Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Temmuz '08

 
Kategori
Tarih
 

Mandacılığın ve himayeciliğin tarihsel kökleri

Mandacılığın ve himayeciliğin tarihsel kökleri
 

Panzehiridir...


<ı>Günümüzde özellikle çeşitli "sivil toplum örgüt"lerini saran neomandacılığın tarihimizden gelen kökleri vardır ve düşünsel olarak Tanzimatçılığa dayanır. Himaye düşüncesi, halka güvensizlik ortamlarında, bağımsızlık ve özgürlük ruhunun ve duyarlılığının zayıf olmasının bir tezahürüdür. Tarihi boyunca zulme ve köleliğe boyun eğmemiş büyük Türk milletinin karakterini asla yansıtmayan mandacılık genelde bir aydın hastalığı olarak kalmıştır.

Mandacılığın ve himayeciliğin tarihsel kökleri

Epeydir Türkiye’de başka şekil ve renklerde mandacılık ve himayecilik ruhu yeniden hortlamıştır. Vaktiyle devrimi Rusya’dan beklerlerdi. Rusya çöktükten sonra yönlerini günebakan gibi ABD ve AB’ye döndüler. AB ve diğer dış dinamiklerden ülkeye devrim, demokrasi, özgürlük geleceği inancıyla hem kendilerini hem de halkı kandırmaktadırlar. Yeniliberalizmin “Sivil Toplum örgütü” dediği çeşitli kitle örgütlerinde ve yer yer toplumun başka alanlarında görülen bu mandacılık ve himayecilik çeşidinin hiç kuşkusuz tarihsel kökleri bulunmaktadır. Düşünsel kaynaklarını Tanzimat ruhundan ve düşüncesinden alan bu akım tarihsel köklerini Birinci dünya Savaşı ve İstiklal savaşı yıllarında bulmaktadır.

Devrimci Kemalistler, durum saptaması yaptıktan sonra, yerel iktidarlar döneminde Erzurum Kongresi bildirisinde açıkça belirtmişlerdir:

“Manda ve himaye kabul edilemez.”

Milli demokratik devrimcilere İstiklal Savaşı’nın tarihinde önemli ve belirleyici bir aşama olan bir kongrede manda ve himayeye karşı ilke kararı aldıran, bir program ilkesi ortaya attıran gelişme nedir?

Bir kere Kemalist önderlik Altıok’u yaratacak kadar devrimcidir; öncelikle kendi özgücüne güvenmektedir. Devrimin, bağımsızlığın ve özgürlüğün dış dinamikler aracılığı ile geleceğini asla düşünmemiştir. Devrimin Türkiye halkının özgücünün eseri olacağı bilinci ve inancıyla hareket etmiştir. Bunun düşünsel temelleri ise şuradadır:

<ı>“Gazi’nin belirli bir inancı, bu inancın da belirli bir metodu var; ‘bizzat’ söylediği gibi, Mustafa Kemal Paşa, Anadolu İhtilali’ne- Türkiye’nin ve zamanın koşullarını göz önünde bulundurmak şartıyla-Fransız İhtilal-i Kebiri’ni örnek almıştır; o ihtilal ise, Ansiklopedistlerin Aydınlanma Felsefesi’ne dayanır ki, toplumları eşit, insanları eşit ve kardeş sayar (hürriyet, Müsavat, uhuvvet); Rasyonalisttir, dolayısıyla metodu Pozitivisttir…” (*1)

Mustafa Kemal, “Bağımsızlık ve özgürlük, benim karakterimdir” diyen bir önderdir. Antiemperyalist, yani tam bağımsızlıkçıdır.

Anadolu’da böyle bir yol, böyle bir çizgi tutturan Kemalist önderliğe karşı bir kısım aydınlar, 1918 yılında İstanbul’da kurdukları “Türk Wilson Cemiyeti” doğrultusunda akıl vermeye kalkışırlar. Bu örgütü Halide Edip, Ahmet Emin Yalman ve sair bir kısım aydın kurmuştur. En utanç verici iki faaliyetinden biri, 5 Aralık 1918 tarihinde, ABD Başkanı Wilson’a;

“1/.Azınlık hakları güvence altına alınacaktır;

2/.Önemli bakanlıklara Amerikalı birer baş müsteşar atanacaktır;

3/.Amerikalı baş müsteşar başkanlığında kurulacak Müsteşarlar Kurulu, ülkede yapılacak ‘reformları’ saptayacak, uygulamaya koyacaktır;

4/.Polis ve jandarma, Amerikalı bir General Müfettişe bağlanacaktır.” Şeklinde önerilerin de yapıldığı, Osmanlı’nın Amerikan mandası altına girmesi talep edilen bir mektup yazdı.

Diğeri ise, 10 ağustos 1919 tarihinde Halide Edip’in Mustafa Kemal’e o zamanki yarım aklıyla;- sonradan aklı başına gelecek, gerçekleri görerek Anadolu’ya devrimcilere katılmak üzere kaçacaktır- Amerikan mandasını tavsiye eden “pek utandırıcı” bir mektup yazmıştır.

