Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ağustos '09

 
Kategori
Edebiyat
 

Mahmut Özay'ın öykülerinde yöresel deyimler ve sözcükler (3 )

Abdülkadir Güler

Mahmut Özay aslında bir eğitimci ve Türkçe öğretmenidir. Öykülerinde kullandığı Türkçe’yi ağdalı bir Türkçe’den çok sade, arı, duru ve akıcı bir Türkçe ile öykülerini yazmaktadır. Ancak kimi zamanda halkın kullandığı dili de kullanmaktadır. Bunlar fazla olmamakla beraber yine de güzel Türkçe’nin yanında halkımızın kullandığı sözcüklere, deyimlere de önem vermektedir. Eserleri incelediğimiz zaman şu sözcükleri bulduk Bunlardan bazılarını buraya da almakta yarar görüyorum:

YORGO (Öykü Kitabı)’dan; Taşı gediğine koymak, Kim okur kim dinler? (S:13), Kadehleri yuvarladık, şişe tazelendi (S:15), Peltek peltek konuşmak (S:16), Hürriyet, Adalet, Müsavat, Mıstafendi, Pılı pırtıyı toplayıp (S:18), Bulamamışsın tayfanı sığındıracak bir yer? (S:19), Nalbant nal döğer, hastalar sağaldı mı öldü mü bilmem? (S:20), Sanıklar, tanıklar ve öteki esbabı mesalih (S:25), Bu haspada kim? (S:27), Kahvenin gedikli müşterisi, yirmi vagonda pufulduya pufulduya istasyona girdi (S:31), Amanın bir şakırtı koptu ki demeyin gitsin(S:32), elinizi şaklatın, devlet katıda payelimiz (S:39), şakulunu kaybetmiş (S:40), Zıvenalı sigarasını keyifli keyifli çekerek (S:59), Amesos Kapitan, Ya Allah Destur (S:64), Haden ülen veletler, maymun şebek değil, hadi gidin gari (S:66), Gedik güdük biçimsiz (S:67), eyyi eyyi Zeynep Bacı sen bildin, Üssen Usta, pambık olsun, biğruş (bir kuruş), hemşeriyik, tebbi tebbi, tövbe osun, yimpara (yirmi para), irazılık getirsin, ne kasevet, püfür püfür etekli (S:73), nah kuçu kuçu, döndü, fıtırık pabuçlarını, gessin üssen usta (S:74), baham sizin, Booo…Allah’ın ağacının altı… Guru daşın üstü, biz hep kahut verdik (S:75), yalpalana yalpalana fıştırgaçlı hortumu taktık (76), Ekabir ve hemur kanları (S:77), Su testisi su yolunda kırılır (78), dudak bükmek, tevekkeli değil (S:79), aşıdaşlık etmiş (arkadaşlık etmiş) (S:87).

BABAM BABAM (Hikâyeler) adlı eserinde ise şu yöresel sözcüleri bulduk. Anlatımı daha zengin kılmak için yöresel motiflerden yararlanmıştır Mahmut Özay:

Hey oğulçem oğulçem mostinini astı mı?, erkan çavuşu, cırlak sesimle (S:4), cunbirli gazoz, tahanlı pide, düzü yola, Koço’nun meyhanesi (S:5), has durmak, işçiler cıscıbır (S:6), allem etmiş kalem etmiş (S:7), irim dedikleri daracık bir yol, çılbırlarını tutuyorlar (S:9), ağlamsık ağlamsık solunuyor (S:10), şehirde dolanıp budaklandık (S:11), nah kesersin (S:17), gaydura, üstüne üstlük, kıvır zıvırdı, tıs kesilmek (S:28), çektim hayvanın çılbırını (S:33), Zebanın kalimera ossun Hasan efendi (S:39), minnet minnet ekmekliğini (S:40), ovaladı, av kaladı (S:42), selamen kavlen (S:47), ufarak teferek (48), ölü evinin yaşçısı, düğün evinin defçisi vb. gibi….

Yazar Mahmut Özay’ın dili konusunda fikir etmek ve dilinin ne denli rahat, yöresel ve yaşayan bir Türkçe kullandığını anlama bakımından Yorgo adlı kitabının (yine Yorgo adlı öyküde) sayfa 64’te yer alan son bölümünü sunmakla yetinmek istiyorum. Buyrun hep birlikte okuyalım, değerli yazarını saygıyla ve rahmetle analım….

