Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Mapus günlükleri

Mapus günlükleri
 

http://www.bobiler.org/upload/photographs/hapis.gif


Okulumuza genç, dinamik, saçını erken dökmüş, değişik metodlar deneyen bir Türkçe öğretmeni gelmişti. “Ölü ozanlar derneğini” mi okumuştu da gaza gelmişti bilinmez. Sınıfa girdiği zaman “bu dağınıklıkta ders yapılmaz” deyip camları açtırır, sıraları düzelttirir ondan sonra da ellerimizi yumruk yapıp serbest bırakarak kan dolaşımını arttırıcı hafif sabah sporu yaptırırdı. Bütün bunların anlamı neydi bilemiyorduk. 13 yaşında falandık. Türkçe öğretmeni gelmeden önce sıraları çarpık çarpık yapıp pencereleri de kapatıp sonra içersini de tozutup öyle oturuyorduk. Beş dakika fazla kaynatabileceğimizi sanıyorduk, bizler gerçek gerizekalılardık.

Türkçe öğretmenimiz Veli Demir’in ilk icraatı sınıf dergisi gibi çalışan bir ekip kurmak oldu. Ben bu ekibe girmek istedim ama sabah sporu sırasında arkadaşımın arkasından yaklaşıp çamurdan çıkan rambo gibi onu gırtlağındak yakalayıp yere düşürdüğüm için beni ekibe almadı. Ekibe alınmamış olabilirdim ama on hafta boyunca ardı ardına verdiğim kompozisyonların da panoya asılmamış olması şevkimi iyice kırdı ve yazmayı bıraktım. Eğer o zaman Veli Demir beni biraz itekleseydi belki bu mektubu buradan yazmıyor olurdum.

Türkçe öğretmenimizin ikinci icratı ise bir satranç turnuvası düzenlemek oldu. Ben turnuvaya da sevinçle katıldım, çünkü bir önceki tatilde satranç öğrenmiştim ve mahalledeki arkadaşlara da öğretmiş ve hepsini yaz boyunca yenip durmuştum. Geriç bu galibiyetlerde onların kuralları bilmemesinin, işime gelirse fillerimi kale, kalelerimi fil, piyonları at, atları vezir gibi kullanmamın etkisi olmuştu. Şimdi durup düşününce, o günlerdeki başarımın sırrının hile olduğunu kendime hiç itiraf etmediğimi hatırlıyorum. Gerçekten de zeki olduğumu düşünüyordum...

Turnuvaya ilk kayıt olan ben oldum. Veli Demir’in gözlerini devirip “emin misin” diye sorduğunu hatırlıyorum. Benimle uğraşmak istemiyordu, satranç bildiğimi bile düşünmüyordu. Ama ben ona cevabımı turnuvada verecektim. Öyle de oldu. İlk rakibim Ufuk’tu. Ufuk satranç oynamayı turnuva başlamadan üç gün önce benden öğrenmişti. Onu aptal matı ile üç hamlede yendiğimde, Veli Demir’e manidar bakışlar attım. Bir hafta önce devirdiği gözlerini benden kaçırdı. Ufuk çok öfkeliydi, burnundan soluyordu, ona neden bu taktiği öğretmediğimi sorup duruyordu. Salak işte.

İkinci maçı kankam serkan ile yapacaktım. Onu yeneceğimden emindim, o yüzden başta biraz dalga geçtim. Fakat Serkan ben dalga geçerken benim piyonlarımı teker teker topladı. Hatta “al bir tane de benden sana olsun” diyerek bir piyonumu bilhassa kaybettiğimi hatırlıyorum. O maç benim için büyük bir tecrübe oldu. Piyonlarımı kaybedince savunma yapamadığımı anladım. Hiç bir boka yaramadıklarını düşünürdüm, meğer onlar sınır karakollarındaki kahraman vatanserverler, Kadıköy iskelesine giren vapurları lodostan koruyan dalga kıranlar gibilermiş. İkinci maçımı bu şekilde kaybettim.

