Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '17

 
Kategori
Öykü
 

Mağaradan Selamlar

Mağaradan Selamlar
 


O, odaya girdiğinde bakmakta olduğu resimlerden başını kaldırıp, elindeki kitabı kadına uzatıyor adam. Ve ondan içindekilere bir gözatmasını istiyor. Kadınsa oralı olmuyor hiç . Odada kimse yokmuş gibi gidip televizyonun karşısına geçiyor. Adam elindekiyle ona yaklaşınca bu kez bulaşık yıkamak için az önce geldiği yere, mutfağa geri dönüyor.
Halbuki ona karşı kırıcı olmamıştı hiç, özellikle şu son günlerde.  Ortada alınmayı gerektirecek bir durum yoktu. Yine de o günü ve öncesini hatırlamaya çalıştı , hafızasını zorlayarak daha da gerilere gitti . Evet, bu davranışı hak edecek bir şeyi kesinlikle yapmamıştı . Çünkü bir süredir iş çıkışı erken sayılabilecek saatte hep evinde olmuş , üzerine düşen sorumlulukları tek tek yerine getirmişti . İçi rahat edebilirdi kısacası .  
Ama sonra , evlenmeleri üzerinden tam yirmi yıl geçtiği geldi aklına  . İlk yıldönümü saymazsa eğer ; ki , o gün ona aldığı küçük bir hediyeydi sadece,  gümüş kolye ile bir demet yasemin , sonraki ondokuz yıl boyunca neredeyse hiç hatırlamamıştı özel günleri , buna doğum günü etkinliklerini de dahil etmek gerekecekti .  Onu darıltan şey evet işte bu duyarsızlık olacaktı. 
Kadın bu şekilde davranarak , aklını başına toplamasını istiyordu ondan . Tek açıklaması buydu olayın . Ve hiç değilse yılda bir kez olsun kendisine değer verildiğini görmek , hissetmek ... Bu elbette onun en doğal hakkıydı .
Evet , onu ihmal ederek gerçekten kusur işlemişti . Sinirlerinin giderek niçin bu kadar zayıf düştüğünü şimdi daha iyi anlıyordu . Gün boyu televizyon karşısında kanal kanal gezinip oyalanır mıydı insan?  Ama işte o , oyalanıyordu. Sonra dizi filmlerin hep aynı saatte çakışmasından dolayı şu yakınıp durmaları , kahrolasıca televizyonculara ağzına geleni söyleyip , sövüp saymaları , bunun sorumlusu olacaktı , işte o , kendisiydi ... 
Adam kadına kitaptan beğendiği bazı paragrafları yüksek sesle okumak istediğini söyledi. Mutlaka dedi ona , ama mutlaka işini bırakıp bunu dinlemelisin . Ve sonra aralarında bir şey geçmemiş gibi kadının koluna girip onu odaya getirerek yanıbaşındaki koltuğa oturmasını sağladı. Kadın direnmedi buna , bakışlarını sehpa üzerinde açık şekilde duran kitaba sonra da oğlunun fotoğrafına çevirip adamı sessizce dinlemeye başladı . 
İçinde dedi adam ,  yazılanları dikkate almamız halinde bizi dahi mutlu edecek bazı bilgiler bulunuyor . Çünkü diye ekliyor , insan her zaman insandır , ister geçmişte yaşasın ister gelecekte , ne fark eder sorun aynı olduktan sonra.
Teknolojiyi bugün gelişmiş şekliyle kullanıyoruz diye boş yere kibirlenmeyelim  hiç . Kendimizi o insanlardan üstün görmekle , ve doğaya hükmedeceğimize inanmakla bence hata ediyoruz . İşte bir vakitler denize açılan Titanik , hani ne oldu sonu ? Daha ilk yolculuğunda batıp gitmedi mi?
Yaşam karşısındaki yenilgimiz sadece bu kadar olsa iyi , acaba birbirimizi yeterince anlıyor muyuz ? bir de bu var , bence buna da bakmalıyız . Ve sorun , buradan başlayarak çözülmeli . İkili ilişkilerde insanın birazcık olsun karşısındakini koruyup gözetmesi yanlış olmayacaktır . Doğrusu her iş çıkışı ben , eve erken dönerek sana , aile bütünlüğüne verdiğim değeri yeterince göstermiş olduğuma inanıyorum . Tamam , eksik yönlerim var , ve bunu kabul ediyorum , olacak da zaten ... istersen gel zamana bırakalım ... O çözsün biraz da , şartlara göre sorun olarak bilinen ne varsa çözülsün tek tek.  Ama biliyor musun , bu kez de kendimizi büsbütün kaybedeceğiz. Açıkçası işte ben  bundan korktum . Ayaklarımız bir yere , hiç değilse bir kerecik olsun sağlamca basabilmeli. Şehir yeterince kirletti bizi . Ne gündüzün telaşlı koşuşturmacası yaradı işimize , ne gecenin o renkli neon ışıkları önümüzü yeterince aydınlattı . Sanırım içinde yaşarken körleştik giderek . Belki bunca zaman gözlerimiz hep kapalı doğmuştuk , ama açık sanarak yanılmıştık şüphesiz. Kitaptan okumaya başlamadan önce sana bir güzel içimi dökmek istedim , sana duyduğum mahcubiyetten mi , yoksa taş devri insanının düşüncesi olarak kitapta şu yazılanlar mı beni etkiledi, doğrusu şimdi tam bilemedim . 
 
