Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '07

 
Kategori
Balıkçılık
 

Marmara Ereğli'sinde Kalkan avı!

Marmara Ereğli'sinde Kalkan avı!
 

Efendim, yazılara bir süreliğine ara verip işimize gücümüze bakalım dedik, yorgun-argın eve gelip kendimizi yatağa serdik, ama ne çare klavye rüyalarıma giriyor ve parmaklarıma hâkim olamıyorum.
18.11.2007, gecenin bir vakti; foto Arif ile msn de konuşurken aniden, Marmara Ereğli’sine sabah erkenden balığa gitmeye karar verdik.

Yanılmıyorsam 01.00 gibi Arif;
“Ağabey, bütün saatleri 04,00 kuruyorum” dedi ve karşılıklı sabah görüşmek üzere diyerek msn den ayrıldık.
Bu arada gecenin bu vakti olmuş, hanım bana yardım ediyor!

- Çok vefalıdır kendisi, yeri gelmişken bir kez daha ona bu konuda göstermiş olduğu anlayış ve gayretinden dolayı teşekkür ediyorum.

Klasik üçlü takım yapmaya çalışıyoruz bu arada ortalık bir milyoncu dükkânına döndü. Oğlum Gökmen zargana toplarını havada atıp tutarak sihirbazlık yapıyor. Kızım dersen alabalık meps'lerinden küpe yapıyor! İğneler kolumdan çıkıp, ayağıma batıyor. Halı renkli olduğu için düşen iğneleri bulmakta zorlanıyoruz. Yok, olacak gibi değil, tüm malzemeleri tekrar kutusuna ve takım çantasına topluyoruz.

Yine her zamanki gibi eşyaları arabanın bagajına ite kaka dolduruyorum ve yanıma alacak daha bir sürü eşyam olmasına rağmen, onlardan şimdilik feragat ediyorum. Arif kardeşimin eşyaları için arka koltuğu boş bıraktım.

(Aslında bu plana sevgili dostumuz; Ali Gülcüde dâhildi. Fakat kendisiyle en son konuştuğumuzda bana akşam maçtan sonra (milli maç) tekrar döneceğini söylemişti!)

Almanya yolcusu gibiyim! Çoluk çocuk uyumamış hepimiz ayaktayız. Saat 02,00 de ancak evde yat borusu çaldı! Ta ta ta ti..
Saat 03 -00 te, bu kez de bana, kalk borusu çaldı; Ti ti ti ta.

Efendim derler ya “uyku baldan tatlıdır” gerçektende öyle. Bir lahza şöyle şekerliyeyim dedim, sağ olsun hanım bir dirsek darbesiyle “alarm çalıyor, sülerim sana kalkasın, kalk haydeee, haydeee te o kaaa.!” diyerek son noktayı koydu.

Kısa not: Hepimiz sütçü Ramiz tayfası olduk bu diziyi kim akıl ettiyse iyi etmiş.
Çok başarılı bir dizi olmuş. Fatma anaya durup durup gülüyorum. Ayrıca başta sütçü Ramiz olmak üzere, bütün oyuncuları tebrik ediyorum.

E-6 dan sabah, 04.20 gibi Çerkezköy’e giriş yaptım; Arif kardeşimi 0505 ...........45 çağrı yaptım cevap yok. 0532........16 dan çağrı yaptım gene tın yok.

Kısa kısa çaldırıyorum ki ev halkı rahatsız olmasın. Ayrıca Arif kardeşim bana evde bütün çalar saatleri ve cep telefonlarını sabah 04.00 kuracağını söylediği için en azından, kuşkulu yatmıştır diye düşünüyorum.

Tabi ben öyle düşünüyorum. İstanbul’dan, Çerkezköy’e gelmişim, Arif kardeşimin .....de, pireler uçuşuyor!

Ben bir 45- ten, bir 16 dan çağrı yapıyorum ne gelen var ne giden?
Bu kez hangi numarası olduğunu bilmiyorum “Arif 1” yazan yere tıklıyor ve uzun uzun çaldırıyorum.

Artık sonlara doğru bir ses geliyor kulağıma “günaydın uyandın mı ağabey?” Aslında benim sormam lazım “uyandın mı Arif bey?” diye.

“ Ne uyanması ben Çerkezköy’deyim” diyorum.

