Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mart '12

 
Kategori
Ekolojik Yaşam
 

Mahmut Kahya Değirmeni

Mahmut Kahya Değirmeni
 

Değirmenlerin kalbi vardır. Tık tıkı …tık tıkı… tık tıkı …tık tıkı… Biraz dikkatle dinlediğinizde, büyük bir gürültü ile çarkı döndürüp çıkan suyun sesine karışan, taşa vuran ağaç ayağın sesini duyarsınız. Yaşayan bir değirmenin kalp atışlarıdır bunlar.
 
Değirmenler hakkında:
 
- Değirmenler,  insan soyunun sahip olduğu ilk teknolojilerden biri. İnsanlar bugün bile önemini yitirmeyen ve en temel besin maddesi olmayı sürdüren “ekmek”i yapmak için gereksindikleri “un”u, bu teknolojiden yararlanarak hazırlamışlar.
 
- Amasyalı Strabon “Geographika” (Coğrafya) adlı eserinde, Anadolu tarihinde bilinen ilk su değirmenlerinin Niksar yakınlarındaki  Kelkit ırmağı üzerinde Mithridates Krallığı döneminde (yaklaşık olarak MÖ 1. yy'da) inşa edildiğini yazmakta.
 
- Daha yakın tarihlerdeki kayıtlarda, “1900'lü yılların başında bir yerleşim yerinin köy statüsü kazanabilmesi için orada cami ve medrese ile bir su değirmeninin bulunması önemliydi. “ deniyor.
 
Bektaşağa Köyü Hakkında:
 
“Bektaşağalılar,Kafkasya’nın kuzey yamacındaki Kuban Nehrinin kolu olan Psıj Çayı dolaylarından iki dönem ( 1861 ve 1865 ) göç etmek zorunda bırakılmıştır. Abzah ve Şapsığ kabilelerinden oluşan sülaleler,thamate Blaneğapze Jajiy önderliğinde orman içlerini ve çay kenarlarını yerleşim alanı olarak tercih etmişler. Düzlüklerde kurdukları toprak sıvalı çit, ağaç-kalas veya tuğla –ağaç (iki katlı) evlerinin cephesini ve giriş kısmını daima güneye avlu ile çevirmişler. Evlerinin sokak ya da yazı tarafında genişçe bir alan bırakmışlar. Avlu içine üzüm asması, meyve ağaçları ve çiçekler dikmişler. Sokak başlarını, ortak kullanılan mescitler ve sohbet sedirler ile donatmışlardır. Kaynak: Ergün Akay - 2004” http://www.kandemir57.com
 
Neden Değirmenimizi Yazdım?
 
Rahmetli babam, sağlığında “Soy Ağacımızı” çıkarmaya çalışmıştı. Çerkeslerin Abzah kabilesinin Şınaho sülalesine mensup ailemizin köklerinin bir kolu Vezirköprü / Köprübaşı Köyüne, diğer kolu Sinop / Bektaşağa Köyü’ne (Jajiyhable) yerleşen Eztemur oğlu Mahmut Kahya’ya gidiyordu.
 
Mahmut Kahya’nın beş kız, dört erkek çocuğundan biri olan dedem Şahin'in beş erkek, bir kız çocuğu vardı.
 
İnsanlık tarihinin uzunca bir dönemine; sosyal, kültürel, ekonomik ve ekolojik olarak eşlik eden su değirmenleri, günümüze tarih ve kültür mirası olarak kaldı. Hızla değişen ekonomik, teknolojik ve kültürel koşullar içinde, şimdilerin nostaljisi olan su değirmenleri –özellikle “kalp atışlarına” tanık olduğum  Mahmut Kahya Değirmeni üzerine anılarımı yazmayı,  “Vözdemko” olarak anılan  sülalem adına  borç ve sorumluluk bildim.
 