Ağızdan ağza dolaşan söylentileri şehirde duymayan kalmamıştı: Düşman bayrağını serviye asmağa çıkaranlar, birdenbire, karşılarında büyük, beyaz kavuklu, yüksek ve geniş alınlı, pala bıyıklı, çatık gür kaşlarının altındaki kara gözlerinde çakmak çakmak kıvılcımlar fışkıran bir yeniçeri görmüşler ki uzun, sırmalı kaftanının altından: “Ya Allah!... Destur!..” dite büyük, enli bir kılıç sıyırmış!..

Oh, ey bu servilerin altında fani vücutlarını bu toprağa kalbeden mübarek ruhlar!...

Oh, ey bu mübarek ölülerin başları ucuna muhterem elleriyle, temiz yüreklerinin en asil dilekleriyle bu servileri dikmiş olanlar!

Hatıranız karşısında işte bir mümin huşuu ile eğiliyorum! Eğiliyor ve inanıyorum ki; yüzyıllarca bu güzel memleketin taşına, toprağına, suyuna, ağacına sinmiş olan asil ruh, ona kastedecek yabancı varlıkları her zaman böyle çarpacaktır!” (5).

Bölümde görüyoruz ki, yazar Mahmut Özay halkımızın inanışlarına, milli gelenek ve göreneklerine de oldukça saygılıdır.

(5)_ Yorgo, Hikâyeler, Mahmut Özay, Sayfa: 64. Ayrıca bu öykü Mahmut Özay’ın başka kitabı olan “O mübarek Serviler, Hikâyeler” adlı kitabında da yer almıştır Sayfa:4-8, 1950, İstanbul.

ÖYKÜLERİNDE İYİ BİR GÖZLEMCİDİR

Mahmut Özay öykülerinin kurgusunu yaparken öykülerinin asıl kuralına uyuyor. Özellikle fiziksel ve ruhsal durumlara dikkat çekici gözlemler yapıyor. Bunları yaparken akıcı bir üslup kullanıyor. Tatlı ve yumuşak bir dili vardır yazarın. İşte Mahmut Özay’ın YORGA adlı öyküsünde yaptığı giriş bölümüne bir göz atalım, yazıda şiirsel anlatım vardır, Yorga’dan okuyalım:

“ İstanbul savaşının zaferle son bulduğu günlerdeydi. Okulda, evde, hatta sokakta - yerli yersiz - ağzımızdan gümbür gümbür şiirler dökülüyordu. Sanki “Dumlupınar”ı biz yaratmıştık!.. Sanki Kocatepe üstünden orduları biz idare etmiştik!..Sanki güllelerimizle düşman siperlerini cehenneme çeviren kahraman topçular bizlerdik!.. Yahut, süngü hücumuna kalkmamışız da tel örgüleri aşıp geçmiş ve kahpe düşmanı önümüze katarak da Akdeniz’e kadar sanki biz sürüp gitmiştik!.. Sanki, alevler içindeki güzel İzmir kordonunda at koşturarak Sarkışla’ya ay yıldızlı bayrağı çeken bizdik!.. Ne gurur, ne heyecan vardı yüreklerimizde!.. Kelimelerimiz kılıç şakırtısı, bakışlarımız şimşekti!.. O küçük kasabanın daracık sokaklarında Büyük Zaferi kazanıp dönen şanlı gaziler gibi göğüslerimiz şişkin, kollarımızı savura savura geziyorduk.

Bir gün; yapılmakta olan hükümet konağında çalıştırılmak üzere esirler gelmiş, dediler. Hemen koşa koşa görmeğe gittik; kırk elli kadar, bir yığın pis adam…Çamurdan yapılmış gibi!.. Saç sakal birbirine karışmış, altlarında üstlerinde birer eski çuval!.. Genizlerimizi son kertesine kadar kazıyarak “Haaak tuuu!...” dedik. Bilmem nasıl küfürler savurduk her birimiz. Tükürüklerimiz onlara kadar ulaşmamıştı, küfürlerimizin bir tekini bile anlamamışlardı belki ama biz, epeyce boşalmıştık o gün. Nihayet, esirler muhafazaya memur olan çavuşlar, onbaşılar, tecavüzlerimizi daha ileriye götürmeğe meydan vermeden bizi terslemek zorunda kalmışlardı:

« Haden ülen veletler, gidin işinize!.. Yesir işte, yesir!.. Maymun şebek değil a!.. Gördünüz görmeğise… Hadin gidin gari!..»

