Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Şubat '11

 
Kategori
Teknoloji
 

Manyetik alanlar ve akıl verenler

Manyetik alanlar ve akıl verenler
 

Elektromanyetik alanlar konusu günlük hayatımızın tam ortasına yerleşmiş bir tehlikedir.


Sağlımız üzerinde etkisi olan birçok uygulamayı günlük hayatımızda, farkında olmadan ya da umursamadan yaparız. Yediklerimizden tutun da cebimizdeki telefona kadar bin türlü olay, bin türlü sakıncayı da içerisinde barındırıyor. Bu seferki konumuz ise doğrudan doğruya sağlık için yaptığımız bazı eylemlerin sağlıkla bağdaşmayan tarafları üzerine. Daha önceki yazılarımda simitten dönere, mutfak eşyaları ve diğer ev eşyaları ile ilgili, normalde hiç de aklımıza gelmeyecek konulara odaklanıp büyütecimizi tutmuştuk. Ama sağlık için yaptıklarımızın sağlımızı ne derece tehlikeye soktuğunu hiç düşündünüz mü? Yok, yok! İlaçları, yan etkilerinin ve fayda-zarar analizlerinin ne derece vahşi bir mantıkla yürütüldüğü konusunu ele almayacağım. Bu artık klasik ve kronik bir tartışma haline geldi. 

Teknolojinin hastalıkları tespit etme konusunda doktorlara sağladığı imkanlar günümüzde müdahale zamanı ve teşhis için kaybedilen zamandan kaynaklanan sağlık kayıplarını önemli ölçüde azalttı. Özellikle, donanımları yeterli olan bir hastaneye gittiğinizde şikayetiniz ile ilgili en doğru teşhisin konulabilmesi için kendinizi teknolojinin kucağında buluyorsunuz. Türkiye bu konuda bir ileri, bir ileri ki sorma gitsin! Teknolojinin ‘T’ sini üretemeyen ülkemiz tam anlamı ile bir ‘Tüketim Toplumu’ olmanın en üst seviyedeki başarısına imza, hatta parmak basmış! (Teknoloji cahili olduğu için halâ teknolojiye imza atamaması doğal bir durum.) 

2000 yılında, İstanbul’da yapılan bir tıp kongresinde konuşmasının içeriği beğenilmediği için kürsüden indirilen, konuşturulmayan radyoloji doktoru bir arkadaşım; “İstanbul’da bütün Avrupa’da bulunan MR (Manyetik Rezonans) cihazlarından fazlası var.” Demişti. O tarihte bu demeç, tüm gazetelere haber olmuş ve kongrede müdahale ederek onu kürsüden indiren -pazarlamacı kafalı- organizatörlerin bile tahmin edemediği seviyede bir kamuoyu algısı oluşturmayı başarmıştı. Aradan geçen sürede dünya birincisi olduğumuzu tahmin etmek hiç de zor değil. Sadece bizim mahallede iki tane var. Ben, bu cihazların şehir içlerinde ev ve işyerleri ile dolu binalarda yada hastanelerde dahi gecekondu gibi yapılmış korumasız mekanlarda kurulmasına değinmeyeceğim... 

Her şey hakkıyla ve kuralı ile yapılıyor olsa bile; sağlık sorunları sebebi ile hastanelere giden vatandaşlara uygulanan MR görüntüleme işlemini sayısındaki çılgınca artışa da değinmeyeceğim... 

Hastalığı sebebi ile MR ve benzeri nükleer tıp tekniklerinin tatbik edilen bir hasta (Buna; hastaya işlem sırasında refakat eden: Operatör, hemşire ve hastabakıcıları da dahil edebilirsiniz) maruz kaldığı ışıma sonucunda uzun vadede bir zarar görüp görmeyeceğine de değinmeyeceğim... 

