Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ağustos '10

 
Kategori
Öykü
 

Mağaranın Kamburu-2

-Değildi. Daha önce de aynı şeyleri birkaç kere düşünmüştüm.

-Sonra ne yaptın?

-Kalktım yatağıma gittim, ama o gece bir sağa bir sola dönmekten sabaha kadar gözümü bile kırpmadım. Karım da uyumamış olmalı ki birkaç kere yataktan kalktı, sonunda uyudu. Sabahleyin işe gitmek için evden çıkarken ne ben onu öptüm, ne de o bana “güle, güle” dedi. İşte büromda bunları düşünürken başladı her şey...

-En sonunda asıl konuya gelebildin.

-Bunları da anlatmam gerekiyordu, çünkü O’na doğru yönelmemde rol oynayan tüm etkenleri bilmeni istedim.

-Neyse, fazla uzatmadan konuya gir.

-Çok acelecisin deve kılıklı herif! Senin sırtındaki kamburların seni küçük bir deve gibi gösteriyor. O yüzden çok da komiksin... Tek kamburu olan çok insan gördüm ama senin gibi çift hörgüçlü deveye benzeyen iki kamburlusuna ilk defa tanık oluyorum.

-Benim kamburlarım senin ilgini çektiyse ileride onlardan da söz ederiz, ama şimdi fazla zamanımız kalmadı. İstersen oyalanmayı bırak da esas konuyu anlat.

-Tamam. Evet, büromda bunları düşünürken sekreterim telefonla bir bayanın beni görmek istediğini haber verdi. İçeri almasını söyledim. Çok şık giyinmiş, neşeli, 18 yaşlarında bir kız vardı karşımda benden iş isteyen. Çok da etkileyici konuşuyordu. Paraya pek ihtiyacı olduğunu sanmıyorum, çünkü kendisi de bunu açıkça söylüyordu: ”Hayat hakkında deneyim sahibi olmak için size baş vurdum.” derken, bir yandan da bacak bacak üstüne atıp bir sigara yakıyor, çekinmeden kalkıyor, odanın içerisinde geziniyor, sonra yerine oturuyor; vücudunu, güzelliğini sergilemek için elinden geleni yapıyordu. İşe alındığını söylediğim zaman, bu onun için değil de sanki benim için bir lûtufmuşcasına beni yukarıdan aşağıya süzerek elini uzattı, tuttum, ama yüreğimin atışını duyacak diye de korktum. Bu kadar kısa sürede bir kadından böylesine etkileneceğimi düşünemezdim. Sertçe elini çekti: ”Yarın görüşmek üzere, şimdilik hoşça kalın!” deyip gitti. İşte esaret denilen o eziyet o andan itibaren başladı. Bana çok çektirdi çok... Ben de onu mahvetmenin bir yolunu bulmalıyım, bana yaptıkları yanına kalmamalı. Onu perişan etmenin mutlaka bir yolu olmalı. Ne olur, benim için ne yapabileceğini söyle ey, kötülüklerin büyücüsü!

-Elimden gelen her şeyi; yalnız hikayenin sonunu getirmelisin!

-Bu kız işe başladıktan sonra ne bir tek satır yazı yazdı ne de başka bir iş yaptı. İşi gücü beni çıldırtmak, kendisine hayran bırakmaktı. Bir hafta geçmeden beni evine davet etti, yaş günü partisi veriyormuş. Kabul ettim. Cumartesi günü sabahleyin erkenden kalktım. Neşeden, keyiften yerimde duramıyordum. Islık çalıyor, şarkı söylüyor, espriler yapıyordum. Karım da çocuklar da benim bu halime şaşırmış görünüyorlardı. Banyomu yaptım, traşımı oldum, en güzel kokan traş losyonumdan süründüm. Saçımı ayna karşısında defalarca taradım. Aynada kendime göz kırptım, gülümsedim; hatta karşımdaki bu yüzü oldukça da yakışıklı buldum. Onu etkilemeli, kendime hayran bırakmalıydım; kısacası O’nun üzerinde iyi bir hava yaratmalıydım. Evden karıma ve çocuklarıma öpücükler vererek çıktım. Verdiği adrese geldiğimde kapının ziline bastım. Heyecanım doruktaydı. Evde yalnız başına, beni beklediğini, bu yaş günü hikayesini de uydurduğunu düşünüyordum. Üzerinde ince bir elbise, yüzünde gülücüklerle kapıyı açacağını ve beni içeriye davet edeceğini umuyordum. Kapıyı kızlı, erkekli bir grubun açtığını görünce şaşırdıysam da bozuntuya vermeden içeri girdim....

-Yoruldun mu? Biraz dinlenip devam edersin. Hikayen oldukça ilginç! Buna azgınlık dersem, bana kızmazsın değil mi dostum? Kırkının üzerinde, iki çocuk babası bir erkeğin, üstelik toplumda seçkin bir statüsü olan bir insanın bu çılgınca davranışlarını başka türlü değerlendirmek mümkün değil!

