Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Şubat '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Manken Çıplak

Ey benim canım oğlum/ Gel hüzünlenme sakın/ Kendini zulme ve adaletsizliğe kaptırma/Dünyayı adaletle imar et. Bilginlere saygılı ol./ Onların sözlerine saygılı ol. 

Fuat OVAT 

Anakondalar yavrularını önemsemez. Peki biz Anakonda mıyız?... 

Defileler düzenleniyor; ortada doğru düzgün giyilecek bir şey yok. 

Defile bahane etler şahane diyenlere kızmamak gerek belki de. 

Kadınlar, genç kızlar Tarzan’ın Ceyn’i gibi dolaşıyor da bir Allahın kulu, manken çıplak diye bağırmıyor. 

Yıllardan beri bu böyle... 

Ana dilini bilmeyen, etek boyu giderek kısalan, bacak, göbek, göğüs şovu yapan, ülkesine, toplumuna giderek yabancılaşan sunucular ve bunların neredeyse her kanalda gördüğümüz değişmeyen konukları. 

Televizyon programları; mozaik, inandırıcılıktan uzak, çoğunun eğitim öğretim amacı yok. Biz Evleniyoruz/ Biz Boşanıyoruz, Gelinim Olur musun? Size Anne Diyebilir miyim? Çok Özel Fiskos, Tele Vole, Sırlar Dünyası, Sırların Efendisi, Sırlara Yolculuk, Gerçek Kesit, Kalp Gözü... 

Kimi program adları bile bozulmanın, yozlaşmanın, yoksullaşmanın, izleyiciyi kaliteli yapımlardan yoksun bırakmanın imi gibi. 

Bıktıran reklamlar, bitmeyen magazinler, kim kiminle köşeleri, kim şık kim rüküş (ölçü neyse artık), yarışma programları (çoğunun bilimle, kültürle ilgisi yok), şans, kader, kısmet programları, fal, at yarışları, toto, loto programları, mafya taklidi ya da mafyanın ta kendisi diziler, bitmeyen spor programları, pembe diziler... 

Sabun köpüğü dizilerde bile sık sık tekrarlar. Üç beş tekrar verirken daha önce yayınlanmıştır notu olmayan programlarda üstüne basa basa yeni bölüm notları. Bir adım ötedeyse yepyeni bölüm çığırtkanlığı... 

Ne Türk sineması var ne dünya sineması. Varsa yoksa bir avuç popüler filmi pazarlama kaygısı; amaç bir koyup çok kazanmak... Tiyatro, opera, bale; popüler kültürün ve medyanın izin verdiği ölçüde var. 

Yolculuk yoksulluğa doğru... 

Yayın dünyası; gazete, dergi, kitaplar ve okuma alışkanlığı tam bir kanayan yara görünümünde. Boyalı gazeteler biraz satıyor. Dergiler bir süre dolaştıktan sonra yayıncıya, depoya gidiyor. 

Basılan, satılan kitaplar medyanın pompaladığı kitaplar. 

Okunduğu tartışılır, ellerde dolaşan kitaplarsa, pop star benzeri pop yazarların çoğu içerik fukarası sabun köpüğü kitapları... 

80’li yıllar. İletişim Fakültesi, sinema televizyon bölümünde öğrenciyim. Toplum Bilimlerine Giriş dersinde anomi olgusuyla tanışıyorum. 

Bir toplumda geçerli değer yargılarının tümünün geçerliliğini yitirmesi. 

Böyle bir durum Amerika, Almanya, İngiltere gibi başka coğrafyalarda olur, bizde olmaz diye düşünüyorum. 

Amacım felaket tellallığı yapmak değil ama sanki ülkemde de bu durum yaşanıyor. 

ÇOCUKLARIMIZI DÜŞÜNÜYOR MUYUZ? 

İnsan: memelilerden, iki eli olan, iki ayak üzerinde dolaşan, sözle anlaşan, aklı ve düşünme yeteneği olan canlıdır sözlüğe göre. İnsanın mecazi anlamıysa huy ve ahlakı yüksek (kimse) demektir. 

Akılsız, duygusuz, kaba, hoyrat, elinden iş gelmez kimselere hayvan denildiğini duyarız. 

Hayvan duygu ve hareket yeteneği olan canlı yaratıktır. 

At ve katır gibi hayvanları türlü hizmetlerde kullanırız. 

Çocuk: küçük yaştaki oğlan veya kız, sözlüklere göre. Soy bakımından oğul veya kız, evlat. Bebeklik çağı ile ergenlik çağı arasındaki gelişme döneminde bulunan insan. 

