Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ocak '08

 
Kategori
Deneme
 

Marcel Proust ve Mahpus

Marcel Proust ve Mahpus
 

Kitapları ikiye ayırıyorum bu kitabı okuduktan sonra: Kolay okunan kitaplar ve okunması sabır isteyen kitaplar. Bu eseri okuyana kadar daha önce okurken bu kadar zorlandığımı; kelimeler cümleler üzerinde bu kadar düşünmek zorunda kaldığımı hatırlamıyorum. Okumak benim gözümde keyif işidir, keyif almadan okunan kitaplardan da pek bir şey anlanabileceğini zannetmiyorum. Bu kitabı alıp okumaya başladığım da ilk iki-üç sayfasını okuyup hiçbir şey anlamadığımı fark ettiğimde tekrar baştan başlıyordum kitaba, sonra fark ettim ki bu kitap öyle herhangi bir zamanda okunacak bir kitap değil. Kafanı boşaltıp cümleleri teker teker okuyup anlaman gerekiyor. Boş zamanlarınızda alınıp da okunacak bir kitap değil, bu kitabı okumak işiniz olmalı, onun için zaman ayırmalısınız. Gerçekten ağır bir dille yazılmış Proust’ un romanı “Mahpus”.

Kitap incelemesine başlamadan önce Marcel Proust hakkında biraz araştırma yaptım. Proust zengin bir tıp profesörünün oğlu olarak Auteuil’ de doğmuş. Çocukluk ve gençlik yıllarını Paris’ de geçirmiş. On yaşında yakalandığı astım hastalığı hayatı boyunca ğgğnda sayfalarca yazı yazabilmesidir. Proust bunları anlatırken betimlemelerini mükemmel bir şiirsellik içinde yapıyor, seçtiği kelimeler o kadar anlam taşıyor ki okurken bunu neden burada kullandı acaba diye sormuyorsunuz kendinize. Kitabı okurken bir de bir şeyi merak ettim: ”Acaba bu serinin filmleri çekildi mi? Çekildiyse nasıl olur da bir insan böyle kitapları senaryolaştırıp filme alır?” Biraz araştırmadan sonra gördüm ki Chantal Akerman’ ın “Mahpus” dan uyarlama bir filmi var. Onu da izlemek istedim nasıl çekilmiş, nasıl senaryolaştırılmış diye ancak birçok yerde aramama rağmen filmi bulamadım. Proust’ un romanlarından uyarlanmış bir film çok ilginç olabilir.

Proust’ un romanı bir genç kızı evinde hapseden bir adamın kafasından geçenleri ve yaşadıklarını anlatıyor. Deliler gibi arzuladığı Albertine’ i evinde alıkoyarken, nasıl ona bağlandığı ve nasıl ondan vazgeçemediğini kendi ağzından anlatıyor Proust. Romanın bir cümlesinde anlatının adının Marcel olduğu belirtiliyor. Albertine’ e olan tutkusunu, kıskançlığını, aşkını anlatırken aynı zamanda dönemin Fransa’sına da değiniyor. Fransız burjuvazisinin nasıl yaşadığını, aristokrasiyi en ince ayrıntısına kadar anlatılıyor.

Romanın ilk sayfalarından itibaren görebiliyoruz Marcel’ in Albertine’ e olan o büyük tutkusunu: “…yanımdan ayrılmadan önce, dilini, günlük ekmeğimi verircesine, onun yüzünden çektiğimiz acılar sebebiyle giderek manevi bir hoşluk kazanan her beden gibi, neredeyse kutsal nitelikte, besleyici bir gıda misali ağzıma kaydırışını şimdi düşündüğümde…” Ancak birkaç sayfa ilerlediğimizde kitapta bizi biraz şaşırtan bir söz söylüyor Marcel: “Albertine’e hiç mi hiç âşık olmadığım halde, birlikte geçirdiğimiz dakikaları zevkli zamanlar olarak nitelendirmediğim halde, onun vaktini nasıl benle geçirdiği beni kaygılandırmaya devam ediyordu…” Bu satırları ilk okuduğumda şaşırdım biraz çünkü Marcel Albertine’ e âşıktı ve benim okuyucu olarak bundan şüphem yoktu ama bu cümle kitabın seyrini biraz değiştirdi. Aslında bu cümle sonradan okuduğum bazı şeylerin kitabın daha en başlarında bir açıklamasıydı. Marcel’ in Albertine’ e duyduğu aşırı kıskançlık bu cümlede aslında çok güzel açıklanıyor ki zaten ilerleyen birkaç sayfa içinde Marcel’ in kıskançlığı gün ışığına çıkıyor.

Marcel Albertine için; komşusu Mme de Guermantes’ ın elbiseleri hakkında fikir almak üzere Albertine günlük gezilerine çıktığında, komşusuna gidiyor. Marcel her ne kadar Albertine’ i biraz da olsa sevmiyorum dese de onun için bir şeyler yapmaktan, her ne kadar onunla geçen zamanlar için olumlu konuşmasa da onunla vakit geçirmekten kendini alıkoyamıyor. İşte Marcel’ in Mme de Guermantes’ ın evine yaptığı ziyaretlerde dönemin Fransa’ sı hakkında bazı bilgileri ilk olarak burada edinebiliyoruz. İşte bu noktada “Dreyfus Olayı” nın adı geçiyor. Ben de bu olay hakkında biraz araştırma yaptım.