—Ne çabuk beya
Eh işte öyle ya!

Sonra bana yolu tarif ediyor onun evinin sokağına girdiğimde elinde cep telefonu ile sokak lambasının loş ışığı altında, beni beklerken buluyorum.

Bana bütün saatlerin ve cep telefonlarının alarmlarının çalmış olduğunu, fakat hiç birini duymadığını söyledi.
Beş dakikada hazır olacağını ve hemen geleceğini söyleyerek telaşla içeri girdi.

Bir süre sonra, büyük bir çanta ile geldi. Daha sonra daha da büyükçe ne bir çantayla gelince, içimden taşınıyor herhalde diye geçirdimJ

Koskoca Çerkezköy’de kahvaltı yapacak açık bir lokanta bulamadık; iyimi? Sanayi buraya kümelenince herkesin karnı doydu! Kim açar sabahın beşinde dükkânı?

Efendim yağmurlu ve puslu bir havanın içinden Çorlu’ya geldik. Burada da durum aynı, aç kaldık!

Hazır buraya kadar gelmişken Ali Gülcü dostumuzu bir kez daha cepten aramak istedim. Küçük bir çağrı, tık yok. Diğer telefondan bir çağrı, yine tık yok. Artık her sonucu göze aldık! Bu kez uzun uzun bir çağrı, yine kimse yok aklıma bir sürü olumsuzluklar geliyor. Dün, ikindiden beri, ona ulaşamıyorum. Hayırdır inşallah derken, inşallah Ali Gülcünün telefonuna bir şey olmuştur! Diyorum.

Bu arada, Arif dayanamadı ve ilk sigarasını yaktı. Arif kardeşim, araç komutanı olarak bana tarif ettiği bir yola aracı saptırınca, terkedilmiş bir köyün yol kalıntıları arasında açlığımızı çoktan unutmuş, gittiğimiz yönde önümüze bir asfalt yol çıkması için dua ediyorduk!

Az gittik uz gittik, çukur, tepe, dümdüz gittik. Nihayet, biraz akıllıca bir yola çıktık ve Yeniçiftlik’e vardık. Hemen aç kurtlar gibi nerde ışık varsa oraya aracı yanaştırdık. Tabi şöyle sıcak bir işkembe, paça veya mercimek çorbası hayal ediyorduk ama karşımıza börekçi çıktı en azından aç kalmayacaktık buna da şükür.

Arif yinede ben “buralarda çorbacı var mı?” diye soracağım dedi.
İçeri girdik, içerde koşuşturan ufak tefek çalışan biri var. Birde börek yiyen, 65–70 yaşlarında bir yurdum insanı var.

Arif “buralarda çorbacı var mı? Diye sordu; yaşlı yurdum insanı börekçi dükkânının içinde, çorbacı soran bize şöyle bir baktı ve “burası börekçi dükkânı çorba yok! Çorbacı karşıda ama bu saatte kapalı.” dedi. ( birazcık kinaye vardı sözünde ve tavrında onu hissettim)

Neyse oturup karnımızı doyururken sabah ezanı okunmaya başladı. Börekçiden çıkıp Marmara Ereğli’sine ilk dere ağzına geldik. Burada bir arkadaş balık tutuyordu. Bize buradan levrek, mırmır ve kalkan balığı çıktığını söyledi.

Heyecanlandık tabi ama yanımızda Arif’in yıllanmış ve yeniden kurtlanmış bayat boru kurtlarından başka yem olmadığı için, benim her zaman avlandığım, bölgeye gitmeye karar verdik. Oradan taze kum solucanları çıkarıp avlanmayı düşünüyorduk.

Av bölgesine arabayı çektik ve içinde ne var ne yok boşalttık. Bu arada bizi şaklabanlık yaparak karşılamaya gelen buranın müdavimi bir köpek vardı. Ona verdiğim ekmek ile karnını doyurduktan sonra, onun da neşesi yerine geldi ve bize av bölgemize kadar refakat etti.

Eşyalarımızı rıhtıma koyduk. Ben kısaltılmış inşaatçı küreği ile kum solucanı çıkartmaya gittim. Bir süre yürüdükten sonra devamlı yem çıkarttığım yerin sular altında kaldığını gördüm. Kenar köşeye saldırdıysam da nafile solucan veya kurt bulamadım.

