Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ağustos '10

 
Kategori
Öykü
 

Mağaranın Kamburu-3

Mağaranın Kamburu-3
 

-Merhaba, ben geldim. Hava henüz kararmadı, ama bekleyemedim. Sana anlatacaklarım var. Haydi, çık ortaya da konuşalım! Kambur, sana sesleniyorum gel artık! Tek başıma bu korkunç mağarada bulunmaktan korkuyorum. Burası yılanla çıyanla, börtü böcekle doludur. İşte, der demez bir tanesi süzülerek bana doğru geliyor yılanın. Saldırıya geçmek üzere melun hayvan! Defol, pis yaratık, soğuk şey! İmdaaat, saldırıyor! Kurtar beni ne olursun büyük büyücü! Ohhh, şükürler olsun, hedefi ben değilmişim! Küçük bir fare yakalamış, onu yutmaya çalışıyor. Sen gelinceye kadar ben de mağaranın içini biraz dolaşayım.Yukarıdan damlayan sular rahatsız edici, her taraf sarkıt ve dikitlerle dolu. Bunların oluşması kim bilir ne kadar sene sürdü? Görüntü harika, bir de şu soğuk hava ve ürkütücü sessizlik olmasa....

-Orada dur, daha ileriye gitme dostum! Belki daha sonra, ama şimdi asla bulunduğun noktadan daha ileri gitme! Bir hafta sonra gelecektin, iki hafta oldu. Verilen randevulara sadık kalmalısın, aksi takdirde beni burada bulamayabilirsin.

-En sonunda gelebildin. Görünmen de kaybolman da bir anda gerçekleşiyor. Geç gelmemin nedeni var. O’nu o durumda bırakıp gelemezdim. Biraz iyileşmesini bekledim.

-Hasta mı olmuş?

-Bilmiyormuş gibi sorma, senin sayende tekrar bana döndü. Çektiği acılar O’nu bana bağladı. Buradan eve gittiğimde cep telefonumda saatler öncesi O’ndan gelen bir mesaj olduğunu gördüm. Bir hastanede yattığını ve beni görmek istediğini yazıyordu. ”Belki de bu son görüşmemizdir” diye de eklemişti. Uzatmadan anlatayım; bir trafik kazası geçirmiş benim burada seninle beraber olduğumuz saatlerde. Annesini maalesef aynı kazada kaybetmiş. Arabayı kullanan O olduğu için annesinin kaybından kendisini sorumlu tutuyor. Hem annesinin hem de kırık ve yaralarının acısını çekiyordu. Göz yaşları günlerce dinmedi. Bir kolunda, iki bacağında ve kaburgalarında kırıklar, bazı organlarında da ezilme ve kanamalar vardı. Bana fazla yaşamaz gibi geldi.

-Üzülme, çünkü bir düşünür diyor ki: Bir kedinin dokuz canı, bir kadının da dokuz kedi kadar canı vardır.

-Haklısın, geçen iki hafta içinde tamamıyla olmasa da önemli ölçüde iyileşti. Gündüzleri yanında fazla kalamadım, ama geceleri sabahlara kadar onu bekledim. Uykusuzluktan şişmiş gözlerle, sersem gibi işlerimi de yapmaya çalıştım.

-Sen bunları yaparken, evdekiler bir şeyden şüphelenmediler mi?

-Sanıyorum her şey anlaşıldı, ama nedense karım bana bu konuda bir şey sormuyor, ya da söylemiyor. Susmayı tercih etmesi benim de işimi kolaylaştırıyor.

-Sen gene de dikkatli ol, unutma ki durgun sular derin bile olmasalar bir tehlike işaretidirler. Durgun insanlar için de aynı şey geçerlidir. Karının senin hakkında iyi düşünmesini herhalde bekleyemezsin. Uygun bir zamanda bir şeyler yapabilir.

-Geçmişteki davranışlarının aksine bana karşı karım çok iyi. Onun bu değişikliği beni de kuşkulandırmıyor değil. Geçen gün hastaneye gitmeden önce eve akşam yemeği yemek ve elbiselerimi değiştirmek için gelmiştim. Karım da mutfakta yemek hazırlıyordu. Su içmek istedim. Masanın üzerindeki sürahide su vardı, ama soğuk olsun diye dolaptan almak için mutfağa girdim. Daima yemekleri masada dağıtan karım, o gün mutfak tezgahının üzerinde tabaklara dağıtıyordu. Dört tane tabaktan bir tanesi desen olarak farklıydı. Benim girdiğimi görmedi, farklı tabağa bir poşetten bir şeyler serpiştirdi. Tuz ya da baharat değildi döktüğü; çünkü onları özel kaplarından kullanırdık. Dolabın kapağını açınca sesi duydu, bana baktı. En ufak bir telaş belirtisi yoktu, aksine hafifçe gülümsüyordu. Sofraya oturduğumuzda farklı tabağı ısrarla önüme doğru sürmesi, içime kurt düşürdü. Bir şey almak için mutfağa gittiğinde onun tabağı ile benimkini değiştirdim. Çocuklar bir şey söylemeden beni izliyorlardı. Tabii karım tabağın değiştiğini hemen anladı ve bir bahane uydurarak bir tek lokma bile o tabaktan almadı. Kanıtlayamam ama galiba karım beni zehirlemeye çalışıyordu. Oysa yıllar önce bana çılgınca aşık olduğunu söylüyordu.