Üçüncü maçta rakibim Tuğçeydi. 35 kiloluk kırmızı gözlüklü kıvırcık saçlı bu minyon kızla sanki güreşecekmişim gibi rahat bir şekilde yeneceğimden emindim. Maç boyunca onunla dalga geçtim. Düşünme molalarında dikkatini dağıttım. “Ooo sen bu kadar düşünceksen ben diğer maça da başlayayım” aynı anda dedim. Bu sefer piyonlarımı tuttum ama bir kale bir fil bir de at verdim Tuğçe’ye. Avans olarak. Bu bonkörlüğümün sonucunda Tuğçe hamlelerini sıklaştırdı. Savunma yapmakta zorlanıyordum. İşin ciddiyetini fark ettikten üç hamle sonra Tuğçe beni mat etti. İncecik kollarını havaya kaldırıp “heeeeeyy” diye sevinmesini unutamıyorum. Başımı çevrdim ve Veli Demir ile gözgöze geldim. Manidar bakışlar attı ama bir şey demedi...

Turnuvaya devam edebilmem için Volkan’ı yenmem gerekiyordu. Volkan ki sınıfın medarı iftiharı, her maçını üç beş dakika da kazanmış, altı yıl sonra ülkemizin en güzide üniversitesine gidecek bir arkadaşımdı.

Ben Volkan’ı sevmiyordum. Hiç sevmiyordum hem de. Biz okuldan önce de arkadaştık. Aynı sitede oturuyorduk. Küçüklüğümüzden beri beni ve arkadaşlarımı pek ciddiye almaz, hep ne kadar zeki olduğunu hissettirir, hiç bir kavgada, olayda, bakkal soygununda yer almaz, kim “küçüüük” diye çağırsa düdüğünü duymuş köpek gibi koşar ve o kişi için bakkaldan ekmek falan alırdı. İşin kötü tarafı hep örnek gösterilir, her anne çocuğunun bir Volkan olmasını, onun kadar akıllı, başarılı ve efendi olmasını isterdi. “Bak Volkan’a...” diye başlayan cümlelerin ardı arkası kesilmediği gibi, dersler kötü gittiğinde de rica minnet evimize çağrılır ve beni çalıştırırdı. Ta ki ailelerimiz arasında geçen o kötü hadiseye kadar. Şimdi bu hadiseden bahsetmek istemiyorum. Ama sonunda Volkan’ın ayağı bizim evden kesildiği için mutluydum.

İşte bu Volkan’dı rakibim. Masanın diğer tarafında oturmuş, içinden güldüğü belli, dışından hiç bir şey çaktırmayan kibirli, sinsi, galibiyetten emin bakışlarla beni izliyordu. Onu yenecektim. İçimden yemin ettim. Hiç risk almayacak ve hiç bir piyonu boş yere harcamayacaktım. Galibiyetten emindim.

Volkan beni aptal matı ile yendiğinde sandalyeye oturduğum daha bir dakikayı bulmamıştı. Kendimi çok kötü hisettim. Satranç tahtasını alıp kafasında hırsla kırmak istedim. Hem onu hem de artık düpedüz benle dalga geçen Veli Demir’e ölesiye girişmek istedim. Ufuk’u da daha iyi anlamıştım. Yaşadığım utanç ve üzüntü ile çöktüm. Bütün öfkem içimde patladı. Bir daha asla satranç oynamayacağıma yemin ettim.

Fakat hiç beklenmedik bir şey oldu. Tuğçe verem olmuştu ve uzunca bir süre okula gelemeyecekti. İşte bu çok sevindirici bir haberdi. Ufuk veya benden birimizin turnuvaya devam şansı doğdu. Tekrar maç yapmamız gerekiyordu. Onu bir kere daha yeneceğime emindim. Aptal matı ile açılış yaptım.