Düşünmek: bir sonuca varmak amacıyla bilgileri incelemek, karşılaştırmak ve aradaki ilgilerden yararlanarak düşünce üretmek, zihni yetiler oluşturmak, muhakeme etmek. Aklından geçirmek, göz önüne getirmek. Zihniyle arayıp bulmak. Bir şeye karşı ilgili ve titiz davranmak. 

Akıl etmek, ne olacağını önceden kestirmek. Tasalanmak, kaygılanmak. Düşünüp taşınmak: konuyu bütün olumlu, olumsuz yönleriyle inceleyip ona göre davranmak, enikonu düşünmek. 

Peki, biz çocuklarımızı düşünüyor muyuz? 

Mevcut durumdan hoşnut muyuz? 

Yarın için neler tasarlıyoruz?... 

Dilencilik, hırsızlık, kapkaç her geçen gün artıyor, giderek teröre dönüşüyor. 

Evlilerin sevdası bekârlardan ziyade sözü son günlerde daha çok dile gelmeye başladı. Bekârlar bir kadınla olmak, evliler bir kaç kadınla, giderek daha çok kadınla olmak derdinde. 

Babalar, oğullarıyla çapkınlık yarışındalar neredeyse... 

Otomobile binen kendini at üzerinde sanıyor. Belki de göçebe bir toplum olmamızdandır. 

Özel ve güzel arabalarıyla şaha kalkanlar, dörtnala gidenler, tırısa kalkanlar, sinyal kullanmayı lüks gibi gören tembel ve saygısız sürücüler her geçen gün artıyor. 

Yanılmış olmayı diliyorum ama kitle iletişim araçlarındaki haberlere ne demeli? 

Binici, sürücü, şoförler, trafik kazaları, maddi hasarlar, yaralananlar, ölenler günlük haberlerin vazgeçilmezi oldu kaç zamandır... 

Öfkeli, çatışmacı, adeta kavga etmek için bahane arayan insanlar. İnsan kendine yabancılaşmış. Uzlaşma, iş bölümü, işbirliği unutulmuş. 

“Ben gelmedim dava için/ Benim işim sevi için.” diyen Yunus’a da öfkeliler belki; “Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil/ Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil.” dediği, gönül yolu ile tozlu yolların başkalığına işaret ettiği, birilerini inceden inceye eleştirdiği için... 

Çocukların elinde bile sigara, içki kadehleri, boy boy şişeler. 

Kadın, erkek, çoluk çocuk, cemi cümlemiz alkol merdivenlerini tırmanıyor gün yirmi dört saat, her hafta, her mevsim. 

Dizilere, sinema filmlerine bakın. Bira, viski, kanyak, rakı, şarap içiliyor. Buluşmalarda, görüşmelerde, ayrılıklarda. İlla alkollü içkiler. Mutluyken, mutsuzken, öyle durup dururken içiliyor. İçmek normal, içmemek anormal, eksiklik gibi sunuluyor. Çay, kahve, ayran, süt, meyve suları yok... 

İntiharlar, sudan nedenlerle canına kıymalar. Bir adım ötede cinayetler, sevgiyi, sevgiliyi bile bahane ederek adam öldürmeler... 

Mal sahibi olma, mülkiyet duygusu ve harcama tutkusu. Bir de bu var. Çılgınlar gibi alışveriş ediyoruz. Parası olan da olmayan da aynı şeyleri yiyor, içiyor, giyiyor, kullanıyor. Bu yüzden kredi kartlarıyla ilgili problemler dağ gibi büyüdü, günlerce gündemde kaldı. 

Konuyla ilgili yasal düzenlemeler yapıldı. Sanırsın olayın tek suçlusu kredi kartları ve onları veren bankalar. Peki bu kartları sınırsız ve sorumsuzca, neredeyse gördüğü her şeyi satın almak için kullananların hiç mi kusuru yok?... 

Şiir, öykü, roman, deneme, inceleme, söyleşi, anı, gezi yazıları, biyografiler, eleştiri, yergi, mektup, makale, fıkra... 

Hemen her an değişik türde yazılar yazılıyor insanın olduğu her yerde. Kimileri yazmakla yaşamayı paralel, hep bir arada düşünüyor. 

Haksız sayılmazlar hani, yazmanın yaşama tutulan ayna olduğunu düşünürsek. 

Eli kalem tutandan beri yazmakta insanoğlu. 

