Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Eylül '08

 
Kategori
Blog
 

Mahmut Celal Sanlı / Milliyet Blog Yazarı - Karikatürist

Mahmut Celal Sanlı / Milliyet Blog Yazarı - Karikatürist
 

Mahmut Celal SANLI'yı iyi tanımayanlarınız varsa: http://www.mamutistan.com


Bazı insanlar vardır ki, haklarında yazı yazmak gerçekten zordur. Bir kısmı, "Ben bu insanın nesini yazayım? İlginç bir yönü yok ki!" dedirtir. Bir kısmı da, "Ben bu insanı anlatmaya nereden başlayayım? Her yönü ilginç!" dedirtir ve adamın kafasını "Ortaya bir karışık salata" durumlarına sokar. İşte MAHMUT CELAL SANLI arkadaşımız nereden başlayacağımı bilemediğim kadar çok özellikleri olan birisi.

En iyisi Messenger'de bana "3-4 hafta sonra Bodruma gideceğim. Önce İzmir'e uğrayıp seni ziyaret edeceğim." mesajından başlayayım. Geçen hafta bir telefon, Celal İzmir'de. Daha önce kararlaştırdığımız gibi evime 500-600 metre mesafede Basmane'de bir otobüs firmasının yazıhanesi önünde buluşacağız.

Nefes nefese kalarak gittim, sağa sola bakındım, ortalıkta Celal'e benzeyen ama biraz kamburca yürüyen biri var. "Acaba bu mu?" diye yanına yanaştım iyice. Adam elindeki saati sallayarak,

"- Hade saat var abi, kol saati. 24 ayar, dakik, garantili..."
Allah Allah Celal karikatür çizer, blogda yazar ama saat satmaz ya. Zaten bu adamın suratı da pek resimlerdeki Celal'e benzemiyor.

Adama iyice yaklaştım ya, bozuntuya vermemek için, biraz da şaka yollu,

"- Mahmut'u gördün mü bilader? Mahmut Celal! Burada buluşacaktık da!" dedim.

Hiç istifini bozmadan,

"- Görmedim abi!" deyip, "Hade saat var, 24 ayar, dakik, garantili..." sözleriyle mırıldanmaya devam etti.

Biraz öteye baktım, kore gazisi şapkalı, güneş gözlüklü bir vatandaş elindeki telefonla oynuyor. Birisini bekler hali yok. Ayrıca arkası da biraz bana dönük.

Bekledim biraz. Allah'tan çok bekletmeden arkasını dönmesiyle telefonla oynamayı bırakması, gözlüğünü çıkarıp kucaklaşmak üzere bana gelmesi bir oldu. Bu kadar kısa bir zaman dilimi içinde bunları nasıl başardı bilemiyorum ama kucaklaştık kırk yıllık dost gibi.

İçten bir kucaklamaya, aynı içtenlikle cevap vermenin mutluluğunu yaşattı bana.

Gırgır olsun diye, "- Gel şu saatçiye gidelim!" dedim. Arkadaş uyaroğlu ya hemen geldi.

"- Bak saatçi kardeş bu arkadaş hem Milliyet Blog yazarı hem de karikaTurist", dedim. "- Demin sorduğum Mahmut Celal SANLI!"

Tahminime göre, üçkâğıtçı görünümlü saatçi sadece "Turist" kelimesini anladı.

"- Saat verelim mi abi? Kol kadar geçireyim, yakışır abime!"
dedi.

İkimiz birden, koro halinde,

"- Neeeeee?.." diye sorduk.

"- Abi saati koluna geçireyim de bak, nasıl yakışıyor!" diye düzeltti cümlesini.

Biz arandık ya, fazla da üstüne gitmedim. İlk cümlesinin şaka olduğunu var saydık.

Celal cebinden köstekli bir saat çıkardı,

"- Saatim var, lâzım değil!" dedi. Adam turist gözüyle baktığı Celal'e ille de bu kıymetli (!) saati kakalayacak ya!...

"- Abi seninki köstekli, bu kol saati..." der demez, Celal öteki cebinden bir kol saati daha çıkardı. Hızını alamamış ki bir diğer cebine daha elini daldırıp üçüncü saati çıkararak o adam gibi sallamaya başladı.

Saatçi, üç beş günlük sakalının kirlettiği yüzündeki ifadeyi koca gözlerini daha büyülterek, bakışıyla hayrete dönüştürdü.

"- Tamam abi, biraz daha üstelersem, cebinden duvar saati de çıkaracaksın sen!" dedi ve arkasını dönüp, kimsenin olmadığı alanda " Hade saat, 24 ayar, dakik, garantili..." demeye devam etti.

Bizim eve doğru yol almadan Fuar Basmane kapısı arka manzaralı birkaç resmini çekmek istedim. Celal sanki fotomodel, hemen değişik pozlar verdi. Daha sonra yürümeye başladık. Ben de Celal kardeşimin özel fotoğrafçısı mı oldum ne, yürürken pozlar yakalamaya çalışıyorum ama kaçan kurtuluyor, yakaladıklarımı da bu yazıyla birlikte galeride yayına aldım.