Ufuk karşımda oturmuş, Veli Demir’e çaktırmadan “nah” çeken elini bana sallıyordu. “Bir daha “nah” yerim bu taktiği götoş” dedi bana. İkinci bir planım olmadığı için çaresiz kaldım. Ve saatler süren bir mücadele başladı. Ufuk çok sıkı savunma yapıyor ben ise bir türlü karşılık veremiyordum. İkimizde çok aptal, bilgisiz ve çaresizdik. Maçımızı izlemek azap vericiydi. Kollar ve bacakları olmayan iki kişinin sürüne sürüne, topu kafaları ile ittirip futbol oynaması gibi bir şeydi. Maçta hiç bir şey olmuyor, oyun hiç bir yöne gitmiyordu. Bir buçuk saat sonra sıkılan Veli Demir maç galibini kurayla belirleyeceğini söyledi. Benim siyah piyonumu alıp arkasında sakladı ve hangi elimde diye sordu. Ufuk’la aynı anda “sol” diye bağırdık. Aramızdaki ilk maçı ben kazandığım için olacak, Veli Demir seçme hakkını bana verdi.

Bilmiştim, gerçekten de soldaydı. Tur atlamıştım. Bu sefer de ben Ufuk’a dönüp oyunun başında yaptığı hareketi iade ettim ve sağ yumruğumun üstüne sol şaplağımı yapıştırıp “yine koydum sana” diyerek sevindim. Çok mutluydum. Koşa koşa eve gittim ve babama satranç turnuvasında ilk sekize kaldığımı söyledim. Bana pek güvenmeyen babamın ilk söylediği şey “kaç kişi arasından” oldu. “Bütün okul baba, bütün okul içinde ilk sekiz” diye çoşkuyla yalan söyledim. Ben de inanmak isityordum buna ve hatta inanmıştım. Bütün bir ömür boyunca sanki böyle bir haber bekleyen babam benden de çok sevindi. O gün yemeyi dışarıda yedik. Balığın üstüne gelen sıcak tahinli helvayı yerken babam, bir dahaki maçı kazanırsam bana ell bin lira vereceğini söyledi.

Bir dahaki maçtaki rakibim Mahmut içine kapanık, efendi bir çocuktu. Bizim bir üst sınıftandı ve beni kesinlike yenecekti. Bu turnuva bana gerçekten de bir şey öğretmişti, onu yenecek kadar akıllı ve iyi oynayan birisi olmadığımı fark etmiştim. Bu zaafı çakozlamam beni biraz daha güçlü bir oyuncu yaptı. Hem para için, hem de babamı daha da mutlu edip evdeki itibarımı arttırmak için oyunu kazanmanın bir yolunu bulmalıydım.

Buldum da nitekim. Mahmut bizim sınıftan bir kıza aşıktı ve kız da benim arkadaşımdı. Eğer bana yenilirse ona kızı ayarlayacağımın garantisini verdim. Hatta maçtan önceki gün kızla gidip Mahmut’u masasına oturup kola falan içtik. Kızın tabi hiç bir şeyden haberi yok, yüzü kızaran, sürekli önüne bakan Mahmut ise kızın kendisi için geldiğini düşünüyordu. Bir daha Mahmut ile asla konuşmayacak olan ben, okul çıkışı yapılan maçı yirmi dakikada kazanıp, Veli Demir’e de dönüp pis pis sırıttıktan sonra koşarak eve gitim ve ellibin lirayı cebe attım. Babam finale çıkarsam bana yüz bin lira daha vereceğini söyledi. Ben de ellisi peşin, yüzü maçtan sonra olmak üzere yarı finaldeki rakibim kankam Serkan’ı şike ile bağlayıp finale çıktım. Finaldeki rakibim Volkan’dı...

Aslında yeterince zeki olmadığımı fark ettikten sonra geliştirdiğim masa başı taktiklerle iki tur geçmiştim. Belki de yeni üreteceğim taktikle Volkan’ı da yenebilirdim. Fakat işin zor kısmı ne karı kız ne para ne de herhangi bir şey, Volkan’ı kandırabilecek bir şey gelmiyordu aklıma.

