Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Kasım '08

 
Kategori
Anılar
 

Mahalle baskısı otobüs baskısı olursa

Mahalle baskısı otobüs baskısı olursa
 

20 yıl aradan sonra geçen hafta yeniden Sivas’a gittim. 20 yılın ardından bende bıraktıkları, aldıkları ve verdikleriyle Sivas neydi benim için onca yıldan sonra neler hissettirecekti bana açıkçası gitmeden önce bilmediğim bu sorularla cebelleşiyordum. Ne bulacaktım? Daha doğrusu aradığım neydi? Ve en kötüsü de onca yıl sonra yeniden bu şehirde yaşamayı becerebilecek miydim? Cevabını bilmediğim sorularımla Sivas’a gidiyordum acaba bana kendisi bu cevapları verir miydi? Bana hesap sorar mıydı? Ya da ben ona sorar mıydım? Kaçıp giderken benden aldıklarının hesabını daha ben ona soramamışken doğru ya, ya o bana hesap sorarsa?

Bir şehir insanı bu kadar mı etkiler diyebilirsiniz belki! Ama benim başlangıçlarım, kaybettiklerim ve yarım bıraktıklarım, hayatı anlamam bu şehirle tanışmamla başlar. O yüzden bir şehir deyip geçemiyorum ne yazık ki Sivas için.

Daha reşit bile değildim Sivas’a gittiğimde. İzmir’in cıvıl cıvıl kendine has Yahudi sokaklarından çıkmış egenin iklimiyle, kültürüyle yoğrulmuş, harmanlanmış bir çocuk kimliği ile Sivas’a adım attığımda o kadar küçüktüm ki. Atatürk’ün Kurtuluş Zaferini sonlandırdığı ilden, Kurtuluş meşalesini yaktığı ile vardığım zamanların üzerindense şimdi tamı tamına 20 yıl geçti.

O yıllarda üniversite eğitimim için gittiğim Sivas’a Atatürk’ün Cumhuriyet’inin izlerini aramak için gittiğimi ise çok sonraları anlamıştım okurken. Çünkü ben o yıllardaki puanımla tek tercihle hiç tanımadığım tek yakınım, ilişiğimizin bile olmadığı bir ili sadece bu meraklarım yüzünden yazmış tüm söylenenlere aldırış etmeden gitmiştim. Çünkü orası bana göre bir Cumhuriyet şehriydi. Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının izlerinin olduğu şehirdi. Ne yazık ki aradığım hiçbir izi bulamadım. Ne okuduğum okulda, nede şehrin sokaklarında. Sadece o tarihten kalan binalar dışında, şehrin içinde ve insanlarında ne yazık ki Atatürk ve Atatürk düşüncelerine ait bir iz yoktu.

Çünkü şehir halkı sürgün edilmişti. Gerçek Sivaslı’dan geriye kalan sadece tarihi dokuydu.

Gerici bir dokunun temelleri atılmış hızla yayılmıştı. Zordu bu şehirde hele de İzmir’den gelip, okumak. O kadar zordu ki!

Memur bir ailenin tek neferi çalışıp çocuklarını okutmak mücadelesi verdiği için, hem okuyup hem çalışmam gerekiyordu o yıllarda. Mecburen de devlet yurdunda kalmam. Babam her ne kadar çalışmama karşı dursa da onun çabasına ortak olmalıydım. Bu yüzden bu zor şehirde çocuk ruhumla en zor olan, en zoru yaptım.

Şimdi 20 yıl aradan sonra şehre baktım yeniden. Dolaştım sokaklarında. O tarihi belediye çarşısının içerisinde dükkânların vitrinlerini değil içindeki insanları izledim. Gördüğüm tabloda bayanlar var. Bayanlar çalışıyor. Hem de Sivaslı. Nasıl mı anlıyorum, girip sohbetler ederek… Onlara dünü anlatmadan bugüne dokunuyorum… Ama içim buruk geçmişi hatırlıyorum. Sonra Cafelere bakıyorum, öğrenci kızları görüyorum. Garsonluk yapıyorlar. Beni gülümsetiyor bu tablo.

Oysa 20 yıl evvel ben bu şehirde çalışırken o kadar eleştiri almıştım ki. Hem de benim gibi öğrenci olan arkadaşlarım tarafından. Tuhaf bakılmıştı hem okuyup hem de çalışmama. Kimi zaman garsonluk yapmıştım, kimi zaman pazarlama. Bir arada tezgâhtarlık. Part-time ne bulursam yapmam tuhaflarına gitmekle kalmamış eleştiri okları hep üzerimde olmuştu. Hele iş bulurken yaşadıklarımı hiç sormayın. Çalışmam yadırgandığı kadar çalıştıranlarında alışık olmadığı bir durumdu bayan çalıştırmak. Ne tuhaftır ki iş aradığım yerlere ben iş teklifiyle gidiyordum. Tuhaf bakışlarına birde tuhaf cevapları eklenince hayal kırıklıkları yaşamam gerekirken, ben allem edip kulem edip iknanın her çeşidini üzerlerinde deneyerek işe aldırmayı becermiştim. Becermiştim becermesine de neden kendi arkadaşlarım kabullenmemişti dışlamışlardı, işte bunu hiç anlamadım o yıllar boyunca. Hala da anladığım söylenemez.

