikkatlice araştiriyorum. Bu sefer hata yapmak yok. Biz bin kat daha akıllıyız onlardan diye telkin ediyorum kendimi. Onlar kurallara bağlı yaşamak zorunda, oysa biz var ya biz...

Tam o sırada otoparkın köşesinde posta kutusuna benzeyen bir kutu buluyorum. Apartman girişlerindeki posta kutucuklarına benziyor. Üstünde numaralar olan kutucuklar ve içine para atılabilecek şekilde açılmış kumbara delikçikleri. Hemen üstünde söyle bir yazi: Park yeri numaranıza ait kutuya ödemenizi atın. Ne bir bilet, ne bir park görevlisi ne de bir kontrol mekanizması.

Yok yok; bu işte kesin bir kontrol sistemi vardır diye düşününerek ödemeyi kutuya atıyorum. Filmlerde tam aksini izlemeye alıştıgımız bu garip ülkede öğreniyorum onur sitemi adı verilen ve daha bir çok başka yerde karşılacağım bu kontrol mekanizmasını, ya da belki de çocukken babamın işi dolayısıyla gezdiğimiz Karadeniz şehirlerinde çoktan tanışmış olduğum ama büyürken unuttuğum bu insanlara güvenme hissini.

Sürecek…

 
Toplam blog
: 4
: 662
Kayıt tarihi
: 02.04.07
 
 

1976 yılında Türkiye'nin Trabzon kentinde dünyaya geldim. Neden bilinmez, 5 yaşındayken ilkokula ..