-Hemen yargılıyorsun, üstelik insafsızca. Ahlâk kahramanlığı sana yakışmıyor. Hem ben toplumsal değerlerin mutlak değil, göreceli olduğuna inanıyorum. Ben aile reisi olarak sorumluluklarımı en iyi şekilde yapmaya çalıştım. O yaşıma kadar onları rahat yaşatmak için uğraştım. Benim de bazı şeylere hakkım olmalıydı, ileride hatırladığımda mutluluk duyabileceğim anlar bulunmalıydı yaşantımda. Bu kanı, yaşamımın geri kalanını değerlendirme konusunda beni uyardı.

-Haklısın, galiba ben ileri gittim. Seni suçladığım için özür dilerim. İstersen bana ve konuşmalarıma aldırmadan sen devam et...

-Ben O’nun ve arkadaşı gençlerin arasında bulunmakla çok şey öğrendim. Benim yaptıklarım başkalarına göre belki çılgınlıktı, azgınlıktı, delilikti, manyaklıktı; ancak her şeye değerdi. O çılgın gençlerin arasındayken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor, her fırsatta kendimi onların yanına atmak istiyordum. Aslında bunlar bana kaybettiğim güvenimi de kazandırıyordu. Kadın, uyuşturucu, içki ve aklına gelebilecek her türlü sapıklık vardı. Gençlik iksirinin sırrını orada öğrendim; yüzünde ergenlik sivilceleri çıkmaya başlamış, bıyıkları henüz terlemiş bir delikanlı gibiydim. 20-25 sene geriye dönmenin ne demek olduğunu, ne kadar çabalasam da sana anlatamam. Yaşamadığım gençliğimi yaşadım...

-Gençliğimi yaşayacağım derken bu gününü ve yarınını kaybettiğini fark etmedin mi? Zamanı sunî bir şekilde uzattığını zannedebilirsin, fakat dostum bu maalesef mümkün değildir. Her canlının dünyadaki yaşam süresi ve yoğunluğu önceden belirlenmiştir. Bir an uzamadığı gibi, bir an da kısalmaz. Her canlı önceden hazırlanan plan gereğince o yaşamı sürdürmek zorundadır.

-Sen açıkça bir fatalistsin... Üstelik bu fatalist anlayış seni çelişkiye de düşürüyor.

-Nasıl?

-Bir yandan her şey planlanmıştır, bunun dışına çıkılamaz derken, az önce de insan yaşamında sayısız ihtimal ve sayısız yol olduğundan söz ediyordun. Eğer bizim için belli bir yol önceden çizilmiş ise, senin sayısız dediğin kadar yol olmayıp, sadece bir tane yol var ve de biz bunu yaşamak zorundayız demektir. O halde yol sayısı ha bir tane, ha sayısız olmuş, bunun ne önemi var ki....

-Burada bir çelişki var gibi görünüyor, ama iyice düşünürsen olmadığını anlarsın. Düzenleyiciler her insan için sayısız yol ve yaşam biçimi hazırlamışlardır. Bunlardan insanın bir tanesini seçmesi, ya da şöyle ifade edeyim, bu duygusal kanallardan birisinde titreşimde bulunması kişinin kendisine bırakılmıştır. İrade, bilgi, istek ve sezgi sayesinde her insan kendi yolunu seçmekte özgürdür. Bu konuda kişiye sınırsız özgürlük verilmiştir. Eğer özgürlük olmasaydı insanlara sorumluluk da yüklenemezdi ve herkes davranışlarının olumsuz sonuçlarını bir şeye yükleyiverirdi.. Belki bir mısır tarlasına giren ineğin sorumluluğu inekte olmayıp sahibinde aranır, lâkin kendi özgür iradesiyle yaşamını zindana çeviren bir insanın sorumluluğunu yüce planlayıcı üstlenemez. O zaman insan değil de kurulmuş robotlar yaratırdı.

-Tanrı’dan mı söz ediyorsun?

-Evet.

-Senin cinlerini, kötü ruhlarını da mı Tanrı yarattı? Bunları yaratmadaki amaç ne olabilir?

-Zıtlıklar; evrenin ve dolayısıyla yaşamın kaçınılmaz olgularıdır. Soğuk-sıcak, güzel-çirkin, hareket-sûkunet, ıstırap-neşe, iyilik-kötülük... Bunları dilediğince çoğaltabilirsin. Cennetle cehennem de zıtlıkların son durağıdır... Yaşadığın aşkın yanında hemencecik beliren acılar, ıstıraplar söylediklerimin doğruluğunu kanıtlamıyor mu?

-Ben acı çekmek değil, aşık olmak istemiştim.

-Aşık olmak için ilk şart onu istemektir, hoş başka da şartı zaten yok ya! Aşkın çaldığı kapıyı açmamak için çok büyük ve katı bir yürek ister. Senin reddedemeyişinin nedeni yüreğindir.