Şimdiyse benim o yıllarda onca uğraşımın meyvelerini görmek gülümsetti beni. Bunun için bile değermiş dışlanmaya diyorum.

İndiğimde Sivas’a onca yılın ardından neler hissettim bu duyguyu kendime sorduğumda giderken cebelleştiğim hiçbir şeyi hissetmediğimi fark ettim. Zaman zaman hüzün bulutları geçse de gözlerimin üzerinden hiçbir duyguyu hissetmedi yüreğim. Galiba alınanlar alınmış kayıplar verilmişti geçmişin hesabını sormanın bu saatten sonra ne bana ne Sivas’a faydası vardı. Zaten hesap sorulacaklarda yoktu ki, hoş olsalar da ne değişirdi bu saatten sonra? İşte bu yüzden ne bir hüzün, ne bir kızgınlık nede bir sevinç barındırmadan indim Sivas’a. Şimdi onca yıldan sonra yeniden yaşayacağım Sivas’a neler kazandırabilirim mi düşünmek istiyorum.

Bunu zaten düşünüyordum ama dönerken yaşadığım bir olay daha çok tetikledi beni. Ben genelde otobüsle yolculuk etmeyi tercih edenlerdenim. Gittiğim yerlerin insanlarına daha yakın olmak, onlarla aynı havayı soluğum zaman içinde anlayabilmek için. Yine Sivas’a giderken aynı ulaşım biçimiyle gittim ve döndüm. Otobüs yolculuğu yapanlar bilir genelde bir film takılır ve izler tüm yolcular beğense de beğenmese de. Şoför ne tercih ederse biz onu izleriz. Bu sefer film yerine müzik klipleri izlettiler. Emre Altuğ’un bir klipi. Biz en önde dört bayan oturuyoruz. Klipte ne olduğunun açıkçası farkında bile değildim diğerlerini bilmiyorum izliyorlar mıydı, izlemiyorlar mıydı? Takii o ana kadar. Birden öne bir adam geldi. Molla tipli Sivas aksanlı bir adam. Küfürlü cümlelerle ne bu lan kafamızı… ettiniz deminden beri bunlarla... değiştirin diyen cümlelerle şoföre ve muavine bağırdı. Biz dört bayan biran şaşkınlık yaşayıp hemen kahkahayı bastık. Tabii ben pek bu lafın altında kalmayacak bir yapıda olduğum için hemen adama yapıştırdım cevabı.

“ Hacı amcanın abdesti bozulmuş. Yahu sizde bilmiyorsunuz toplu araçlarda Meltem TV açılması gerektiğini. Mahalle baskıları artık otobüs baskılarına döndü. Değil mi amcam sen merak etme ben şimdi sana Meltem TV bulurum ilahi dinlersinde dinlemesine ama senin abdestin bozulurken bizimde az önce ettiğin küfürle kulaklarımız kirlendi. Bak dört bayan utancımızdan kızardık söylediklerinle. O klip te bile bu kadar ağır küfür yoktu be amcam. Şimdi ne olacak? “

Adam aval aval yüzüme baktı söylediklerinin utancı vardı yüzünde ama bir o kadarda benim söylediklerimin şaşkınlığı. “Ben şey için dedimdi” dedi de. Devamını getiremedi. “Neyse yerime geçeyim” diyerek gitti.

Hani son zamanlarda mahalle baskısı dediğimiz şeyler artık otobüs baskısına kadar ilerledi. İşte bu yüzden Sivas’ın şeklen bayanlarının çalışması o an için beni gülümsetse de aslında onca yıldan sonra çok şeyin değişmediğinin bir kez daha farkına vardım. Bu yüzden yaşayacağım zaman diliminde yeniden bu sefer daha güçlü bir Oya olarak dokunacaktım Sivas’a. Verdiklerimin şekilsel değil daha kalıcı anlaşılır olması adına. Ama bu sefer acı çekmeden.

İşte bu yüzden hiçbir duyguyu barındırmadım Sivas’ı yeniden gördüğümde. Yaşayacağım üç ya da dört yıllık dilimde geçen onca yıl kazandıklarımı kazandırmalıyım Sivas’a. Bir birey bile alacağını aldıysa, yeni bireyler kendiliğinden gelecektir nasılsa. Şimdi İzmir’deyim yavaş yavaş hazırlanıyorum yeni hayatıma ama bu sefer aklı başında daha, yürekli daha inançlı ve daha cesur. Hem büyüdüm artık ben o zaman ki çocuğu üzdükleri acıttıkları kadar acıtamazlar da. Kim bilebilir ki belki yıllar önce aramaya çalıştığım izlerin yeniden tohumları yeşerir, yeşertebilirim.

Bunları neden mi anlattım, neden mi paylaştım sizlerle? E bunun cevabı zaten satır aralarımda var ve sizde anlamışsınızdır zaten...

oyatekin@gmail.com

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..