Mahmut Kahyanın Değirmeni
 
Çocukluğum, orman içindeki baba evinde ve suyun bereketi içindeki etrafında tarla ve bahçelerimizin olduğu değirmende geçti.
 
Mahmut Kahya’nın, oğulları Şahin ve Nuri için iki taşlı olarak 1885/1888 yıllarında tamamen ağaçtan yaptığı, yangın da geçiren değirmen, diğer oğlu Kadir için de bir taş ilave edilerek (1975 yılında) üç taşlı hale geldi.
 
Değirmenin suyu; Küre Dağlarından doğup Karadeniz’e dökülen, geçtiği 80km.lik geniş tabanlı vadinin iki yakasına hayat veren, Karasu Çayı’na tutulan bentten, elliye elli santimetre ark içinde gelirdi.
 
Değirmenci  İsmet Özdemir
 
Mahmut Kahya’nın torunu, Kel Şahin’in altı çocuğunun en büyüğü olan amcam İsmet (Lav), değirmeni ve topraklarımızı yaşattı. Kardeşleri okuyup köyden uzaklaşırken o, baba ocağını söndürmemek için köyden hiç ayrılmadı / ayrılamadı.
 
Tek katlı, iki odalı, ağaç – kalastan yapılmış Çerkeslerin “paska” bir evde dünyaya gelmişti. Beyaz tenli, orta boylu, iri cüsseli, saçı sakalı ağarmış, konuşmayı - şakalaşmayı - hayır işlerini – hayvanları seven, alçak gönüllü, sorunlara pratik çözümler bulan, güçlü kuvvetli, imece ruhu taşıyan bir adamdı.
 
Amcam köprücüydü. Sadece değirmende değil, Bektaşağa’nın Arap Mahallesine giden yol üzerindeki Okulun Köprüsü (yan duvarında 1888 tarihi vardı), Karasu Çayı üzerine kurulu köprülerde de O’nun emeği vardır. Çay üzerine kurulu, boyu 15 metreyi bulan, iki ayağın zor sığdığı bu ağaç köprülerin dengeyi sağlamak için yan tarafında tutunma kolları vardı. Üzerine çıkınca yaylana yaylana köprüyü geçerdiniz. Yazın kuruyan, kışın deliler gibi akan Karasu Çayı köprüyü, bendi yıkar, arkı bozardı. Amcam yine devreye girer, yıkılanı, bozulanı yapardı.
 
Amcam ağaç ustasıydı. Elektrik yoktu, motor yoktu. Elindeki bir keser, bir testere, bir bıçkı, bir balta ile bir ambar (1973) hatta bir öküz arabasını tekerinden boyunduruğuna yapabiliyordu.Boyu bir kulacı bulan bir bıçkımız vardı. Büyük amcam İsmet’in başında durup,  diğer amcalarım Erdem, İlyas, Özden ve babam Dilaver’in biçilecek ağacı adam boyu kurulan iskeleye kaldırıp biçmeleri hepimize keyif verirdi.
 
Amcam baytardı. Öyle diplomalı falan değil...Yaşamının pratiğinden süzüle süzüle gelen bir tecrübeye sahipti. At, öküz, köpek, koyun doğumlarını yapar, hastalıklarını ve sakatlıklarını tedavi ederdi.
 
Amcam avcıydı, okul istedi. Domuz sürek avlarına katılır, köy köy gezerdi. Çulluk, bakal, ördek avlardı. Amcamın yetiştirdiği bir köpeğimiz vardı adı “Pali”. Uzun yıllar kapımızda kaldı. Daha tüfeği görür görmez ormana koşardı. Sinop Radar Üssü’nde  çalışan Ali Eniştem (Kurtuluş), amcamın yanına av meraklısı Amerikalılar getirir, av yaparlardı. Üssün üst düzey komutanlarından biri bu avlardan birinde cüzdanını düşürür. Cüzdanı bulup, iade eden amcamın bu davranışına karşılık, “Ne istediğini” sorar komutan. İlkokulu üçüncü sınıfa kadar okumuş, ama kardeşlerini okutmuş amcam, “Köyümüzde orta okulumuz yok..! ” der. Sinop Radar Üssü’nün ABD’li ve Türk çalışanları bir imece ile Bektaşağa’ya, eniştemiz Ali Kurtuluş'un da büyük gayret ve aracılığı ile ortaokul binası yaparlar. (1974-75’li yıllar)
 
Amcamın değirmencilik yönü ise bambaşka hayranı olduğum ustalığı idi.
 