İşi olabilecek en gerçekçi şekilde bitirmeye karar verdim. Kadıköy’e indim Nezih Kitapevinden “satrancın sırları” isimli bir kitap aldım. Volkan’ı yenmek için ondan daha çok taktik bilmem gerekiyorduysa bunu da yapacaktım. Önümde daha dört gün vardı ve ben hemen eve dönüp kitabı okumaya başladım. Volkan’ı parçalayacaktım.

Dört safa okuduktan sonra çok sıkılıp kitabı bir kenara fırlattım. Başka bir yolu olmalıydı, daha kolay bir yolu. Daha önceki turları geçmemi sağlayacak kolay yolu bulmalıydım. Efkar dağıtmak için balkona çıktım ve masanın altında duran Haydar’ı görünce zihnim açıldı.

Haydar iri bir meşe sopasıydı ve babam o sopa ile site yöneticisi Kani Amca’yı çok fena dövmüştü. Bu dayak sonucu çöp kutuları artık bizim balkonun önünde durmuyorlardı. Belki ben de bu yönteme başvurabilirim diyerek haydarı alıp Volkan’ın evine gittim. Annesi ptt’de çalıştığı için daha eve gelmediğini biliyordum. Volkan kapıyı açınca beni gördüğüne şaşırdı. Tekmeyi basıp içeri girdim ve sopayı ona vuracakmış gibi kaldırdım. Volkan korkudan yere yatınca doğru bir iş yaptığımı anladım. “Maçta beni yenersen bütün kemiklerini kırarım” diye bağırdım Volkan’a. Beti benzi aran Volkan bir şey söyleyemedi. Eğer bu olaydan kimseye bahsederse babamın babasını bir kere daha döveceğini söyledim. Volkan site yöntecisi Kani Amca’nın oğluydu...

Volkan ile olan satranç maçımız başladığında Volkan’ın bir önceki maçtaki alaycı bakışlarını yerini korku dolu, kinci ve soğuk gözlerin aldığını görünce beni yenemeyeceğini anladım. İşi çabuk bitirmek için aptal matı ile başladım ama Volkan buna müsaede etmedi. Belli ki bana bu şekilde yenilmeyi kendisine yediremeyecekti .

Oyunun ilerleyen dakikalarında Volkan’ın ban a yenilmeyi hiç bir şekilde yediremediğini anladım. Beni yenecek hamleleri yapmıyor ama savunması ile de şahını koruyordu. Oyun çok üzün sürdü. Veli Demir beni yenmeyen Volkan’a söylenmeye başladı. Hiç bir çare üretemediğim gibi tüm enerjimi harcamış ve bitkin düşmüştüm. İki saatin sonunda gerçekten bir beyin .mcıklamsı geçirip kalemi fil gibi çarpraz kullanıp onu mat ettim. Belki dikkatlerden kaçar diye de ummuştum. Kısa bir sessizlik oldu. Veli Demir önce “kural dışı hareket” diyerek bu hamleyi iptal etti. Sonra durdukça sinirlendi ve bu hamleye bile itiraz etmeyen Volkan’ın bir çeşit büyü ile bağlandığını anladı ve “maç adil değil, ikinizi de diskalifiye ediyorum” dedi. Doğrusu Volkan bu işe sevinmişti. Maçı kazanamamak, birinci olamamak da değildi onu derdi... Onun derdi benim gibi birisine yenilicek olmaktı, neyseki bundan sıyrılmayı başarmıştı.

Bir yıl sonra Volkan’ın burnunu kırıp o okuldan kovulduğumda ilk “resmi” cezamı da almış olacaktım.

Kerem Oğuz,
Balıkesir F tipi Cezaevi,
Organize Suçlar Mahkumu
Haziran 2008


 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..