Hava, balık tutmak için mükemmel ama bizim için çok soğuk. Elimizde sadece bayat kurtlar ile birde yem olarak bulduğumuz midye ve diğer kabuklu bir iki deniz canlısı var.

Saat 10.00 kadar karışık şekilde yemleyip attığımız oltalarımıza Allah rızası için kimse uğramadı!

Derken bayır aşağı koşuşturan bir grup gördük. Evvela çıkardıkları seslerden biz bunları; Savaş çığlıkları atan Cherokee kabilesi kızılderililerine benzettik!

Sırtlarında ok ve yay yerine üçer beşer olta takımları, kamışlar vardı. Ellerinde ise mızrak ve balta yerine nevale vardı!

“Saklan Çiko” (Arif’e) saldırıya uğradık dedim.
“Ahhhhhhyaaaakkkk... smack... smuck... puahhhhhhh... Karamba Karambita.”
Baltalı ilah (ZAGOR, TE-NAY) gibi gardımızı alıp bekliyoruz!

Birkaç dakika içinde Çorlu’nun yerli kabilesinden bir grup bizi çembere aldı.
Alelacele oklar pardon kamışlar yemlenip denize atıldı.
Arkamızda mangallar yandı. El yapımı ateş suları mangal etrafına dizildi.

Gelelim tanışma faslına, tabi bu selamünaleyküm ve aleykümselam’dan sonra açılan muhabbetlerde, yanımıza gelenlerin tek tek adlarını öğrenmiş olduk.

Gırnatacı Metin, Tatar Yalçın, Hannibal Birol ve kral balıkçı Samet.

Balıktan, tam umudumuzu kestiğimiz anda; yağmurla birlikte gelen bu arkadaşlar bize tekrar gaz verdiler! “Biz, geçen hafta buradan tam dokuz kalkan aldık”dediler.
Hava oldukça soğuk ve yağışlı, tatar Yalçın balık için tam havası diyor ve beş on dakika sonra da ilk kalkan balığı geliyordu!

Daha sonra bir tane daha yakaladılar. Bu arada benim kamışlardan biri utanmış olacak ki zili düştü!
Arif kamışı aldı ve sarmaya başladı ilk anda yaklaşık 30–40 metrede balık bir girdap oluşturdu. Bu girdaptan balığın nedenli büyük olduğu anlaşılıyordu.

Samet kepçeyi kaptı Arif’in yanında bekliyor. Arif’in dili tutuldu konuşamıyor. Ben yerimde çakılı kalmış, kamışın ucuna bakıp misinanın hareketlerini inceliyordum. Birkaç saniyede balık dibimize geldi. Ben, kamışın ucundaki metal klips’i görüyordum ama balık henüz kendini göstermemişti. Derken kamışın ucu gerildi gerildi ve aniden iskelenin altına doğru süratle kıvrıldı. Tam bu sırada on kiloluk yoğurt kovaları gibi balığın altının beyazladığını gördüm sonra “çat” diye bir ses geldi.

Balık, her neyse bir iğne ve bir 100 gr kurşunu alarak kaçtı. 0–35 lik misinam daha fazla dayanamamıştı! Hepimiz çok üzüldük. Balığın tam olarak ne olduğunu göremedik ama büyük olasılıkla 5–10 kg arası bir levrek olduğunu düşünüyoruz.

Tatar Yalçın “tamam gelecek beyaa gelecek, üzmeyin kendinizi, sıkmayın canınızı” diyerek “ bize moral veriyordu.

Çift kurşunlu üç iğneli, 0–3 mustad kalkan iğnesi ile yeni bir takım yaptım. Müslüman malı ortak diyerek arkadaşların yemlerine (istavrit) pike yaparak takımı yemledim.

Takım, bu kez takribi yirmi metre kadar yakına düştü. Boşluğunu alıp zilini taktım.
Arkadaşlarla kaçan balığı hazmetmeye çalışıyoruz.

Aradan en fazla on dakika geçmişti ki, birden son attığım kamışın zili düştü. Hemen oltayı elime aldım ve birkaç saniye pür dikkat kesildim. Balığın, yemi yuttuğunu hissettiğim anda tasmayı vurdum.

Yah Allah bismillah diyerek oltaya asılmaya ve sarmaya başladım. Gelen sanki naylon poşetmiş gibi ağır ağır iç depreşmeden kuzu kuzu geliyordu.

