Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Eylül '07

 
Kategori
Futbol
 

Mafya Beşiktaş Kulübü'nün ruhuna bile sızmış

Mafya Beşiktaş Kulübü'nün ruhuna bile sızmış
 

Yaklaşık iki ay önce, Sinan Engin yeniden Beşiktaş futbol takımının menajerliğine getirilmişti. Sanki geçmiş zamanlarında çok büyük hizmetler vermiş ve bu makamı ondan daha iyi dolduracak kimse yokmuş gibi, bayat pilav pişirilerek yeniden önümüze konulmuştu. İlkinde de tat almadığımız bu pilavın bayatının çok lezzetli olacağına ikna olmamız istendi.

Oysa zorla yediğimiz bu yemekten sonra şimdi bir kez daha kusacak duruma geldik. Son haber, bir Beşiktaş'lı olarak beni bile, Beşiktaş futbol takımı taraftarı olmaktan soğutacak kadar etkili.

Sinan Engin’in Alaattin Çakıcı’nın yurtdışına kaçak çıkması olayında, Beşiktaş Kulübüne ait seyahat firmasını kullanması için aracılık ettiği iddiasını da taşıyan mahkeme halen devam etmekteyken ve dolayısı ile ciddi bir iddia ortada iken ve dolayısı ile Sinan Engin aklanmamışken, Yıldırım Demirören’in onu yeniden göreve getirmesi, olayın boyutunun Sinan Engin’i aştığının işareti idi. Bugünlerde ortaya çıkan haber ise, Beşiktaş Kulübüne hakim olan ekibin olası suçun tamamına ortak olduğunu gösteriyor.

Söz konusu davaya hâkimlik yapan kişinin eşinin, 1 Ocak 2006 tarihinden itibaren sigortalı olarak kulüpte çalışmaya başlamış olmasını rastlantısal bir olay, art niyet taşımayan bir olay ya da bu ülke normalleri içinde gelişen bir olay olarak değerlendirenler çıkacaktır. Ancak bu benzese benzese Al Capone'un, mahkemesindeki tanıkları tehditle bildiklerini söylemekten vazgeçirmesine benzer. Yani gücün ve ayak oyunlarının hukuku alt etmesine. Ve ne kadar raslantısal ve artniyetsizde olsa bu girişim etik değerlere aykırıdır ve yöneticilere sorumluluk yükler.

Bu olay ne spor etiğine ne de yargı tarafsızlığına sığabilecek bir gelişme değil. Ancak bu ülkenin ağır ağabeylerinin “ben yaptım oldu” ya da “amaca giden her yol mubahtır” ya da “iş bilenin, kılıç kuşananındır” ya da “ancak aptallar kurallara uyar” zihniyeti yaşamın her alanında hortlamaya devam ediyor.

Ancak ne yazık ki futbol dünyamızda, yani çalışanlarının eğitim düzeyi en düşük, genel kültür altyapısı ve kişilik gelişimi süreci en dar olan, buna karşın gelir getirisi en yüksek ve ilgi toplama kapasitesi zirvede olan eğlence sektörümüzde bu örneklere gittikçe daha fazla rastlıyoruz.

Eğlence sektörü demek yanlış olmaz. Çünkü biliyorsunuz “Televole” dediğimiz program formatı önceleri futbol dedikodusu yapmak üzerine kurgulanmıştı. Antrenmanlar, kamp çalışmaları, maç öncesi ve sonrası ile görüntüler, taraftarların heyecanları üzerine kurulu format daha sonra futbol öznelerinin ürettiği kültür seviyesi fark edilince futbol dedikoduları, anlaşmalı görüntüler, futbolcu manken ilişkileri, medya-arabesk kültür ve futbol üzerine yoğunlaşmıştı. Yani aslında ülkemizde futbol bir sporun değil eğlence sektörünün bir parçası.

Eh, iş eğlence sektörüne dönünce pavyon kabadayıları ile, gece yaşamının huzur ve güvenliğinden sorumlu mafya da ortalıkta salınmaya başladı. Güç paranın can dostuydu nasıl olsa. Belki de bu sebeple, bu kültürün güçle ilişki kurması da birçokları için oldukça doğaldı. Alaattin Çakıcı-Sinan Engin, Sergen – Sedat Peker ya da ters açıdan Fatih Terim - Mehmet Ağar ilişkileri bu açıdan değerlendirildiği için olsa gerek, her birisi içinde özel sıfatlar geliştirdik; imparator, kral vs.

Nedense futbol maçları sonrasında adam gibi basının önüne çıkıp, doğru düzgün cümlelerle, oynanan futbolu doğru dürüst değerlendiren kişilere ilgi duymuyoruz. Yumruğunu masaya vuran, hakeme, rakip takıma, yöneticilerine, basın görevlilerine bağırıp çağıran, hakaret ve tehditler savuran, ağzından salyalar savuran kişilere ise taparcasına ilgi gösteriyoruz. Elbette bu durumda kişilerin kendilerini kul sınıfından bir üst sınıfa sıçradıklarını zannetmelerine neden oluyor. Mesela ben Fatih Terim her konuştuğunda, onun bu kâinatı tanrı ile birlikte ele ele kurmuş olabileceği şüphesine kapılıyorum. O kadar ki kudretli, o kadar ki insanlara yukarıdan bakan, o kadar ki ders verir nitelikte; “intikam arayan, iki mezar yaptırsın” (simültane çeviri; Sen Azrail’in benim emrimde olduğunu bilmiyor musun)

Kişiler düzeyinde ön plana çıkan bu gelişme yavaş yavaş kulüplerin kurumsal yapısına da bulaşmak üzere. Mafya liderleri tarafından satın alınan kulüplerden bahsetmiyorum elbette. Bu ülkede mülkiyeti anonim olan büyük kulüplerden bahsediyorum. Dönem dönem dalgaya kapılsalar da, özellikle iç camiaları içinde aklıselim kişilerin devreye girdiği bu kulüplerde yavaş yavaş eğlence dünyasının güvenlik sistemine dâhil oluyorlar. Yani “arkanda bir kabadayı yoksa ensene tokat atan çok olur” sistemi.

Bakalım Beşiktaş Kulüp yönetimi, adaleti etkilemek amacı ile yapıldığı düşünülen bu girişimi nasıl hasıraltı etmeye çalışacak ve nasıl zamana oynayacaklar. Ve bakalım Beşiktaş camiası, kulüpten birilerinin mafya ile kurduğu ilişkilerin geldiği bu noktada güce boyun eğecek mi?

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..