Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '10

 
Kategori
Öykü
 

Mağaranın Kamburu-12

Mağaranın Kamburu-12
 

Mağarada deprem...


-N’oldu evlat? Nefes nefese kalmışsın, yüzün de bembeyaz. Bir şeyden mi korktun? Otur, dinlen istersen. Daha sonra da anlatabilirsin.

-Bana evlat ya da dostum diye hitap etme. Gıcık kapıyorum bu tarz konuşmalarından. Sanki benimle dalga geçiyormuşsun gibi geliyor. Hem de ne olduğunu bilmiyormuş gibi davranma. Burada korkulacak o kadar çok şey var ki.

-Ne varmış?

-Daha ne olsun? Mağaranın girişinde onlarca kuş ölüsü, yerde kırılmış yüzlerce kuş yumurtası. Öyle ki yumurtalar zemini sanki cilalanmış gibi yapmış. Ayağım kayar da düşerim diye oldukça dikkatli davranmak zorunda kaldım.

-Mağaranın girişinde, kuşların çok sayıda yuvası vardı. Oradaki kuşların yumurtaları yere düşmüş olmalı.

-Hadi orasını anladık diyelim. Peki girişten beş-altı metre ilerideki boz bir ayı leşi de neyin nesi? O ayı hep burada mı yaşıyordu? Neden öldü, ya da kim öldürdü o hayvanı? Ayı olduğunu bilseydim bu lanet yere adımımı bile atmazdım. Yoksa burada ondan başka da ayı var mı?

-Burada başka ayı yok. Ölüsünü gördüğün ayı da oldukça zararsız bir hayvandı. Buraya gelip giden insanların hiç birisine bir zararı dokunmamıştır. Zaten ininden pek dışarı çıkmazdı. Ara sıra çıkarsa da sessizce tekrar yuvasına dönerdi.

-Neden öldü?

-Bilmiyorum.

-Ayı leşinin az ötesinde ölü yılanlar da gördüm. Yol boyunca kertenkele, sümüklüböcek, örümcek, kurbağa, yarasa ölüleri doluydu. Hatta küçük küçük ölü balıklar bile vardı. Ya o yüzlerce ölü fare, ne kadar iğrençti!... Ne oldu burada? Bana anlat! Yoksa bu hayvan katliamını sen mi yaptın, zalim bunak?

-Bana zalim diyene de bak! Benim bu işte herhangi bir rolüm yok.

-Lafı eveleyip gevelemeden anlat öyleyse. Ne olduğunu öğrenmek istiyorum.

-Geçen gün mağaranın içinde her şey normal gibi görünüyordu. İlk işaret rüzgarla geldi, çünkü esinti azaldı ve az sonra da tamamen kesildi. Derken karanlık daha da koyulaştı. Nefes almakta zorlandığımı hissettim. Demek ki içerinin nem oranında değişme olmuştu. Derken yüzlerce kurbağa birden bağırmaya başladılar, sanırsın ki diri diri etlerini koparıyorlar. Kurbağa çığlıklarının arkasından binlece sinek ortaya çıktı, sinekleri çok sayıda çılgın gibi uçuşan, bazen de duvarlara çarparak yere düşen bir yarasa sürüsü izledi. Nereden çıktığını göremediğim solucanlarla ve sümüklüböceklerle doldu yerler. Onlara hücum eden bir sürü de fare… Hayvanların bazıları kaçıyor, bazıları kovalıyor, bazıları savaşıyor, bazıları bir yere saklanmaya çalışıyordu. Kısacası tam bir kaos hakimdi mağaraya. Gelirken leşini gördüğün ayı bir ara yanıma geldi. bir metre kadar yaklaştı ve gitti. Aradan fazla bir zaman geçmeden gene geldi. Bu sefer iyice yanıma sokuldu. Aramızda birkaç santimetre mesafe ya var ya da yoktu. Gözleri kanlı ve yaşlıydı. Acı çektiğini anladım bakışlarından, ama onun için bir şey yapmak gelmedi elimden. Demek ki hayvancağız, bir veda ziyareti için gelmişti …

-Bütün bunlar olurken sen ne yapıyordun? Korkmadın mı? Hayvanlar saldırgan haldeyken sana da zarar verebilirlerdi.