Hayatımda, oltayla yakaladığım ilk kalkan balığı nihayet göründü, Samet balığı kepçeye aldı ve yukarı çıkardı.
Bu saatten sonra moralim düzelmiş olup, ayaklarımın ıslanması, kulaklarımın donması beni hiç etkilemiyordu.

Yeni gelen arkadaşlarımız Çorlu’da aynı fabrikada çalışıyorlar ve hafta sonları birlikte balığa geliyorlarmış. Kendilerini;
www.baliksevdasi.com sitemizin fahri üyeleri yaptım.
Bu arada fırsat buldukça mesaj-çağrı neyse, Ali Gülcü kardeşime telliyorum. Amacım bu pastadan o'da faydalansın ama ondan bir ses yok.

Metin kardeşim fabrikadan bir arkadaşlarının düğününü anlatıyor. Aynı arkadaşlar hep birlikte bu düğünde eğlenmişler. Düğünde çok içki içtiklerini ve çalgıcılardan gırnatacının, kendilerini nasıl soyduklarını anlattı.
Metin, diyor ki;
“ağabey yanımda kız arkadaşım var. Gırnatacı bana musallat oldu ne zaman oyuna kalksam gırnatayı kulağıma dayıyor bahşişi almadan gitmiyor.

Adam kafayı yemiş! Düğüne gelmek için oldukça nazlandılar ve hatta gelmek istememişlerdi. Düğünün sonunda bana; “Metin kardeş sen çağırırsan bir daha para bile almadan geliriz” diyorlar.

Tabi gelirler çünkü hepimizi soydular, fabrikadan 50 ytl avans almıştım hepsini gırnatacıya verdim.”

Tam bu sırada Birol atılıyor; “ağabey cebimde 13 ytl vardı 10 ytl si kâğıt, adam elimden bozukları dâhil hepsini kaptı ve cebine attı.”

Samet oradan sesleniyor “ağabey gırnatacı bana geldi ceplerimi ters çevirdim kalmadı hepsi bitti diyorum inanmıyor sonra cüzdanımdan kredi kartını çıkarıp, aha da çek dedim bahşişini.”

Tatar Yalçın; “bizden başka fabrikanın müdürünü bile soydular” diyor.

Bu muhabbete oldukça güldük, bir ara baktım, Arif gülerken nerdeyse taburenin üzerinden denize düşecekti. Tabi bu arada içkiler su gibi içiliyor karşılıklı ikramlar oluyordu.

Yağmur bazen sağanak şekilde yağıyordu. Geçen yaz iğneada’dan aldığım güneş şemsiyesini arabadan getirmiş sırayla birimiz direğini tutuyor, hep birlikte altına girip yağmurdan korunuyorduk.

Bu arada kalkanlar tek tek geliyordu.

Günün sonuna doğru ayrılma vakti gelmişti. Yıllardır buradan mırmır yakalarım levrek ve kalkan balığı çıktığını yeni öğrenmiştim.

Çok erken gelmemize rağmen, yem işini ciddiye almamamız bize pahalıya patlamıştı. Balık kokan böyle bir havayı! Bir daha ne zaman buluruz bilemem.

Msn adresleri alındı. Tek tek arkadaşlarla vedalaşıp yola koyulduk.

Çorlu’ya giderken yol kenarlarında aşırı yağışlardan zarar gören yazlıkların durumu çok kötüydü. Sel buralara da büyük hasarlar vermiş.

Arif kardeşimi Çerkezköy’e aldığım gibi sağ salim evine götürdüm. Ben İst. doğru devam ettim.

Öyle yorgundum ki uyku gözlerimden akıyordu. Çatalca'da “Ahmetbey” gişelerine gelmeden önceki dinlenme tesislerinde arabamın içinde bir saat uyudum.

Eve gelip balığı mutfak tezgâhına atınca bütün yorgunluğum bitmişti.

http://www.baliksevdasi.com/balik/index.php - Sitesine üye olduğum da, 40 cm den büyük balık tutarsam onunla film çeviririm demiştim! Bana müsaade film çevirmeye gidiyorum...

Not: Bu yazının fotoroman versiyonunu http://www.baliksevdasi.com/balik/showthread.php?t=2825
adresinden izleyebilirsiniz :))

 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..