 Şimdi şu satırları dinler misin ? Okuyorum ...
 
" Baktın gün usul usul aşağı iniyor bileceksin ki yuvaya dönüş vakti gelmiştir . O sıra elin boş mu yoksa sırtına yüklenip götüreceğin bir av hayvanın mı var , bunu hiç düşünmeyeceksin . Çünkü seni karşılarında sağsalim görünce sevinecek çocukların olacaktır . Hazırlayacağın tuzaklar ya da onarıp elden geçireceklerin ertesi güne kalabilir . Ve işler seni hep bekleyebilir. İsterse o yerleştiğin mağaradan fersah fersah uzakta olsunlar . Tasalanmak olur mu bunun için ! Sonra kaçacak hayvan da dahil her türlü av peşine düşecek avcıları bekliyor olacaktır nasılsa . Seçenek çoktur . Birini avlar geçersin . Ya da tam tersi ; güçsüzsen kimi zaman , yalnızsan , ve hasta isen eğer..." 
 
İşte mesele bu. İlkel bulunan şu mağara insanının yaşam karşısındaki tutumunu anlıyor musun şimdi ? Ailesine , yuvasına olan bağlılığa bir bakar mısın , nasıl da çarpıyor yüreği ? Dört taraftan tehdit altında iken ; ki , açlıktan gözü dönmüş vahşi hayvanlara , kendilerini kırıp geçirecek salgın hastalıklara , yazıyla, o çetin kışlarıyla ayrı ayrı dert olan iklimlere , ve dahası en az kendileri kadar güçlü onca düşman kabilenin varlığına rağmen nasıl da insan kıymeti biliyorlar . Seni bilemem ama hani mümkün olsaydı, ben o şartlarda yaşamaya razıydım . Güçlü iradeleri varmış bir kere , bunu daha iyi anlıyorum. Düşünsene  , her yeni güne gece boyu sen dinlenirken  tazelenen yepyeni heyecanlarla başlıyorsun . Önünde seni bekleyen bir yığın  belirsizlik var,  ama sen dipdirisin . Zindesin . Güne her şekilde hazırsın . Ve o an , o günün karşına neler çıkaracağını hiç umursamıyorsun. Ne güzel . Bu durum da yaşama tutkumuz artmaz mı hiç? 
 
Bakalım yazının devamında neler varmış , hımm şu bölüm hayli ilginç ; 
 
" ... barınak olarak benimsediğin vahşi hayvanlardan kalma o mağaraya varınca şöyle hemen içini ısıtacak kocaman bir ateş yakmalısın . Sonra da postekine kurulup , güzelce sağlığın keyfini sürmelisin . Av peşinde koşmaktan yorulduğun zaman ise senin adına iz sürecek evlatların olması için işte bu geceleri doğurgan birer fırsata çevirmelisin . Yaş biraz geçkinse , farklı düşünmeye başlıyor insan. Ardında hep kalıcı izler bırakmak istiyor ; kanıyla canıyla kendi etinden gelecek nesiller geçiyor akıldan mesela ilk  . Sonra onlara aktarılacak bilgiler . Nasıl diye soruyorsun kendi kendine ,  nasıl mümkün olacak bu ?  İşte o zaman seni iyice tanıyıp bilmeleri için şu mağara duvarlarına çizip bırakacağın şekillerden medet ummaya başlıyorsun...Hiç görmedikleri ve asla görmeyecekleri o yüzlerin, kendi gelecekleri adına kaygılanan şefkat dolu bir yüreğe sahip olduklarını düşünsünler istiyorsun .. "
 
