Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '15

 
Kategori
Edebiyat
 

Mağaranın Kamburu romanından seçmeler…

Mağaranın Kamburu romanından seçmeler…
 

                                                                                                                    Oruç Baba Der ki:

     “Bu dünya, iyilerin olduğu kadar kötülerindir de;   lütfen onlara da yer açınız…”

**

     -Üzülme, çünkü bir düşünür diyor ki: “Bir kedinin dokuz canı, bir kadının da dokuz kedi kadar canı vardır.”

     -Haklısın, geçen iki hafta içinde tamamıyla olmasa da önemli ölçüde iyileşti. Gündüzleri yanında fazla kalamadım, ama geceleri sabahlara kadar onu bekledim. Uykusuzluktan şişmiş gözlerle, sersem gibi işlerimi de yapmaya çalıştım.

     -Sen bunları yaparken, evdekiler bir şeyden şüphelenmediler mi?

     -Sanıyorum her şey anlaşıldı, ama nedense karım bana bu konuda bir şey sormuyor, ya da söylemiyor. Susmayı tercih etmesi benim de işimi kolaylaştırıyor.

     -Sen gene de dikkatli ol, unutma ki durgun sular derin bile olmasalar bir tehlike işaretidirler. Durgun insanlar için de aynı şey geçerlidir. Karının senin hakkında iyi düşünmesini herhalde bekleyemezsin. Uygun bir zamanda bir şeyler yapabilir.

**

     -Bitmedi. İri, papaz kılıklı adam beni kucağında biraz taşıyor ve tarihi bir yapının kapısının önündeki bir taşın üzerine yatırıyor. Burasının neresi olduğunu sorduğumda; tek bir kelime çıkıyor ağzından: “sunak”.

     -Yani tanrılara adak sunulan yer.

     -Öyle olmalı. Gözlerimi, ellerimi, ayaklarımı bağlıyor. Göremiyorum, fakat çıkarılan gürültüden etrafımda bir kalabalığın olduğunu anlıyorum. Derken ortalığı bir sessizlik kaplıyor. Çıt çıkmıyor. Öldüğümü, öteki dünyaya gittiğimi düşünüyorum. Nasıl olduğunu bilmiyorum, ama kurban durumunda iken seyirci durumuna geçtiğimi fark ediyorum. Bu sefer sunak yerindeki taşın üzerinde 17-18 yaşlarında oldukça güzel bir kız var. Ellerinde bıçak olan üç adam, kızın elbiselerini çıkarıyorlar, bunu yaparken çok nazikler. Kız bağırmıyor, debelenmiyor, sessizce olacakları bekliyor. Derken renkler, seslere; sesler görüntülere karışıyor. Sunaktaki kız kayboluyor, onun yattığı yerde tek başına bir kalp duruyor. Bu kalp çalışıyor, sunakın altındaki oyuktan incecik bir kan dereciği akıyor. Uyanıyorum. Tabii kan ter içinde kalmışım.

     -Aylardır kesme biçme işlerini düşünen bir insandan başka türlü rüya görmesi de beklenemezdi.

     -Sağ ol be bunak! Teşhisi de koydun hemencecik. Tedaviyi de söyle bari.

**

     -Demek ki, O’nu ikna etmeyi başaramamışsın.

     -Maalesef. Açtı ağzını, yumdu gözünü. Ne magandalığım kaldı, ne adiliğim kaldı, ne de serseriliğim… Bu hakaretlere rağmen O’na karşı kaba davranmaktan kaçındım. Ama “Senin gibi cinsel yönden yetersiz birisiyle benim işim olmaz. Ben erkek istiyorum, erkek gibi erkek!” deyince bir anlık öfke ile büktüğüm bileğini biraz ileriye doğru iteledim. Bu itelememin sonucunda elindeki bıçak boğazına saplanmış olmalı ki boş bir çuval gibi yere düştü. Ne bir çığlık attı, ne de debelendi. Yığılıp öylece kaldı. Önce numara yapıyor sandım, eğilip baktım. Hareketsizdi ve yerler kan içindeydi. Nabzını kontrol ettim. Ölmüştü.

     -Yazık! Pisi pisine bir ölüm!

     -Evet öyle. İnan ki Kambur, O’nu öldürmek niyetim yoktu.

     -Nasıl yoktu? Kaç defa O’na yaptıklarını ödettireceğini, bunların hesabını soracağını söyleyen sen değil misin?

**

     -Heyecanlanma evlat. Otur, otur oraya da konuşalım.

     -Bana evlat diyorsun, oysa senin yaşın benden büyük değil. Ben o değerli bilge kişi için geldim. Ona Kambur denmesi de hoşuma gitmedi.

     -Ben ona hep öyle hitap ettim. Kendisi bundan hiç şikâyetçi değildi.

     -Onun gibi tevazu sahibi bir insan kolay kolay şikâyette bulunmaz. Yıllardır buraya gelir giderim, ancak onun sırtındaki kambur pek dikkatimi çekmezdi. Tâ ki şu ana kadar… Evet, düşünüyorum da onun sırtında kambur vardı, hem de iki tane. Ben onun kamburlarına değil, ağzından çıkan hikmet dolu sözlere bakardım.

     -Evet, konuştu mu güzel konuşurdu.

     -Bana çok büyük yardımları oldu.

**

Ürün Açıklaması

Yazarı : Ömer Faruk HÜSMÜLLÜ

Yayın Tarihi    2012-08-06

ISBN  6054543298

Baskı Sayısı    2. Baskı

Dil       TÜRKÇE

Sayfa Sayısı    183

Cilt Tipi          Karton Kapak

Kağıt Cinsi     Kitap Kağıdı

Boyut  13.5 x 21 cm

**

EDİTÖRDEN:

"Gözlerim yoruldu. Daha aydınlık olamaz mı bu mağaranın içerisi?"

"Karanlık da ışık da insanın ruhundadır. Gözlerini kapat ve öyle konuş. Daha rahat edersin. Hem göremeyeceğim diye korkma, eskisinden çok daha iyi göreceksin."

Yazar, roman boyunca yansız/nesnel davranıyor. İki kişi arasında geçen konuşmaların akşam saatlerinde yapılıyor olması kahramanların ruhsal durumlarındaki kaosu daha da belirginleştiriyor. Sürükleyici olduğu kadar da şaşkınlık, öfke ve kızgınlık uyandıran bir üslûbu var. Kendinizi, bazen bilge, bazen de serserinin yerine koymanıza neden olabiliyor. Romanda ayrıca yalın bir dille felsefi bir içerik oluşturulmuş. Bu da romanın akıcılığı ve anlaşılabilirliği konusunda bize yardımcı oluyor.

Hilal ERBOYACI

**

BİR OKUR YORUMU

Okuduğum en enteresan kitaplardan biri. İki seferde bitirdim kitabı. Kitap tanıtımda iki kişinin diyalogu olarak görülebilir ama o kadar keyifli bir üslup kullanılmış ki keyifle okunuyor. Kitaptan birçok cümle ise hayat dersi çıkarılabilecek nitelikte ve notlar aldım. Kişisel gelişim sevenlere kesinlikle tavsiye edebileceğim sıradışı bir kitap.

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..