Yusuf Hâs Hâcib, bizde ilk felsefi eser sayılan Kutadgu Bilig/ Kutluluk Bilgisi’nde mutluluk yoluna işaret ederken, “Kemik için ilik ne ise insan için bilgi odur.” diyen Edip Ahmet de Atabetü’l-Hakayık (Hakikatlerin Eşiği) adlı kitabında, bilginin yararı, bilgisizliğin zararı, dilin korunması, cimriliğin yerilmesi, kibirlilik, açgözlülük, alçak gönüllülük gibi konulara değinir. 

Ahmet Paşa, Sinan Paşa, Fuzuli, Bâki, Nedim, Şeyh Galip tanınmıyor. Şinasi, Namık Kemal, Abdülhak Hamid bilinmiyor. Ahmet Vefik Paşa, Şemseddin Sami, Mehmet Rauf kim ola? Bırakın dünya edebiyatını, Faruk Nafiz, Ahmet Hamdi, Ahmet Haşim, Cahit Sıtkı, Refik Halit bile yabancı çoğumuza... 

Edebiyatın bugünü nedir, nasıldır? Kimleri tanıyoruz yazar olarak? Öksüz mü biraz edebiyat, “adı/adi okurlar” okumaz mı oldu? Elden ele dolaşan, listeler oluşturulan, ödüllere değer görülen bir avuç kitap/yazar var. başka? 

Dahası yok. Pop starlar ülkesinde, nitelikli ürünler veren birkaç iyi yazarın yanı sıra pop yazarların popüler/ moda kitaplarının satılmasından daha doğal ne olabilir?... 

Dost Özgen Seçkin peş peşe kitaplar çıkardı. Gözlerinde toy bir delikanlının eskimeyen sevinci. Kitaplarının hak ettiği ilgiyi görmediğini söylerken sesi sitem yüklü; asla kırgın, küskün değil. Daha çok ürün verecek Özgen hoca. O bir dinozor belki de; asla anakonda değil... 

Öyle şakacı olduk ki bir gülümlük, bir gülmelik esprilerden geçilmiyor ortalık. 

Yeni bir sayfa, yeni bir hayat... 

Bir anneyim belki. Belki de baba. Nasıl sancılıyım, tarifi mümkün değil. 

-Fiziki sancılar 

-Ülkenin/ dünyanın durumu 

Benim çektiklerimi çekmez diye düşünüyorum çocuklar. 

Bunca bakan, bürokrat işbaşında. Herhalde çocuklar için, güzel yarınlar için planları, çalışmaları vardır. 

Yılanların göz kapağı yoktur, gözün ön kısmında gözü tamamen örten saydam bir tabaka vardır, bu yüzden gözü sürekli açık görünür. 

Dil uzunca yapılı ve ucu çatallıdır, yılan ağzı kapalıyken bile dilini, dudakların ön kısmındaki bir yarıktan dışarıya çıkartılabilir. 

Vücut silindir şeklinde uzunca biçimlidir, bacaklar bulunmaz ancak bazı ilkel yılanlarda anüs yarığının her iki tarafında mahmuz biçiminde arka ayak kalıntıları bulunmaktadır. 

Kulaklar körleşmiştir, dış kulak, kulak zarı ve orta kulak bulunmaz ancak, iç kulak vardır, dolayısıyla yılanlar duyamazlar ancak yerdeki titreşimleri hissedebilirler. 

Görme duyguları güçlüdür, özellikle hareketli cisimleri çabuk algılarlar. 

Genellikle yumurtlamak suretiyle üreyen yılanların bazıları türüne göre 8-50 arası yumurta bırakabilirler. 

Genel olarak yılanların boyu, 10 cm ile 10 m arasında değişir. Daha uzun boyda olanlarının da mevcut olduğu iddia edilse de bu bilimsel olarak doğru değildir. 

Dünyadaki en uzun boylu yılanlara örnek olarak anakondayı verebiliriz, yaklaşık10 metredir. 

Günümüzde yaşayan en büyük sürüngenler anakondalardır. Ne var ki onlar için karınlarını doyurmak temel, ertelenemez bir ihtiyaçtır. 

Bu yüzden kendi yavrularını da rahatlıkla yerler. 

Peki biz? 

Biz de Anakonda mıyız?... 

Ey dost!... 

Mankenlerin çıplak olduğunu biliyorsun… 

Sen şimdi, “Manken çıplak!...” diye bağırabilir misin?... 

 
Toplam blog
: 54
: 877
Kayıt tarihi
: 30.06.10
 
 

Kamu yönetimi alanında yüksek lisans yaptım. İletişim, medya sektöründe çalışıyorum... Yazmayı se..