Hoş , dedi adam , satırlar gerçekten duygu yüklü . Keşke o resimlere bir karşılık verebilsek . Merhaba desek biz de onlara , size içtenlik dolu merhabalar . Minnet ve şükranla karşılarında eğilsek .  Ey büyük büyük atalarımız , unutur muyuz sizi hiç  ?  Elden gelenin ancak bununla sınırlı olduğuna üzülüp dururken . Şimdi bir çare bulup dönsek geçmişe  , açık açık diyebilsek bunları . Ey koca boşluk , yutma artık sesimizi . Koy ver gitsinler engine . Ve ey üstümüzdeki sonsuz gökkubbe , sözüm şimdi sana , bizi köklerimizle buluşturacak bir yol aç önümüze . Dilerim bir şekilde buluşsun seslerimiz . Duvar resimlerinin eğlence için oraya çizildiğini düşünmek bence hata . Böyle düşünerek onlara haksızlık etmiş oluruz . Bir teoriyi desteklemek için bilimsel araştırmalara konu edilmeleri de doğru olmaz . Her şeyden önce insan oldukları gerçeğini kabul etmeliyiz ...
Umarım sıkılmadın anlattıklarımdan . Peki kaldığı yerden okuyorum , madem sessizliğini bozmuyorsun,  sükut ikrardır denir . 
 
" Haftalar , aylar harcıyorsun resimler için ; başta biçimsiz bulduğun çizgileri daha da eğip bükerek beğeneceğin şekle iyice benzetene dek üzerinde çalışıp duruyorsun.  Ak toprakla kızıl toprağı bir güzel karıştırıyorsun kıvama gelsin diye . Olmuyor tabi , o renkler bir bir soluyor , sonra da büsbütün dağılıp gidiyor. Bu kez hayvan kanıyla deniyorsun ; resmin canlanacağını düşündüğünden değil , fakat ölümle kanatlanarak uçup gidecek o sıcacık nefesten geride kana geçecek bir öz, gözle görülmez bir tılsım , bir iksir kalmışsa diye son kez umutlandığın için . Ama bu da sorunu çözmüyor. 
Bu kez taşları yontmak düşüncesi geliyor aklına. Mağarada sonsuza denk   geçecek o günler ve geceler boyu, önceden belirlediğin , gün ışığının iyice aydınlattığı , girişe en yakın mesafedeki taş cepheden başlaman gerekiyor işe . Bu , öncekinden daha büyük bir çaba istiyor ama . Aynı şekilde sabır,  kararlılık ve daha nice beceriye sahip olmayı ; bir defa hafızan güçlü olacak , hesabın kuvvetlice.  El ile zihin işleyişi arasında uyum gerekecek sonra . Bir ölçü adamı olacaksın lafın kısası. Ve yapılacak hatalardan dolayı asla caymak yok, emin ol deneye deneye yatkınlık kazanacaktır o eller ."
 
Teknoloji sanırım işte bu şekilde ağır ağır gelişti . İlk dönem doğal kaynaklara ulaşmak insan için hiç kolay değilken sonra birden hızlandı o süreçler . Avcı toplumundan ayrılanlar toprağa kalıcı olarak yerleşmeye başladılar . Tarımı , toprağı işlemeyi öğrendiler sonra . Köyler , kasabalar kurdular , daha sonra da büyük gösterişli şehirler . Ama bu da , o kaçınılmaz sonun başlangıcı olacaktı . Koca bir uygarlık inşaası için şimdi bedel ödemeye gelmişti sıra . Güçlü olan öne çıkacaktı , sivrilecekti akranları arasından , ve insan toplumda iyi bir yer edinebilmek için acımasız olmayı göze alacaktı . Kimisi yönetecek , kimisi de boyunduruk altında yaşamaya rıza gösterecekti. Ortaya çıkacak anlaşmazlıkların çözümüne , ki sonraları ' adalet mekanizması ' olarak adlandırılacaktır , baskın sınıfın çıkarlarını korumak üzere bir takım yöntemler geliştirecekti . Hoşnutsuzluk yine devam ederse bu kez eğlenceli oyunlar , bazı gösteri ve  yarışmalar düzenlenip bununla o toplumun gönlü alınacaktı . Para icat edilecekti takastan sonra . Ve tapınaklar .Tanrı olduğunu savunacak kadar gözü dönmüş çılgın krallar çıkacaktı ortaya , onlara adanmış ömürleriyle rahipler , soytarılar . Ve sonunda savaşlar başlayacaktı . 
 
