Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '10

 
Kategori
Kitap
 

Manzaradan Parçalar / Orhan Pamuk

Manzaradan Parçalar / Orhan Pamuk
 

Manzaradan Parçalar / Orhan Pamuk


Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk'un bugüne kadar 3 kitabını okudum.

"Benim Adım Kırmızı" ve "Masumiyet Müzesi".

Henüz bitirdiğim son kitabı ise "Manzaradan Parçalar"

Çocukluğundan başlayarak gözlerinin, aklının ve duygularının kendisine sunduğu manzaralardan ne görüp hissettiyse hepsini yazmış bu kitabında Pamuk.

Enteresan bulduğumu söylemeliyim. Anlattığı her şeyin bir o kadar tanıdık geldiğini de...

Duyguları, düşünceleri, yaşadıkları, hayata bakış açısı, aşk hakkında düşündükleri.. v.s. Bütün bunları ben okuduğum diğer iki kitaptan, özellikle "Masumiyet Müzesi" kitabındaki karakterlerin, düşüncelerinden, hayata bakış açılarından, hayat felsefelerinden biliyordum.

Orhan Pamuk'ta her yazar gibi kitaplarındaki karakterlere bolca kendinden bir şeyler katmış. Hayatın içinde gözlemlediği karakterler bolca yer almış romanlarında.

Manzaradan Parçalar'da nelerden bahsetmemiş ki Pamuk ?

Hayat, İstanbul, Kitaplar ve Edebiyat, Kendi Kitapları, Sanat, Siyaset ve Vatandaşlık Dertleri, Roman Sanatı Hakkında.. Bütün bu üst başlıkların altında ise kısa kısa onlarca başlık var.

Pamuk, "İstanbul'da Deprem Endişesi" adlı yazısında, beklenen büyük İstanbul depremi ile ilgili korkularını, kaygılarını dile getirmiş.

"Çalışma masamın hemen karşısındaki yüksek minarenin bir gün üzerime düşebileceği eskiden aklıma gelmezdi hiç. Kanuni Sultan Süleyman'ın genç yaşta ölen oğlu Şehzade Cihangir'in anısına yaptırdığı cami ve iki yüksek minaresi, orada, Boğaz'a bakan bu dik yamacın tepesinde bir süreklilik anıtı gibi 1559'dan beri duruyordu. Konuyu bana ilk deprem endişelerini paylaşmak için gelen üst kat komşum açtı. Yarı telaş ve yarı mizah duygusuyla hemen balkona çıktık ve gözlerimizle mesafeyi ölçtük. İkimiz de son dört ay içinde İstanbul yakınlarında otuz bin kişiyi öldüren iki büyük depremin ve artçı sarsıntılarının etkisi altındaydık. Dahası, bunu inşaat mühendisi olan komşumun gözlerinden okuyordum. İkimiz de bilim adamlarının tahminlerine inanıyor ve yakın bir tarihte ve İstanbul'a çok yakın bir yerde, Marmara Denizi'nde bir yerde gerçekleşecek büyük bir depremin şehri çökerteceğine ve yüz binlerce kişiyi bir seferde öldüreceğine inanıyorduk..."

Nobel ödüllü ünlü yazarımız Pamuk depremden nasıl endişelendiğini böyle anlatmış, yazının giriş bölümünde.

<> <> <> <> <>

Kendi kitaplarından bahsettiği bölümde, "Benim Adım Kırmızı" kitabını bitirdikten hemen sonra duygularını yazmış, bakın neler anlatmış.

"Benim Adım Kırmızı'yı, tekrar tekrar okuyup, binlerce virgülle son defa düzeltip teslim ettikten sonra ne düşünüyorum? Memnunum, yorgunum, içim rahat... Kitap bittiği için, Lise imtihanlarını verdikten ya da askerliği bitirdikten sonra hissettiğim bir memnuniyet ve rahatlık duygusu... Beyoğlu'na çıktım, Vakko'dan kendime iki pahalı gömlek aldım, tavuk döner yedim, vitrinlere baktım. İki gün de evde biraz ortalığı toplayarak uyukladım... Kitaptan, yaptığım şeyden, ona o kadar yıl vermiş olmaktan, özellikle bir çeşit dini-mistik kendinden geçmeyle son altı aydır kitap üzerinde delice çalışmamdan memnunum çok.. Yıllar süren başarısız girişleri, çıkmaz yolları, iyi sonuç vermeyen parçaları son iki ayda gaddarca "kesip attım" Kitabımın sıkı, düzenli, iyi akan bir şey olduğundan eminim...."