-Şimdiki durduğum yerde oturmuş olanları izliyordum. Korkmadım.Yıllardır bu mağaradaki hiç bir canlı bana zarar vermedi ki korkayım. Ben de onlara zarar vermekten hep kaçındım. Aç kalsam bile bir kuşu kesip yemeyi ya da bir balığı yakalayıp kızartmayı düşünmedim. Bu mağaranın gerçek sahibi olan hayvanların bazıları ile aramızda saygı ve sevgi, bazıları ile ise sadece saygı vardır. Yani bazı hayvanlar beni hem sayarlar hem de severler. Tabii ben de onları. Bazıları ise sevmeseler de saygı duydukları için bana zarar vermezler. Mesela yılanlarla olan ilişkimiz sadece saygıya dayanır ve birbirimizi sevmesek de zarar vermekten kaçınırız.

-Hadi canım sen de! Hayvan saygıdan ne anlar?

-Sen öyle zannet.

-Sonra ne oldu?

-Evet korkmadım, ancak şaşırdım. Halbuki biraz farklı olmasına rağmen benzeri durumla daha önce de karşılaşmıştım. Bu kargaşa hali ne kadar sürdü tam olarak bilemem. Belki yarım saat, belki de bir saat… Bitmesi de başlaması gibi birden oldu. Ortalığı aniden bir sessizlik sardı, sanki zaman durdu. Bu tahmininde güçlük çektiğim zaman sürecinde birbirinin tam zıttı iki ortama tanık oldum. Önce gürültü, patırtı ve olabildiğince kargaşa; sonra ise suskunluk, durgunluk… Ve en nihayet yavaş yavaş normale dönme işaretleri. Birkaç saat sonra ise ortaya sürpriz bir olay çıktı.

-Sürpriz olan nedir?

-“Tamam bu iş bitti”, derken her taraf sallanmaya başladı. Yani deprem oldu. Bu deprem mağarada, biraz yıkıntıya yol açtı. Gördüğün balık ölüleri deprem nedeniyle dereciğin dışına fırlayanlardır. Bazıları tekrar suya döndü, dönemeyenler ise tabii ki öldü.

-Deprem olalı üç gün oldu. Demek ki yoldaki molozlar deprem sırasında düşmüş.

-Benim anlattıklarım da zaten üç gün önceki olaylar. Daha önce de benzeri bir olay olduğunu, bunun biraz farklı olduğunu söylemiştim. İşte farkı bu depremdi…

-Bazı bilim adamları hayvanların depremi önceden sezdiklerini ve bu nedenle de anormal davranışlar yapabildiklerini iddia ediyorlar. Bu sence de doğru mu?

-Bilemem. Belki öyledir.

-Hani sen her şeyi bilirdin Kambur? Sorduklarıma “bilmem, bilemem, belki, olabilir” deyip duruyorsun.

-Ben her şeyi bildiğim iddiasında değilim. Zaten her şeyi bilmek de istemem. Hele olacakları önceden bilmeyi asla istemem. Buna rağmen bazı olacakları önceden bildiğimde ise çok rahatsızlık duyarım. Ben, sadece bilmem gereken kadarını bilirim. Bilmem gereken kadarını da bana öğreten üstadlarımdır. Daha fazlasını bilmem gerekseydi üstadlarım bunu yaparlardı. Onlar, ne takdir ettilerse o. Daha fazlası peşinde koşmam, koşamam.

-Buna rağmen olanlarla ilgili bir açıklaman olmalı.