Kan döktükçe de iştahı artacak , daha esaslı vurgun ve talanlar için ortada hazır bir gerekçe bulunduğundan o ölümler artacaktı. Avcı toplumlarsa uzun yıllar önce bu insanlarla barışmıştır . Kan kokusundan akla hiç gelmeyecek şekilde büyülendikleri için o güçlü bedenlerini ihtişamlı saray efendilerinin hizmetine sunup ruhlarını satılığa çıkarmayı öğreneceklerdir. Fakat bir kısmı her şeye rağmen yine de içlerindeki temizliği korumayı başarmıştır . Haksızlık karşısında dikilmek,  zayıfı korumak , özüyle - sözüyle doğru insan olmak gibi nitelikleri sadece düşman sayısını arttıracaktı . Ve çepeçevre düşmanca kuşatıldılar . Bir vakit yerleri , yurtları olan deniz büyüklüğündeki o göl kıyısından sürüldüler . Çorak topraklara doğru , soğuk kuzey illerine yerleşmeye zorlandılar . Ki , ölmeleri isteniyordu burada ;  demir gibi sert  iklimde , yine demir kadar sağlam ve başı neredeyse bulutları delerek göğe varan o sıradağlar arasında kaybolup gidecektiler hesapça . 
 
Ama düşündükleri gibi olmadı , çünkü bu kez bir başka güç karıştı işlerine . Yeryüzünde hiçbir varlıgın erişemeyeceği kudrete sahipti üstelik .Çünkü yaşamasını istiyordu onların .  Yine eskisi gibi kuzey yarımküreye   dağılmalarını. Şu barbar kavimlere hadleri bildirilecekti . Görevdi , bunun için seçilmişlerdi , ve rıza gözetmek olmazdı bu işte . Üstelik sınama vardı işin sonunda . Yerdeki ve gökteki bütün dikkatler üzerlerine çevrilmişti. Ve o güç bir canavar kılığına girip aşılmaz dağlarda hem yol gösterici ve hem uyarıcı bir ruh olarak önlerinde yürüyecekti kendilerinin . Ayrıca akla gelmeyecek en kurak , en elverişsiz toprakların şifalı bitkileri ve havada , karada , suda  yaşayan her tür hayvan hizmet karşılığı hep kendilerine sunulmuştu. Kayalardan süzülen , içimi gayet hoş , mevsimlik pınarlar , hemen önlerinde biten küçücük gözeler , Buzullar arasında gezinirken  buldukları kükürtlü sularıyla kimi kaplıcalar yaraları onarıp , acılarını yatıştıracaktı . Çıkış destanı kısaca bu şekilde özetlenebilir .
 
Adam bir an için sustu . Söylediklerinin etkisini görmek istiyordu. Kadınsa sessizdi . Kendisini dinliyor olabilirdi ama gözü hâlâ sehpa üzerinde duran şu fotoğraftaydı . Ve uzanıp tam onu alacakken gözgöze geldiler . Adam o sessizliğin kadının bakışlarına da yansımasını umuyordu . Hiç değilse söylediklerini anlasaydı . Bir kıvılcım bulsaydı orada . Ya da eğer kendisini duymuş , işitmişse bir işaret , jest , mimik . Konuya başka bir şekilde devam edecekti ...
 