Baktık, dağılmazsak dövebilir de; sert konuşuyordular. Buna da kızmadık değil hani… Onlar bizim çavuşlar, bizim onbaşılardı çünkü! Çok şeyler konuştuk esirler için aramızda; bir ikisini elimize teslim ediverseler, ne şekilde işkence yapabileceğimizi bile. (6)

İşte verdiğimiz örnekte olduğu gibi Mahmut Özay öykülerini yazarken iyi bir gözlemci ve öykü kuralına uygun olarak düzenli, derli toplu betimlemelere (tasvirlere) de ışık tutuyor. Akıcı bir dili vardır. İnsanı hiç yormuyor okunduğu zaman…

ÖYKÜLERDE ŞİİRSEL BİR ANLATIMI VAR

Yazar Mahmut Özay derli, toplu bir öğretmendir, Türkçe’ye hakimdir, Türk Edebiyatı coğrafyasını iyi biliyor. Şiirlerimizi, halk ozanlarımızı yakından tanıyor. Öykülerinde bunlara da yer veriyor. “Yol Boyunca” adlı öyküsünü yazarken öykünün gelişme bölümünde şu dizelere yer veriyor. "Gün batmış, ortalık karamıştı artık. Solgun bir yarım ay vardı gökte. O da sanki bizim gibi hüzünlüydü, aydınlatamıyordu doğru dürüst yolumuzu. Konuşmuyordu babam, konuşmuyordu anam ve ablam. Kulaklarımızı öğretmenin – Tahir’di adı – Balkan bozgunu üzerine yazılıp bestelenmiş olan bize öğrettiği şiirler çınlıyordu hep:

“ Solgun gurup tarlalara,

Gölgecikler serpiyorken,

Bunalıyordu boş ova,

Artık yorgun top sesinden.

Ey yıldızlar sönün susun,

Bitmez geceler başlasın,

Karanlıkta Kayıhan’ın,

Ruhu gizlice ağlasın. “ (7)

(6)_ Yorgo, Mahmut Özay, Yeditepe Yayınları, no:160 / Bu öykü Sait Faik Hikâye Armağanı almıştır.

(7)_ Yazar Mahmut Özay’ın “Yol Boyunca” adlı öyküsünden alınmıştır.

" Biliyordum ben Balkan savaşındaki fecaatleri, canavarlıkları gün geçmezdi ki bizim evde, konu-komşu topluluğunda tabloları çizilmesin. Ama istemiyordum; olmasın böyle şeyler artık, diyordum. "

Mahmut Özay öykülerinde kimi zaman Pir Sultan, kimi zamanda Kaygusuz’un değişlerine de yer veriyor. İşte Yunus Emre’nin yazdığı ve 750 yıldır akıp gelen bu güzelim değişten bir örnek:

Gah eserim yeller gibi

Gah tozarım yollar gibi

Gah akarım seller gibi

Gel gör beni aşk neyledi

Ben Yunus-ı biçareyim

Aşk elinden avareyim

Baştan ayağa kareyim

Gel gör beni aşk neyledi “

Ünlü Halk Ozanımız Yunus Emre’nin bu güzelim değişinden sonra şunları da eklemeden edemiyor yazar Mahmut Özay:

“ Babam akşamları, ocağın başındaki ot minderine oturur ve ateşe sürdüğü geniş karınlı iri bakır cezvede kaynattığı meyankökü suyundan fincan fincan içer, nefesler- ilahiler okurdu boğuk, kırık bir sesle:

" Derdim çoktur hangisine yanayım

Yine tazelendi yürek yaresi

Ben bu derde kande derman bulayım

Meğer dost elinden ola çaresi "

Gözlerini silerdi elinin tersiyle. Bu, bana çok dokunurdu; yattığım yerden dinlerdim sessizce… O’nun tazelenen yürek yarasını… Kendisinden çare dilediği "Dost"un kim olduğunu bilmiyordum. Derken ezgisini değiştirir, iki yanına sallana sallana kendinden geçerdi;

" Ben yürürüm yane yane

Aşk boyadı beni kane

Ne aşıkım ne divane

Gel gör beni aşk neyledi " (8)”

Hayatı, Sanatı, Eserleri
Eserlerinden Seçmeler Mahmut Özay-
Abdülkadir Güler. Aydın 2004.

 
Toplam blog
: 2227
: 832
Kayıt tarihi
: 27.06.09
 
 

1946 Mardin ili, Kızıltepe ilçesi'nin Esenli köyünde doğmuştur. İlk ve ortaokulu Kızıltepe'de bit..