-Tabii var. Burası, bu kocaman dünyanın içinde küçücük bir dünyadır. Bu şekilde insan ve hayvanlara ait yeryüzünde çok sayıda küçücük dünyalar var. Bu küçücük dünyalarda zaman zaman insan ve hayvanların; bireysel ve toplumsal yapılarından ya da doğa olaylarından kaynaklanan kaoslar meydana gelir. Kaos bir süre devam eder, sonra biter ve yerini bir dengelenmeye bırakır. Hiçbir kaos sürekli değildir, eğer sürekli olursa bu kıyamet demektir. Aynı durumu bütün halindeki dünya için hatta evren için de söyleyebiliriz.

-Dengelenmeden kastın eski halin sağlanması mıdır?

-Hayır, hiç bir dengelenme eskinin aynısı değildir. Her dengelenme yeni bir oluşumdur. Eski ile benzeşen durumlar olabilir, ancak kesinlikle tıpatıp aynılık söz konusu değildir.

-Ortalık leş dolu ve iğrenç bir koku var. Rahat nefes almak neredeyse imkansız. Bu iğrenç koku beni çok rahatsız ediyor. Buraları neden temizlemedin?

-Kokuya zamanla alışırsın. Öyle ki alışınca koku var mı yok mu, farkına bile varmazsın. Buraları temizleme işine gelince, benim buna niyetim olmadığı gibi; hakkım ve yetkim de yok. Her şey doğal ortamında kalmalıdır. Yani ben burada olmasaydım, nasıl kalacaksa öyle. Neyse bu konuyu artık kapatalım. Çünkü bu konuya daldık, senin sorunlarını unuttuk. Sende ne var ne yok? Anlat bakalım. Aylardır görüşemedik. Önemli gelişmeler olmalı.

-Var tabii. Mesela karımın durumu.

-Karın iyi mi?

-Hayır. Tam tersi. Şimdi bir tımarhanede yatıyor.

-İstersen oraya akıl hastanesi diyelim de bir çok hasta insanı gücendirmeyelim. Durumu ağırlaştığı için mi hastaneye yatırdı doktorlar?

-Öyle olsun, hadi hatırın için hastane diyelim. Acayip hareketler yapmaya başlamıştı. Durmadan yerleri süpürüyor, eşyaların tozlarını alıyor, cam siliyor ve sürekli ellerini yıkıyordu. Bizler onun yüzünden lavaboya giremez olduk. Toplu ulaşım araçlarına binerken mevsim isterse yaz olsun, mutlaka ellerine eldiven takıyordu. Eve gelince de ellerini defalarca yıkadığı gibi aynı işlemi eldivenlerine de uyguluyordu. Anormallikleri sadece bunlarla sınırlı değildi. Sık sık oturduğu yerden kalkıyor, eline bir terlik alıyor, kapının arkasına üç kere vuruyor ve yerine oturuyordu. Birkaç dakika sonra gene aynı hareketi yapıyordu. İkide bir de yatak odasından dev örümcekler, yılanlar ya da böcekler gördüğünü haykırarak, çığlık çığlığa fırlıyordu. Anlayacağın evde ne rahat ne de huzur kalmıştı.

-İlginç. Kapının arkasına terlikle neden vurduğunu sormadınız mı?

-Sorduk. Eğer o hareketi yapmazsa kendisinin ve çocuklarının başına büyük bir felaket gelebilirmiş.

-Anlaşılan, çocuklarını çok sevdiği için, onların kötü bir şeyle karşılaşmalarına tedbir olmak üzere yapıyor .

-İyi de çocuklarını çok sevdiğini düşündüğümüz bu anne, sebepsiz yere onları hastanelik edinceye kadar neden dövdü dersin? Neredeyse öldürecekmiş. Zaten bu olaydan sonra doktorlar mutlaka hastanede gözetim altında tutulmasına karar verdiler. Dilerim oradan ölüsü çıkar…

-Başka neler oldu?