-Unutma, sen de onu öldürmek istemiştin ya... Bazılarına göre, zaman ve evlilik aşkın en başta gelen katilleridir. Bana göre ise, aşkı yeyip bitiren kıskançlık ve şüphedir; alışkanlık değil.

-Evden aceleyle çıkıp gene O’nun yanına gittim. Sabaha kadar ellerini tuttum. O hep ağladı. Ağladıkça güzelleşiyor, belki de insani özellikler kazanıyordu.

- Ağlamak ruhumuzdaki gökkuşağının ressamıdır.

-Sevgimle onu değiştirebileceğimi düşünmeye başlamıştım. Çektiğim sıkıntılara rağmen yaşamımdan çok memnundum. Mutlu olduğumu herkese haykırmak istiyordum.

- Gerçekten mutlu olan kişi onu uluorta dillendirmekten utanır; ikide bir mutlu olduklarını ilan edenlere bir bak, yaptıkları mutluluk yaması ile acaba neyi kapatmaya çalışıyorlar?

-Bu sözünde bana da dokundurma var.

-Evet var. Mutluluğu yaşamak için önce onu var etmek; var etmek içinse uzun süre ciddi ve yoğun bir çalışma gerekir. Bu konuda sen nasıl bir çaba sergilediğini düşünüyorsun? İki günlük hastabakıcılığını kanıt olarak önüme sürme sakın!

-Gene insafsızca eleştirmeye başladın. Yoksa diğerleri gibi sen de mi benim mutluluğumu kıskanıyorsun?

-Benimle ilgili değerlendirmelerin için bir şey söylemem, ama bil ki başkalarıyla paylaşılmayan mutluluğun ömrü de kısadır. Mutluluğumuzu kıskanan insanlar önünde sonunda onu yok edeceklerdir.

-İş yerindeki haset bakışların artmasının nedeni bu mu?

-En tehlikeli insan organı gözdür; en tehlikeli insan davranışı da bakıştır. Bunlardan kendini sakınan yığınla kötülükten de korunmuş olur. Aynı zamanda göz en güzel şeyleri de anlatmanın aracıdır. Mesela, duygular sözcüklerle anlatılamaz, bunu başardığını düşünenler ise sadece bir kaç şair bozuntusudur. Sevdiğin insanlara karşı da dudaklarınla konuşamıyorsan, bir de gözlerinle dene! Yalnız sevdiğin kişi de olsa iyilikte fazla cömert olma, yoksa düşmanlarını çoğaltmaktan başka bir şey yapmamış olursun.

-Bunu benden isteyemezsin. O’na karşı böylesi hesaplı bir davranış sergileyemem. Ben O’nun yanında ruhumun köleleştiğini hatta köpekleştiğini anlıyorum.

-Köle köleliğinin farkında olsa idi hiç köle olur muydu? Nitekim fark eden, zaten hemen kırmaya başlıyor zincirlerini. Bu fark edemeyişin güzel bir tarafı da var: Çoğunlukla kölenin mutluluğu efendisinden daha yoğundur da nedense hep aksi zannederiz. Bu dünyadaki efendiler hiç bitmez; köle olmaya gönüllü bu kadar insan varken...

-O’nun için şu son iki haftadır yaptıklarım, beni kötüler safından alıp iyiler safına koymuştur diye düşünüyorum.

- Dünyanın tek sahibi sadece iyiler değildir, onda kötülerin de yaşamaya hakkı vardır. Ahlâklı insanların olduğu yerde ahlâksız insanların da olması çok doğaldır. Tüm insanları ahlâklı ya da ahlâksız olan bir topluma hiç rastlanmamıştır. İhtiraslar bizim için her açıdan önemlidir.Çünkü ihtiraslarımızın esiri olduğumuz andan itibaren ahlâkın yanından uzaklaşırız.

-Bu gün, buradan erken ayrılmak istiyorum. Onun bana ihtiyacı var. Şimdilik hoşça kal!

-Sen bilirsin, güle güle! Son kez hatırlatıyorum: Randevularını unutma, hatta şöyle söyleyeyim: Randevularına asla zamanında gitme, mümkün olduğu kadar erken git; bundan kazancının büyük olduğunu göreceksin. Randevusuna gecikene de fazla güvenme; çünkü işi, dostluğu, parayı v.s. de geciktirecek demektir.

**

(Devam edecek)

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..