-Aşkı tam olarak anladığımı ya da tanımlayabildiğimi söyleyemem. Bu konuda benim için bir çok nokta hâlâ meçhul...

-Aşkın tanımını yapabilecek bir dil henüz bulunmadı, yaptığını iddia edenlerinki ise sadece bir yorumdur. Üstelik bu yorumların çoğu da aptalcadır. Çünkü aşk ile ilgili konuşanlar aşkı yaşamış olan aptallardır.

-Peki aklın rolü ne bu konuda?

-Akıl aşk karşısında acizdir; onun için aşık olan kişiden mantıklı düşünmesini ya da toplumsal kurallara uygun davranmasını bekleme. Eğer bunun tersi olduğunu savunuyorsan, o zaman aşk uğruna kendilerini rezil eden, ya da sahip oldukları her şeyi kaybetmeyi göze alan insanların davranışlarını nasıl açıklayacaksın? Sen de onlardan birisi değil misin? İşyerinde yaptıklarını hangi akılla ya da mantıkla açıklayacaksın?

-Olanlar umurumda değildi ki!

-Neden umurunda değildi? Çünkü aşık kördür; kendisi başkalarını görmediği için, başkalarının da onu görmediğini sanır.

-Çok acı çektirdi bana bu aşk, yoksa bu bir hastalık mı?

-Aşk mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır, ancak bu güne kadar tedavi edilip de iyileşen görülmemiştir. Aşk yarası asla tamamıyla iyileşmez; sadece kabuk bağlar.Yoksa yaşadıklarından pişmanlık mı duymaya başladın? Acılar bazen pişmanlık da getirir.

-Buna nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum!

-Aşkından pişmanlık duyan, ömrünün geri kalan kısmını utanç içerisinde geçirmek zorundadır. Istırap çekmeyi, rezil olmayı göze alamıyorsan aşık da olma! Gerçek ve büyük aşkları , şimdi takdirle hiç olmazsa hoşgörü ile anmamıza bakma; ilk anlaşıldıklarında onlar için verilen yargılar şimdikinden çok farklı ve acımasızdı.

-Bu aşk sence bitti mi?

-Biten aşklar patlamış volkanlar gibidir; ateş kaybolmuştur, ama küller hâlâ durmaktadır. Oysa sendeki yanan ateşi görmemek için kör olmak gerek.

-Aklıma binlerce soru yığıldı seninle konuşurken. Oysa cevaptı benim senden beklediğim. O’na karşı neden böylesine kin doluyum? İçinde bulunduğum yaşın beni bu aşk denen illetten koruması gerekmez miydi?

-Seven bir insanın intikamından kendimizi sakınmalıyız. Çünkü onun zulmü yanında düşmanınki bir hiç sayılır. Orta ya da çok yaşlı insanların aşık olmalarına şaşarız; sanırız ki yaş aşka karşı bir sigortadır. O sigortanın poliçelerini düzgün bir şekilde ödesen de aşk felaketinden kurtulamazsın! Aşkla ilgili sıradan sözlere de aldırma. Aşkı kötüleyenlere inanma, çünkü kendileri de ilk fırsatta aşık olmaya hazırdırlar.

-Oldu olacak bir çare de deyiver bari...

-Aşkın güçlenmesini istiyorsan araya ayrılık sok! Yalnız şunu unutma ki ayrılık aşkı güçlendirmesinin yanı sıra bazen sonlandırabilir de. Asıl sorun bittikten sonra başlar, şimdiyi mumla ararsın. Biten aşklar doğurgandır, ama nedense hep kin ve intikam doğururlar.

-Bunu başarmak benim için çok zor. Ben O’nu çılgınca severken, O’nun da beni sevmesini isterim.

-Sevip de sevilmeyi bekleyenler tüccar zihniyetli kişilerdir. Aşıkların açgözlülüğü olmasaydı, hiç aşklar biter miydi? Hem az önce bana sevmekten bahsetme diyen sen değil miydin? Sabah yaklaştıkça düşüncelerin de değişmeye başladı galiba.

-Biraz fark olduğunu söyleyebilirim, ama ona acı çektirme isteğim yok olmadı.

-Birazdan ortalık aydınlanınca, ben kaybolacağım. Beni bulmak için boşuna bağırıp durma burada. Bağırırsan mağaranın esas sahiplerini rahatsız etmekten başka bir şey yapmış olmazsın. Haftaya hava kararınca gene gel! Gitmeden söyle bana, O’na ne yapmamı istersin?

-O’na öyle bir bela ver ki, benim elime düşsün, bana muhtaç olsun!

-Tamam, istediğin zaten kendiliğinden olmuştu bile, gidince görürsün.

-Dur, gitme! Daha konuşacaklarım var. Lanet şey, nereye kayboldun? Hangi deliğe girdiysen çabuk çık ortaya! Eyyy, pis kambur neredesin?...

***

(Devam edecek)

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..