Bu aydınlara Attila İlhan “alafranga komprador” aydınları demektedir. Bugünkü versiyonları ise, “Hepimiz ermeni’yizciler”dir; “Soros solcusu”, “emperyalizm solcusu”, “Karen Fogg’un çocukları”, “AB fonlanmacıları” gibi adlarla anılmaktadır.

Ve Türkiye’nin kurtuluşu reçeteleri, o gün de bu gün de aynıdır.

Ülkelerin ve toplumların kritik dönemlerinde yüreği zayıf çürük unsurlar mutlaka çıkar ve çıkacaktır. 1918–23 arası dönemde de Türk aydınları arasında o korkunç koşullara dayanamayan ve körçıkmazlardan bir çıkış göremeyen zayıf unsurları Wilson ilkeleri avlamıştır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi İstanbul’daki Amerikan muhiplerinden bazı mandacı aydınlarımızın kurduğu cemiyetin Amerikan başkanına yazdığı mektupta belirttiği görüş ve talepleri bir yıl sonra Paris’ten Amerikan başkanının dillendirmesi ilginç değil mi?

<ı>“…Dün Amerikan Müttehit devletleri (ABD-FÖ) Reisi ve Fransız Başvekili arasında, Türkiye’nin akıbeti üzerinde bir müzakere daha yapılmış ve Wilson, Boğazlara talip olduğunu beyan etmiştir. Amerikan Reisi, ‘İstanbul bir Türk şehri değildir, (orada) diğer milletler ekseriyettedir’ demiş ve Müttefikler’in onun kabul etmesi ricasıyla, kendisine tevdi ettikleri, İstanbul’la alakalı bir teklifi, Amerika’ya avdetinde Senato’ya götüreceğini ilave etmiştir…” (*2)

Ne müthiş ifadeler!

Bugünlere ne müthiş bir ışıldak tutuyor. Türkiye’de yabancıların gayrimenkul merakları hakkında bir makale yazmıştım. Alanya, Antalya, Fethiye vs. sahil kent ve ilçelerimizde arsa ve ev satın alan yabancıların oralarda büyük ve kalabalık koloniler kurduklarını; ilerde bitleri kanlandığında ve vakti saati geldiğinde siyasal taleplerinin neler olabileceği konusunda görüşlerimi belirtmiştim.

<ı>Ajanslar dünya kamuoyuna o müthiş bilgileri aktarmaya devam ederler:

<ı>"... Mr. Wilson 'yalnız Boğazlan değil, İstanbul ve mülhakatını da (çevresini de-FÖ) Amerikan mandasına dâhil edeceğini' tebarüz ettirerek, 'İstanbul artık yekpare bir imparatorluğun merkezi olmaktan çıkmıştır" demiştir..."

<ı>"... Mr. Wilson, Anadolu'nun kaderi mevzuunda, bilahare şunları beyan etmiştir: '...düşündüm de, Türklere şöyle diyebiliriz: 'Avrupa'daki topraklarınızı ve Asya'daki şu ya da bu topraklarınızı bırakacaksınız!' Veya 'hudutlarınız şu şekilde teşekkül edecek ve bu hudutlar dışındaki bütün haklarınızdan vazgeçeceksiniz. Bu toprakların istikbali hakkında Müttefikler'in ve ortaklarının verecekleri kararlan peşin olarak kabul edeceksiniz.' Ayrıca Türkiye, idaresi altında kalacak topraklarda Maliye, Polis, Sahil Muhafaza gibi bazı kısımlarda, adı sonra tespit edilecek bir devletin 'yardımını' kabul edecektir..."

Bir yıl önce Osmanlı Amerikan mandacılarının ortaya attıkları ilkelerle Wilson’un anlattıkları nasıl da birbirini tutuyor. Bugün de ABD emperyalizminin BOP içinde Türkiye’ye biçtiği misyon ve Türkiye’ye hazırladığı akıbet hemen hemen aynı gözükmektedir: Parçalanma ve sömürgeleşme.

TC İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük dersleri müfredatından Wilson İlkeleri bölümünün çıkarılması boşuna değildir aslında... Tam ve gerçekçi olarak anlatılsa, çocuk tabi günümüzle bir karşılaştırmaya gidecek... Şimdiki isteklerle o zamanki Bay Wilson’un düşünceleri arasında birebir örtüşme olduğunu kavrayacak...

(*1) Attila İlhan

(*2) 27 Haziran 1919 ajanslar, Paris- aktaran Attila İlhan,

www.fatihozcan.org/makaleoku.php?id=124

 
Toplam blog
: 510
: 505
Kayıt tarihi
: 04.04.08
 
 

"Cv" Dedikleri Özgeçmişim 1953 yılının karanlık günlerinde Haziran ayının 24. günü, ağaçların mey..