Madem, tartışma konusudur, yani zararları yoktur yada çok azdır diyen birileri de var! Öyleyse bu tetkiklerin kullanılmasından kaçınılan bebekler, çocuklar ve hamileler nasıl açıklanabilir? Bırakın tetkiklerin uygulanmasını -tartışmasız bir şekilde- “cihazlara yaklaşmaları dahi sakıncalı” demek aslında tam bir akıl sızıntısıydı! Kıt zekaların, arka planında neleri ağızlarından kaçırdığını bilmeyen, anlamayan beyinleri sayesinde içinde olduğumuz dehşet verici güvenlik sorununu fark edebiliyoruz. Burada söz konusu ‘sakınca’ nasıl bir sakıncadır ki halâ tartışılan esas ‘sakıncanın’ tarafları anlaşamazlar? 

GELELİM CEP TELEFONLARINA:
Nükleer tıp amacıyla kullanılan iki tür radyasyon mevcut: Bunlardan biri: İzotoplar marifeti ile olanı; ikincisi ise: Bobinler ve elektrik kullanılarak elde edileni. Cep telefonlarının radyoaktif etkisi ikinci türden. Yani kablosuz haberleşme için kullanılan radyo dalgaları ile oluşan enerji yayılımından söz ediyoruz. Bu enerji, açık bir telefondan, belirli aralıklarla; konuşma halindeki bir telefondan ise iletişim süresince kesintisiz yayılıyor. Yanına getirilen çiğ bir yumurtanın akında 5 dakika geçtikten sonra pişme işaretleri oluştuğu deneysel olarak ispatlanmış. Aynı yumurtanın yerine kulağınızı koyduğunuzda 5 dakika görüşmek için aynı etkilere maruz kalıyorsunuz. Cep telefonlarının 5-6 santim uzağını kapsayan süper etki bölgesi mevcut. İşte kulağınızı dayadığınızda bu 5-6 santimlik alana beyniniz de giriyor. Özellikle gençlik çağlarında 30-40 dakikalık görüşmeleri sıkça yapan birisi: Eğer yaşar da 40’lı-50’li gibi yaşlarını da görebilirse, çok yüksek oranda kanser riski taşıyor olacak! 

BAZ İSTASYONLAR İLE İLGİLİ TOPLUMDA BİR DUYARLILIK OLUŞTU:
Bizim mahallede olmasın diyenleri görmek sevindirici. Ama bu insanların kendi çocuklarının ceplerine telefon vermesi de yaşanan ironinin bir göstergesi. Başka bir yoruma göre de: “Aslında ortada bir ironi yok! Bu baz istasyon kavgasına tutuşanlar; sadece kendilerine sosyal çevre arıyor. Yoksa bir sağlıklı yaşam savaşçısının çevresindeki pislikleri temizlemek için zamanını ve parasını harcarken kendi çocuğunu aynı pisliğe maruz bırakması ne şekilde açıklanabilir ki?” Ben bu yoruma katılmak istemiyorum. Ama ortalarda dolaşıp BAZ İSTASYONLARINA ÖLÜM diyenlerin; biraz daha bilinçli bir hareketin içinde olmasında ve teknik danışmanlık almalarında fayda var! 

Bu arada sevgili BAZ İSTASYON DÜŞMANLARINA bir şeyi hatırlatayım: Ev ve iş yerlerinizde bulunan laptop ve ADSL modemlerinin wireless özellikleri de -cep telefonlarınız gibi- birer BAZ İSTASYONDUR! 

Laptopunuzun kablosuz ağlar mönüsüne girin. Maruz kaldığınız baz istasyonların listesini göreceksiniz. Eee, o listeyi sıfırlamak da en az karşı apartmanın çatısındaki baz istasyonu kaldırtmak kadar -hatta zarları bakımından ele alırsak çok daha- önemli! 

Hep sevgi ile kalın. 

Murat SEVGİ
msevgi@mental.com.tr 

Murat SEVGİ / Milliyet Blog Galeri:
http://www.facebook.com/album.php?aid=134790&id=679942416&l=33305e6cda 

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..