Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '11

 
Kategori
Siyaset
 

Martin Luther

Geçen akşam bir film seyrettim. Martin Luther’in hayatı. Olağanüstü güzel, çarpıcı. Herkesin alabileceği birçok ders olan ibret dolu bir film.

Martin Luther 1500 lü yıllarda yaşamış. Dini taassubun, hiristiyanlık taassubunun belki de dorukta olduğu yıllar. Hiristiyanlık adına, din adına, tanrı adına, Hz. İsa adına bilumum soytarılıkların yapıldığı, din istismarının dorukta olduğu yıllar. Papaların, din adamlarının para karşılığında günahları affettiği, parayla cennetten yer satıldığı, para karşılığında insanların cennete gideceğine dair ellerine yazılı sertifikalar verildiği yıllar. Bazı papaların özel hayatları, cinsel hayatları vesaire de bahs-i diğer, oralara hiç girmeyelim.

O yıllarda kilisenin, papanın, din adamlarının insanlar üzerinde, toplum üzerinde, hatta krallar, imparatorlar üzerinde müthiş bir gücü ve baskısı var. Onların söylediği herşey doğru kabul edilmek zorunda. Onların söylediği hiçbir şeyi tenkit edemiyorsunuz; bırakın tenkit etmeyi sorgulayamıyorsunuz bile. Hiç şakası yok, adamı diri diri yakıveriyorlar. Şaka söylemiyorum, abartmıyorum da... din adamlarının söylediği bazı saçma sapan sözleri sadece sorguladığı için diri diri yakılan birçok insan var.

Hz. Isa hem tanrı hem kul, hem Allah hem insan, hem baba hem oğul, bazen de lord diyorlar. Bir de kutsal ruh var, onun kim olduğunu da hiçbir zaman anlayamadım. Hiristiyan kilisesinde müthiş bir servet, zenginlik, debdebe var. Kıyafetler fevkalade güzel, pahalı kumaşlardan yapılmış, gösterişli, rengarenk. Kullanılan eşyalar da öyle. Altın kadehler, kristaller, vitraylar, altın kaplamalar, gümüşler, ipekler vesaire, herşey lüks, lüks, lüks, pahalı, pahalı, pahalı. Eğer varsa pek az tevazu var. Tabii bu lüksün, bu ihtişamın, bu debdebenin, bu maddiyatın devam ettirilebilmesi hatta daha da arttırılabilmesi için de halktan sürekli para toplanıyor. Halktan para toplayabilmek için de halk resmen kandırılıyor, uyutuluyor, korkutuluyor; basitçe söylemek gerekirse, “siz bize para verin yoksa cehennemde yanarsınız”, “siz bize para verin biz de sizin günahlarınızı affedelim”, siz bize para verin biz de size cennetten yer verelim hatta karşılığında elinize yazılı sertifika (indulgence) verelim” deniliyor.

Bütün bunları gördükten sonra müslümanlığın boşuna gelmediğini anlıyabiliyorum. Müslümanlıktaki sadeliğin, basitliğin, tevazunun, eşitliğin, tekdüzeliğin ne kadar manalı ve değerli olduğunu görebiliyorum.

Martin Luther bütün bu saçmalıkları sorguladığı için dışlanıyor tabii; kimler tarafından dersiniz? Tabiiki toplumun en bilgili, en kültürlü, en zengin, en üst, aristokrat ve en aydın tabakası tarafından. Peki Martin Luther’i en çabuk kimler anlıyor ve kabulleniyor dersiniz? Toplumun en tahsilsiz, en bilgisiz, en cahil, en fakir, en geri ve çoğunluğu teşkil eden tabakası. Neden mi dersiniz? Çünkü o tabakanın tahsili yok, bilgisi yok, parası yok, yüksek ve etkin mevkilerde değil ama, akl-ı selimi var, dinlemesini biliyor, kafasının içi henüz “doğrular” denilen, doğru kabul edilen bazı beton duvarlarla örülmemiş de ondan. İşte ben demokrasiyi bunun için seviyorum, laikliğe de bunun için bağlıyım, ikisinden de vazgeçmem ama “doğruyu aydınlar bilir, toplumun üst sınıfları bilir, önderler bilir, liderler bilir, büyüklerimiz bilir, halk cahildir, birşeyden anlamaz, onların fikirlerinin, görüşlerinin hatta oylarının pek fazla değeri yoktur” gibi saçmalıklara da inanmam.

Batı toplumlarında 16ncı, 17nci yüzyıldan itibaren başlayan büyük sıçramanın, rönesansın, ilerlemenin, büyük mimarların, ressamların, müzisyenlerin, fizikçilerin, kimyacıların, matematikçilerin çıkmasına hatta sanayi devriminin başlamasına ne sebep olmuştur diye düşünmüşümdür hep. Bence bütün bu hareketleri tetikleyen hareketlerin başında Martin Luther’in başlatığı hareket geliyor. Çünkü her zaman söylerim, malesef din bir taraftan en temel hakikatleri anlamaya yarayan bir araçtır ama aynı zamanda ifrata gitmeye, aşırılıklara kaçmaya, istismara ve insanları kandırmaya müsait bir konudur da. En korktuğum şey dinde aşırılıklara gidilmesidir. Çünkü sonra bunun kontrol altına alınması çok zor olabilir. Din adına konuşanlar, kendilerini tanrı adına, peygamber adına konuşuyormuş gibi bir konuma koydukları için, insanlar giderek onların söylediklerini sorgulamaktan çekinir, korkar hale gelebiliyorlar. İşte Martin Luther’in yaptığı en büyük devrim, böyle zamanla sorgulanamaz hale gelmiş hatta sorgulanması cezalandırılan ve hem toplum ve insanlar üzerinde hem de bilim ve sanat üzerinde müthiş bir baskı oluşturan bu gibi dogmaların kırılmasına sebep olmuş olmasıdır diye düşünüyorum.
 

 
Toplam blog
: 326
: 941
Kayıt tarihi
: 10.03.11
 
 

Okullar: TED Ankara Koleji, ODTÜ, Bogaziçi Üniversitesi (Master) İş Hayatı: Philips, Anadolu Endü..