Su ile uğraşmak zordur. Değirmenciliği babasından alan dedem Kel Şahin, daha 17 yaşlarında Kurtuluş Savaşına katılır. İki seneye yakın o cepheden bu cepheye gezer. Türkçeyi bu süreçte öğrenir. Savaş sonu, kasığına yediği bir şarapnel parçasıyla köyüne, evine döner. Yorgun vücuduyla ailenin geçim kaynağından biri olan değirmenle uğraşmaya başlar. Romatizma hastalığına yakalanır. Yaz - kış yanan sobanın bulunduğu odasındaki yatağından çıkamazdı.
 
Daha ilkokula yeni başladığım yıllardı…Dedemin okuması – yazması yoktu, ama coğrafya ve matematikte bizim ilk öğretmenimizdi. Akşamları, isli gaz lambası ışığında amcaoğullarımla bana eski-sayfaları kopmuş haritadan yer isimleri sorar, sayfaları sarı bir defterde matematik yaptırırdı.
 
Dedemin hastalığı nedeniyle değirmenin ve tarlalarımızın işi İsmet amcamın omuzlarına kalmıştı. Amcam, suyun azaldığı Temmuz - Ağustos aylarında, taşları dişler, suyun içindeki çarkı gözden geçirirdi. Yağmurlar başladığında bendi kontrol eder, ark boyunu küçük amcam İlyas’la (Patpat)  temizlerdi.
 
Amcam da günlerce değirmende kalır, yakından / uzaktan gelen mısır ve buğdayları öğütmeden, vatandaşın işini görmeden eve gelmezdi. Sıra bekleyenlerle hoş sohbetler yapar, aç olanlarla azığını paylaşır, ocağın bir köşesinde yatma yeri gösterir, hayvanları ile ilgilenir, isten simsiyah olmuş çaydanlıkta pişirdiği çaydan ikram ederdi.
 
Birbiri ardına açılan elektrikli değirmenler, su değirmenciliğini bir anda sildi, süpürdü. Etrafımızdaki üç değirmen 1980’li yıllarda kapandı. Amcam, gelen tahıl az-çok demeden değirmeni hep açık tuttu.
 
Değirmen taşlarının Kastamonu’dan geldiğini söylerdi amcam. Otuz santimetre kalınlığında, bir metre çapında ve yaklaşık 500 kilo ağırlığında (mutemelen granit) bu sert taşları dişlemek; her santimetresine yazın sıcağındaki nemli havada çekiç sallamak sabır işiydi.
 
Cenazesinde civar köylerden gelen o kadar yaşdaşı insan vardı ki, hayret ve sevinç duymuştuk.
 
Oluğa Yaklaşma
 
Değirmen etrafında oynarken hep şu uyarıyı alırdık, “ Oluğa yaklaşma..! ”   Su değirmene ulaştığında, çapı 2, derinliği 4 metreyi bulan  oluklara dökülür. Olukta biriken su, yüzeyde daireler çizer. Uzun süre baktığınızda suyun bu anafor hali gözünüzü alır, bir müddet sonra suyun yüzeyindeki bir yaprak parçasıyla siz de dönmeye başlarsınız. İlk defa değirmen başına gelen biri için –özellikle çocuklar- zeminin ıslak ve kaygan olması da ayrıca çok tehlikelidir.
 