İhtiyaçlarımızı doğal kaynaklar fazlasıyla karşılamaya yeter diye düşünüyorum.  Yalnız ona biraz saygımız olmalı . Ve şu insanları kendimize örnek alalım . Asırlarca nesilden nesile aktarılarak bize ulaşan deneyimlerini bir çırpıda gözardı etmeyelim . Diyeceğim o ki , kızmassan eğer geçenlerde senden habersiz bir dağ evi aldım , yeri geldiği için şimdi bunu sana söylemek istedim . Bütçemizi zorlamayacak şekilde küçük , kerpiçten bir evcik ; iki , üç dönümlük güzel ama biraz meyilli ve engebeli bir arazinin içinde bulunuyor , yola yakın tarafta . Güneyinde , şırıl şırıl akan berrak suyuyla bir dere var ; İyice yakına gidince yosunların arasına saklanmaya çalışan ufacık tefecik balıkları güzelce görüyorum , önümden sıçradığı gibi akıntıya dalan ve o sıra tırmandığı kayanın üzerinden pörtlek gözlerle dönüp bana bakan , çene altından şişirdiği kesesiyle vıraklayan yeşil yeşil kurbağaları , meşelere , çınar ve söğüt dallarına yuvalanmış , orada ötüşüp duran dere bülbüllerini , her renkten kuşları , böcekleri ve mis gibi kokan kır çiçeklerini . Ne yapayım, bunlara dayanmadığım için hemen satın aldım o dağ evini . Görsen sen de seveceksin , eminim . Üfül üfül esen serin rüzgarlar pek hoşuna gidecek meselâ . Dalından koparacağın taze meyveler , ki yerken tadına doyamayacaksın , inan , çünkü yok bir benzeri . Sonra bin rakım yükseklikteki o dağ havası , bol oksijen demek bu, vücudunun tepeden tırnağa büsbütün yenilenmesi . Gençleşiverir ve hiç yaşlanmazsın buralarda...
 
Tarla ressamın demişti kahvede pişpirik oynayan emlakçının biri . Eğer tarif ettiği şekilde gidersem onu balıkçıların çıktığı şu eski tavernada eğlenirken bulacaktım . Başındaki mor bereden tanıyacaktım bir kere . Ya da duruma göre mevsim kışsa , yine mor renkli şapkasından , fularından , hatta ayakkabısından . Ama pantolon ve ceket farklı renklerde olabilirmiş. Kasabamızın MorAdam'ıdır o . Eğlence ortamının gurusudur . Onu üzecek şey bizi de üzer demişti , oradan ayrılırken . Yıl içinde kendi gibi ressam arkadaşlarıyla bir süreliğine bu dağ evinde kalırmış , hemen bir sergilik resme yetecek kadar . Söylenen yerde onu buldum . Tanıştık , aklımdan geçenleri dinledikten sonra elini uzatıp ev senindir dostum , dedi . Madem istiyorsun , al dilediğin gibi kullan . Yalnız buraya gözün gibi bakmalısın . Şey , bir de sağlığına ... bu önemli ama , değil mi ? O gün alım satım işini hemen hallettik . İnanır mısın bilmem , bazı şeyler kimine malum olurmuş . Temizse,  iyi bir kalp taşıyorsa içinde . O kadar seveni olduğuna göre dedim , boş biri değil şu MorAdam . 
 
Çünkü durduk yere kim sağlığın önemine böylesi bir vurgu yapar ki ! Elbette hiç kimse . Ama ya kendisine ilham edilen ve yapısı gereği tinsel olarak o kaynaktan beslenen biriyse, işte o zaman durum farklı olur . Hani sana  bahsettiğim doğadaki dengeler var ya , aşkın bir güç olarak maddeyi iyice şekillendiren , bunlar diyorum niçin bir insanı da etkisi altına almasın ? Doğayla uyum içinde yaşayan birinin pek çok şeyin farkına vardığını düşünüyorum . MorAdam ve diğerlerinin sırrı burada yatıyor olabilir . Uyum becerisi arttığı oranda farkındalık gelişiyor , her şeyiyle sağlık kazanıyor insan . O gün şanslıydım . Bağında , bahçesinde çalışırken mutlu olabilen insanlarla tanışmış , az çok sorularıma cevap bulmuştum . Fakat ben onlara göre belki biraz daha kendi halinde olmak isteyeceğim . Zamanımı hep o dağ evinde geçireceğim mesela . Bütün bir yıl boyunca.  Üstelik tek başıma . Ve gece oldu mu gökyüzünü izleyecek , huzurum bozulmasın diye de yanımda kimseyi götürmeyeceğim . Geceler yanıp sönen yıldızlarla göz kırpacak bana  . Belki o sıra bir göktaşının ateş topuna dönüşmesine tanıklık edeceğim ve geride onu izleyen bir ışık huzmesinin atmosfere hızla girişine .  Ama hiçbir zaman fal bakmayacağım . Asla hem de. Ve hiç kimseye kehanette bulunmayacağım . Yalnız soluk alıp vereceğim , o kadar . Sonra ciğerlerim şişene dek aldığım nefesi , binbir esintiyle taşınıp gelen o şifalı dağ havasını sonsuza dek içime hapsedeceğim . Gündüz oldu mu erkenden uyanıp evimin küçük penceresinden gördüğüm, ormana doğru kıvrılan şu patika yola düşeceğim . 
 