"Ruhumda benden ne var bu kitapta ? Sanırım hayatımdan çok şey var, ama ruhumdan daha az. Çocukluğumun pek çok ayrıntısını, annem, Şevket, ben, didişmelerimizi, ağabeyimle bitip tükenmez didişmelerimi kitaba sevimli bir şekilde koydum mesela.. Ama yediğim dayakların şiddetini, özlemlerimin ve öfkemin derinliğini sakındım bu kitaptan : Çünkü Benim Adım Kırmızı güzelliğini iyimserliğini, hoşgörüye, Tolstoy'cu bir dengeye, Flaubert'ci bir hassasiyete borçlu olacaktı : Baştan böyle hissediyordu. Ama gene de kitapta hayatın acımasızlığı, düzensizliği hakkındaki görüşlerim yer aldı."

"Bir klasik olsun, bütün millet okusun, herkes kitapta kendini bulsun, tarihin acımasızlığı, kayıp eski dünyanın güzelliği de kuvvetle hissedilsin istedim...."

<> <> <> <> <>

"Davam" adlı bölümde Pamuk, Türklüğü alenen aşağılamak suçundan yargılandığı davadan bahsetmiş. Gelin birlikte göz atalım neler hissetmiş ve bizlerle neler paylaşmış konuyla ilgili.

"Bu cuma günü İstanbul'da bütün hayatımı geçirdiğim Şişli'de anneannemin kırk yıl tek başına yaşadığı üç katlı evin karşısındaki adliye binasında, hâkim karşısına çıkıyorum. Suçum Türklüğü alenen aşağılamak. Savcı üç yıl hapsimi istiyor. Aynı mahkemede aynı ceza kanununun 301. Maddesiyle açılmış bir başka dava, İstanbullu Ermeni kökenli Gazeteci Hrant Dink'in altı ay hapis cezasına çarptırılmasıyla sonuçlandığı için endişeli olmalıyım, ama değilim. Çünkü avukatım gibi ben de bu davanın açılmasının yanlış olduğuna, hukuki olarak haklı olduğuma ve pek çok arkadaşımın dediği gibi, en sonunda beni hapiste atmayacaklarına inanıyorum.."

"Bu durum davamı büyütmeyi utanç verici bir şey haline getiriyor. Üstelik biraz akıl almak, istediğim arkadaşlarımın çoğunun hayatlarının bir döneminde, yazdıkları bir yazı, bir kitap yüzünden yıllarını benimkinden çok daha ağır soruşturmalarla, mahkemelerle ve hapis cezalarıyla geçirdiklerini biliyorum. Türk kültürünün bu durumlarda bize ahlakını verdiği utanç ve sessizliği zaman zaman ben de benimsiyorum, ama bu içgüdülerin de sorunun önemli bir parçası olduğunu hissediyorum. Paşalarını, polislerini ve evliyalarını her fırsatta şereflendiren, ama yazarlarını ancak mahkemelerde ve hapishanelerde yıllarca süründürdükten sonra ve cenaze namazlarını kılmadan az önce şereflendiren bir ülkede yaşadığım için bu davanın açılmasına çok şaşırdığımı söyleyemem. Devlet hapsimi istediğine göre, en sonunda gerçek bir Türk yazarı olmayı başardığımı gülümseyerek söyleyenleri anlıyorum.. Ama başımı derde sokan sözleri bu türden bir şeref için de etmedim tabii."

"Geçin Şubat bir İsviçre Gazetesinde yayınlanan röportajımda, Türkiye'de bir milyon Ermeni'nin ve otuz bin Kürt'ün öldürüldüğünü söyledim. Bu konuların tabular yüzünden ülkemde konuşulmadığından yakındım. Kastettiğim Osmanlı İmparatorluğu Ermenileri'nin 1915 yılında başlarına gelen şeylerdi... Osmanlı Ermenilerinin büyük bir kısmının, I. Dünya Savaşında Osmanlı Devletine sadık olmadıkları bahanesiyle göç ettirilerek, yollarda yok edildiği konusunda dünyanın ciddi tarihçileri hem fikir. Türk Devleti'nin çoğu diplomat olan sözcüleri ise, ölüm rakamlarının daha düşük olduğunu, bunun sistematik bir soykırım sayılmaması gerektiğini, ayrıca Müslümanların da savaş sırasında Ermeniler tarafından öldürüldüğünü savunuyorlar. Türk Devleti'nin resmi görüşünün dışındaki görüşlere açık ilk bilimsel toplantısı ise, devletin iki kere engelleme çabasına karşın, ancak bu yıl Eylül ayında, İstanbul’daki üç itibarlı üniversitenin çabalarıyla gerçekleşti. Ama kısa zaman önceye kadar, bu konularda ağzını açan herkes hapse atılır ya da mahkemelik olurdu....."

<> <> <> <> <>

Orhan Pamuk kitaplarını okuduklarında, anlayamadıklarını söyleyenlerin dahi kolayca anlayabileceği yalın bir kitap.

Oldukça ilgi çekici, tavsiye ederim.

 
Toplam blog
: 563
: 8587
Kayıt tarihi
: 30.03.10
 
 

Kişisel gelişim uzmanıyım. Yaşam Koçu, İlişki Koçu, NLP Uzmanı ve Eğitmeni, Kuantum Yaşam Koç..