-Maddi yönden durumum çok iyileşti. Karımı hastaneye yatırdıktan bir ay kadar sonra bir villaya taşındım. Şimdilik kiralık, yakın bir zamanda satın da alabilirim. Bu arada O’nu da işten ayrılmaya ikna edebildim. İkna işi oldukça zor oldu ama.

-Zor da olsa başarmışsın.

-Spor bir araba hediye etmeseydim başaramazdım.

-Bu değirmenin suyu nereden geliyor?

-Beklediğimiz yüklü krediyi aldık. Hemen üç arsa alıp yapmayı planladığımız site şeklindeki konutların temellerini attık. Beş ayrı yerde satış ofisi açtık. Maket üzerinden konutların satışına başladık. Satışlar umduğumuzdan da iyi gidiyor. Yarıştığımız firmaların bazılarını geride bıraktık, ama henüz geçemediklerimiz de var.

-Başkalarıyla kendini kıyaslarsan, onlar gibi olmaya çalışırsan mutsuz olabilirsin; kendin ol ve kendini gör. Her şeye rağmen bu kriz ortamında büyük bir başarı elde etmişsiniz.

-Evet, öyle. Birkaç kere yurt dışına seyahat ettim. Tabii yanımda O da vardı. Hep dört-beş yıldızlı otellerde kaldık. En lüks lokantalarda yemek yiyoruz. Biraz bıktırıcı bile olmaya başladı bu lüks yaşantı. Mesela tanınmış birçok lokantanın yemeklerinin bana fakirlik günlerimde yediğim bir ekmek arası dönerin lezzetini vermemeye başladığını fark ettim.

-Her şeyin fazlası bıkkınlık yaratır, daha da aşırıya gidilerse tiksinti bile doğurabilir.

-Bunda haklısın. Çektiğim onca sıkıntıdan ve acıdan sonra şimdi ekonomik yönden oldukça iyi hissediyorum kendimi.

-Acı insanın ruhsal bağışıklık sistemini güçlendiren bir ilaçtır.

-Bu arada çevrem de çok değişti tabii ki. Son derece kaliteli ve zengin insanlarla tanıştım. Bambaşka bir arkadaş-dost çevresi oluştu kendiliğinden. Çok güzel bayanlar da var aralarında. Hele yeni tanıştığım bir bayan var ki, nasıl anlatsam! Mükemmel bir yaratık. Otuziki yaşında, kocası öleli iki sene olmuş. Adam ölünce kadına yüklü bir miras kalmış, ama o gene de çalışıyor. Bir bankada müdüre. Bizim kredide çok faydası oldu. Bana karşı ilgisi de var. Tabii benim de ona karşı…

-Boynundan ve karnından bıçaklandığını çabuk unutmuşa benziyorsun. Ortada hiç bir şey yokken bunu yapan birisi böyle bir durum karşısında ne yapmaz! Bu sefer hayatını sonlandırıcı bir silah kullanacağından emin olabilirsin. Yanılmıyorsam bu gerçeklere rağmen sen, “Kovandan bal almak isteyen arıların sokması ihtimalini göze almalıdır.” diye düşünüyorsun.

- O kötü olayı hatırlatma. Korksam böyle bir ilişkiye giremezdim.

-O’na ihanet mi edeceksin?

-Evet. O bana ihanet ediyor ya! Hem öncekini affetmiş olmama rağmen…

-Bir şeylerden mi şüphelendin?

-Şüphe olsaydı keşke.Elimde somut deliller var. Bunun bedelini ona ödettireceğim. Detayını anlatmıyorum olayın, çünkü çok uzun sürebilir.

-Bir dahaki görüşmeye bırakalım öyleyse. Arayı fazla uzatma.

-Uzatmak zorundayım, zira yurtdışında bazı işlerim var. Burada da toplantılar, görüşmeler, tapu ve belediye işleri v.s gibi bir sürü zaman harcamam gereken iş beni bekliyor.

-O zaman sana kolay gelsin diyeyim..

-Hoşça kal.

-Güle güle.

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..