Yolda tavukçu Ahmet'e uğradık. Hormonlu tavukların kanat bölümlerinden aldık bir miktar. Mangal yapacağız evde. Celal bizim tavukçu arkadaşımız Ahmet'le de hemen kaynaştı. Kaptı eline koca tavuğu poz verdi filan. Bir iki de espri patlattı orada, duyan da molotof kokteyli patladı zannedip kaçtı.:)) Bu da benden bir espri. Daha doğrusu esipiri...

Eve geldik ama ben nefes nefese kaldım. Bronşit mi ne, beni zor duruma sokuyor, hemen daralıyorum. Bu hafta gideceğim doktora. Kaç gündür gideceğim de aklım karışıyor. Hani soğuk şakalar var ya, "Adamın biri doktora gitmiş, gidiş o gidiş..." Bu duruma düşersem diye biraz erteliyorum gidişi.

Benim bir zamanlar mahallenin en güzeli olan, şu anda da "Abi bırak da gideyim, ayakta zor duruyorum!" der gibi mal mal bana bakan evime girdik.

Celal öyle arkadaş eleştiren bir tip değil. Mütevazı bir insan. Evin tarihiliğini filan methederek, güzel yönlerini dile getirip moral verdi bana.

Ben de kullanamadığım, kedilerin darmadağın ettiği evin yukarı bölümlerini, terası filan da göstererek moral bulmaya çalıştım.

Vakit geçirmeden mangalımızı yaktık. Bir de güzel çay demledim. Öyle tatlı ve keyif verici sohbetler ettik ki, ne o "Ben nereye geldim, bu adam da kim?" düşüncelerine girdi, ne de ben "Bu niye geldi, ne zaman gidecek, sıktı beni!" düşüncelerini aklıma getirdim. Yüzüne de söylediğim gibi çok sempatik, keyifli sohbetler yapılabilen, samimi ve akıllı bir insan. Zaten karikaTüristleri, turistlerden çok severim ben. Bizim sayfalara sığdıramadığımız düşüncelerimizi, iki çizgiye sığdırabilen, Dünya ve Türkiye gündemini takip eden insanlardır. Akıllı olmayan karikaTürist görmedim.

Celal'i aylardır tanırım sanal âlemde. Tabii Milliyet Blog sayesinde oldu bu tanışmamız. Benim kendi sitemde de karikatürlerinin çoğu var. Anasayfadan anons edilip yönlendiriliyor. Bir bakın isterseniz: http://mustafamumcu.com

Celal arkadaşımızın kendi web sitesinde de karikatürlerini ve çeşitli yazılarını bulabilirsiniz: http://www.mamutistan.com


Akşam saat 18:00 civarı otobüs yazıhanesine gitmek üzere ayrılırken gözlerimi yaşarttı Celal. Gerçekten çok iyi yürekli ve insanın dostluğundan gurur duyabileceği, çok değerli bir insan. Kendisini şahsen tanımaktan o kadar mutlu oldum ki, bana hediye olarak getirdiği, Afyon sucuğunu her gün kahvaltıda yiyorum. Hatırı için. Her yiyişten sonra ai... ai... diye bağırasım gelse de Celal'in hatırına bu sucuğu Karakedi'me vermeyip, kendim yiyeceğim. Bitinceye kadar.

Ama Celal'ciğim, Allah aşkına bir daha gelirsen biraz daha kalitelisini al. Ya da sen bana sucuk parasını ver ben kendim alayım. Bu ne ya? Bir daha böyle sucuk istemem. Bir de "Kayseri'den pastırma göndereyim!" diyorsun. Başında paralansın pastırman, ben Konyalı'dan başkasına... :)) Kim bilir o da beni develeştirecek mi ne!

Aman istemem, kalsın, kendin gel yeter!

Benim sana mangalda ızgara yaptığım tavuk kanadı da biraz hormonluydu ama neyse. Politikacılarımız birbirlerini yiyip bitirdikten sonra bizim yiyeceklerimizle de ilgileneceklerdir. Ben onlara güveniyorum. Ya sen?

İçtiğimiz suyun arsenik oranı fazla değildi, haksızlık etme! Şaşal suyu içtik ya. Ha... Çay demlediğimiz suyun arsenik oranından bahsediyorsan o ayrı.

Ama o da düzelecekmiş birkaç aya varmadan. Melih Gökçek ile Aziz Kocaoğlu kapışması bitsinmiş... Ondan sonra düzelecekmiş... Canım bu arada "Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir!" demeye gerek yok. Arsenikten kim ölmüş ki?

Bak ben bir bardak arsenikli su içiyorum ama ölmüyorum. Löpür de löpür... (Ölürsem kabrime gelme istemem! Ama hakkını helal et!)

İyi ki seni tanıdım Celal. Güzel dost. İyi insan!

Saygı ve sevgilerimle.

Mustafa Mumcu, 13. 09. 2008 Saat: 09:55

 
Toplam blog
: 324
: 2811
Kayıt tarihi
: 10.04.07
 
 

06. 06. 1945 İzmir doğumluyum ve İzmirli olmaktan da gurur duyuyorum. 1968 yılında birkaç yıllığın..