Biliyor musun , daha çok yabani bitkiler ilgimi çekiyor benim . O sert , dayanılması güç iklimlerde bile yaşıyorlar çünkü. Üstelik gelişmeleri için gereken her tür insan desteğinden yoksun olmalarına rağmen başarıyorlar bunu . Küçücük, ipliksi dokusuyla o kök yeter ki bir zemine dokunsun . Bakmışsın kısa sürede hem aşağı,  yerin derinliklerine doğru hem de başı güneşe erişecek şekilde, hızla gelişerek orada bitiveriyor . Şaşılası şey , yaşama tutkuyla bağlanmak hormonları nasıl da harekete geçiriyor . Topraktan , havadaki nemden , sonra ısıdan,  üzerindeki basınçtan , yaşamak için ne gerekiyorsa bunların tümünden faydalanmanın yolunu bulmuş harika bir canlıdan söz ediyorum . Bu bitkileri şöyle yakından iyice bir incelesem diyorum . Yemeğini yapsam . Salatasını . Turşusunu kursam ya da . Bir kısmından ilaçlar yapsam mesela . Ne bileyim , yağını suyunu çıkarsam bunların ... işe yarar mı acaba ? Ne dersin ? Lokman Hekim mademki çare bulmuş ölüme , üstelik sırf bitkilerden oluşan bir terkip hazırlamış . Ve madem ömrünün son günlerini huzurla geçirmek için dağ köylerine çekilen onca insan var .İyileşip sapa-sağlam evine , yurduna dönen kanser hastalarını eminim sen de duymuşsundur . Öyleyse daha ne duruyoruz . Bizi elden , ayaktan edecek bir illetin gelip yakamıza yapışmasını mı ? 
Adam sözü daha fazla uzatmak istemedi . Sağlık gibi nedense önemi hep sonradan anlaşılan bir konuyu bu kadar dillendirmeyi yeterli bulmuştu . Ama sadece şimdilik . Peki ya sonra , ne olacaktı ? Ne mi olacak , susacaktı elbette yine . Ta ki başkası konuşana dek bu anlattıkları dışında bir şey öğrenemeyecekti . Ama kendisi hakkında bu kez ona arkasından kimler ve neler anlatacaktı ! Belki üç-beş kişi , hadi bilemedin bir avlu dolusu insanın dört ucuna yapışarak sırtlandığı yükü sessizce oradan taşıyacak olması da bir şeyler anlatacaktı ona . O zaman bilecekti işte. Anlamı varsa eğer , ve artık kendisi için bilmesi bir anlam ifade edecekse. 
 
Canının kahve çektiğini söyleyip kadını odadan uzaklaştırdı . O dağ evine gelip yanına yerleşseydi iyi olacaktı belki ama kadından bunu isteyemezdi . Buna hakkı yoktu çünkü . Ama aklından geçmişti,  hem de kaç kez. Sayısını bile unutmuştu . Söyleyecekken tam , ramak kalmışken dile gelen söylenmeye , bir şey frenlemişti kendisini . 
Hani karşındakinin az çok neler düşündüğünü tahmin ettiğin anlar olur ya ; konuşarak bunların açığa çıkması yerine gizli kalmasını istersin , sanırım böyle bir his engellemişti o konuşma isteğini . Susmuştu , çünkü bekliyordu . Fakat bilmese de yürekten onaylıyordu alacağı kararı . Daha çok, mutlu olmasını istiyordu onun . Şehre ait neon ışıklarının yolunu bir güzel aydınlatmasını diliyordu . Ve kanser illetine yakalandığını birilerinden öğrenince yalnızlığa artık alışmış olmasını umuyordu . 
 
31.08.2017
 
Aydın AKDENİZ
 
.
 
.
 
Toplam blog
: 177
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.03.07
 
 

1965 Almanya doğumluyum. Atatürk üniversitesi İlahiyat fakültesi mezunu olup, öğretmen olarak çalışm..