Fransa’ da olay dendiğinde akla ilk gelen şey “Dreyfus Olayı” imiş. Bu olayın Fransızlar ve Fransa tarihi açısından ne kadar önemli olduğunu göstermeye yeter de artar bile. Peki, nedir bu “Dreyfus Olayı”? Olayın gerçekleştiği yıl 1884. Fransa Almanya arasında büyük bir savaş olmuş ve Fransa bu savaştan ağır bir yenilgiyle ayrılmış. Aynı zamanda da içerde de derin karışıklıklar yaşanmaktaymış. Fransa devleti de bu yüzden başarısızlıkların nedeni olarak gösterilecek bir olay, bir kişi, bir kurban arıyormuş. İşte tam bu sırada imdada bir Fransız kadın ajanın bulduğu belgeler yetişmiş. Kadın ajan Eylül 1884’ de temizlikçi olarak sızdığı Alman Büyükelçiliği’ nde Fransa’ nın askerî sırlarını içeren bir belge ele geçirmiş. Bunun üzerine ordu hemen bir köstebek arayışına girmiş. Bu arayışta bir suçlu bulunamamış ve suç ordu istihbaratında görevli olan Yahudi bir subayın üstüne atılmış. Ordu içindeki milliyetçi ve antisemist gruplar durumu bir kişiye bağlı sıradan bir olay olmaktan çıkararak, ırkçı ve şoven söylemlerle olayı bütün Yahudilerin üzerine atmışlar. Bu sayede bütün suçlamalar Yahudilerin üzerine kayacak, Yahudi düşmanlığı artacak ve ordu bu olaydan kolayca sıyrılacakmış. Dreyfus’ un suçluluğunu ispat edecek kanıtlar bulunamadığından bazı subaylar Dreyfus adına sahte belgeler hazırlamışlar. Dreyfus’ u mahkûm etmeye bunlar da yetmez; suçunu kabul ettirmek için Dreyfus’ u çok ağır şartlar altında sorgulamaya almışlar ve Dreyfus çıkarıldığı askerî mahkeme tarafından vatan haini ilan edilip, mahkûm edilmiş. Olay birkaç gün sonra gazetelere yansımış, gazetelerin tavrı da hükümet ve ordudan farklı değilmiş. Halkında çok büyük bir kısmı Dreyfus’ a lanet yağdırmaktaymış. Bazı gazetecilerin araştırmaları sonucu Dreyfus’ un suçlandığı belgenin gerçek olmadığı, yazının başka bir subaya ait olduğu bulunmuş. Bunun üzerine Zola, Clemenceau gibi aydınlar Fransız Devrimi ile ortaya çıkan hakları Dreyfus adına savunmaya başlamışlar.(Bu aydınların arasında kitabımızın yazarı Marcel Proust da vardır.) Bu adaletsizlik karşısında sessiz kalamayan Zola Clemenceau’ nun gazetesinde bu olay hakkında bir yazı yazmış ve yazısı bütün Fransa’ da büyük etki yaratmış. Bütün yıldırma çalışmalarına ve suçlamalarına rağmen Zola davasından vazgeçmez. Daha sonra bir subay yazıları kendisinin yazdığını açıklamış ve hemen ardından intihar etmiş. Bunlardan sonra da Clemeceau başbakan olmuş ve Dreyfus hakkındaki davalar düşmüş. “Dreyfus Olayı” nın önemi Fransa’ da Yahudi düşmanlığının başlangıcı olmasıdır. Fransa’ daki burjuva ve aristokrat sınıf bu dava da Dreyfus’ un ve dolayısıyla tüm Yahudilerin karşısında olmuşlardır. Burjuvaların sebebi Katolik Bankası’ nın batarak burjuva sınıfındaki ailelerin bütün birimlerinin yok olmasının nedeni olarak Yahudileri görmesi, aristokrat sınıfının sebebi ise aristokrat sınıfına mensup kişilerin orduda önemli görevlerde olmasıymış. Ayrıca bu olayın bir diğer önemli etkisi ilk “Siyonist Kongre” nin toplanması ve İsrail devletinin temellerinin atılmış olmasıdır. İşte Proust romanın ilk bölümlerinde bu olaya yer vermiş ve burjuvazi ve aristokrasinin “Dreyfus Olayı” nın lafı açıldığında çok sinirlendiğini güzel bir dille anlatmıştır.

Yazar romanının sonraki bölümlerinde yine geri dönüşlerle yaşadığı olayları, olanları muhteşem betimlemelerle yapıyor. Burjuva sınıfının hayat tarzını, düşünüş tarzını anlatıyor yine yer yer. Davetler, akşam çayları, şatolar, ünvanlar, sanat hakkında sohbetler hepsi Proust’ un romanın da bize kentsoylular hakkında bilgi veriyor. Marcel kıskançlığını dizginleyemiyor ilerleyen zamanlarda, Albertine’ in başka kızlara ilgi duyduğunu düşünüyor ve bu düşünce Marcel’ i deliye çeviriyor. Bu kıskançlık yüzünden Marcel, Albertine’ e daha da fazla bağlanıyor. Devam eden zamanlarda ararlında tartışmalar, dargınlıklar oluyor; ancak sonra yeniden barışıyorlar. Aslında bir bakıma Albertine de Marcel’ e bağlı. Kitabın sonunda ise Albertine evden ayrılır fakat Marcel’ in bu olaya sadece kayıtsız görünmeye çalışmıştır.

Romanın temel konusu aşk, kıskançlık ve bağlanma olmasına karşın; roman sadece bir aşk romanı olmaktan kolayca sıyrılmış. Proust o büyük tutkuyu anlatırken çevresinde gelişen olaylara kayıtsız kalamamış ve dönemin Fransa’ sını gözler önüne sermiştir. Proust yazım tarzıyla okuyabileceğiniz en ilginç yazarlardan biridir.

 
Toplam blog
: 2
: 2518
Kayıt tarihi
: 23.09.07
 
 

Üniversite öğrencisi olup, Uluslararası İlişkiler 1. sınıfta okumaktayım. Okuduğum üniversitenin adı..