Amcam sabrını taşta tüketirken, bizler; savakta balık avlar, köyün çocukları ile bendin bulanık suyunda “ ganabıt ”  denilen oyununu oynardık. Ganabıt, suyun en derin olduğu yerdeki tümseğe konulan, ebenin beklediği taşa el vurma oyunuydu.
 
Değirmenin etrafı iri gövdeli kavlan (çınar) ağaçları ile çevrili idi. Olukların başında genç bir kiren (kızılcık) ağacı vardı. Gelip geçerken bu buruk tatlı meyveden koparırdık. Değirmene bitişik damın yanında kara taneleri buğulu, tatlı bir üzüm asması, hemen ötesinde bir elma ağacı, önde oluşan su birikintisinde ördekler vardı.
 
Değirmenin arkasındaki tarla babamın halasının, onun arkasındaki tarla bizimdi. Bizim tarlanın bir bölümü sebze bahçesi idi. Afiyet Yengem (İsmet Amcamın hanımı) domates, biber, salatalık, soğan, sarımsak, maydanoz, kavun, karpuz, patlıcan, patates ekerdi. Bahçenin etrafında şeftali, ceviz ve ekmek ayvası ağaçları vardı. Canım yengem, çok güzel Çerkes yemekleri ve ekmek yapardı.
 
Değirmenin Kalbinde
 
Kapısı hiç kapanmayan Mahmut Kahya Değirmeninden içeriye girdiğinizde; burnunuza mis gibi kokan un kokusu, kulağınıza sabit bir hızla dönen taşa tık tıkı… tık tıkı vuran ağaç ayağın sesi, gözünüze tavandaki ağaç dilmelerindeki bembeyaz olmuş örümcek ağları gelir.
 
Sağda, koca bir kütüğün yandığı ocak. Ocağın üzerindeki üç ayakta kaynayan dışı simsiyah olmuş bir çaydanlık. Omuz hizasında bir raf, rafın üzerinde bir kandil. Oturma yerinde ve duvarda tüyleri yıpranmış koyun postları.
 
Solda, gözlere ayrılmış değirmen hakkının konduğu küçük bir tahta ambar. Ambarın üzerinde boş tenekeler.
 
Tavandaki boşluklardan içeri girip, tane yemeye çalışan küçük kuşlar. Arada sırada değirmeni ziyarete gelen sincaplar. Uzaklardan gelen köpek ve tüfek sesleri.
 
Ve, ağır ağır giden bir öküz arabasının tekerini döndüren mazısından çıkıp ormanı yırtan muhteşem ses ….
 
Değirmenimiz, dört nesil; amca oğullarım Ümit ve Mahmut’un gayretleri ile yıllardır dönüyor…Eğer yolunuz düşer ise, Sinop – Erfelek karayolu üzerinde Adalı Şerafettin’in evinin köşesinden girince, yolun sonundaki koruluğun içinden  duyacağınız kalp atışları Mahmut Kahya Değirmeni’nden geliyordur.
 
Bu vesile ile, Mahmut Kahya Değirmeni’ni bugünlere getiren; ebediyete intikal eden büyüklerimi rahmetle, yaşayan büyüklerimi saygıyla, kuzenlerimi sevgiyle anıyorum.
 
Toprağın bereketi buğday ve mısırını uzaktan-yakından değirmenimize getirip  “un” eden, bizlere bir tarih, kültür ve ekolojik bir miras kalmasını sağlayan vefakar tüm akraba ve dostlarımıza Vözdemko Sülalesi adına şükranlarımı sunuyorum.   
 
Vözdemko Engin Özdemir
 
https://www.youtube.com/watch?v=C-5kOikHjtM&t=223s
https://www.youtube.com/watch?v=RIRcr3nxlvQ
 
 
 
Toplam blog
: 272
: 734
Kayıt tarihi
: 13.10.07
 
 

1959 Sinop Bektaşağa Köyü doğumluyum. Yaşamda, anlaşılacak bir şeyi olanlara ve bunu öğreti yapan..