Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mayıs '19

 
Kategori
Öykü
 

Masal Dilencisi

Masallar anlatıyor bana. Şiirler okuyor. Olur olmaz zamanlarda güzel bir şiirle ya da masalla karşıma çıkıyor. Aslında sesiyle çıkıyor, soluğuyla ve tüm kalbiyle çıkıyor karşıma. Kalbime fısıldıyor şairin dizelerini ve kalpten giden kalbe tesir eder sözünü ispatlar gibi sesinin her tınısı... Küçük bir çocuk gibi sarılıyorum her cümleye fakat o bunu bilmiyor…

Bir varmış bir yokmuş derken, neyim var neyim yok onu düşünüyorum. Başka bir âlemdeyim hissediyorum. Ne yürüdüğüm yollar bildiğim yollar ne duyduğum sesler bildiğim sesler orada…

Anlattıkları ne Anka’nın otuz kuşu ne de kırmızı başlıklı kız. Aşktan bahsediyor ve “Kırmızı bir kuştur soluğum” derken, hiçbir şiirin kırmızı kalpli olmadığını anlıyorum… Balonlara, yastıklara ya da pelüş ayıların kucağına sığmayacak kadar büyük ve gerçek bir aşk, inanıyorum.

Boşlukta olduğumu hissediyorum...

Bir uçurtmaya dönüşüyorum… İçim gıdıklanıyor. Alışkın değilim ki uçmaya. Ya düşersem diye korkuyorum. Tutunacak bir şey de yok etrafta. Ağaçlara yaklaşıyorum... Biraz ileride deniz var en çok da ondan korkuyorum ya düşersem? Ben yüzme biliyorum peki ya şimdi?

Uçurtmalar yüzer mi?

Şehir şehir her yer şehir... Alabildiğine insan ve ev yığınları görüyorum. İnsanlar, eşyalar her ne varsa donmuş gibiler. İnsanların birbirlerine bakmadıklarını görüyorum. Ama masallar böyle olmaz ki diyorum.

İnsanları izledikçe gücümü kaybettiğimi anlıyorum… Düşüyorum… Kuyruğumun bir parçası kopuyor. Daha da telaşlanıyorum ama yapacağım hiçbir şey yok.

Bana anlattıkların böyle değildi diye geçiriyorum içimden bay ses! Keşke yanımda olsaydın diyorum.

Gözlerimi kapatıyorum, içim daha da kötü gıdıklanıyor, kusacak gibi oluyorum. Ani bir sarsıntı yaşıyorum… Sıcacık ve yumuşak bir şey hissediyorum. Gözlerimi açtığımda kocaman bir bardağın içinde olduğumu görüyorum.

Bu bir çay bardağı! Biri kocaman elleriyle bardağı kavrıyor ve tam dudaklarına götürecekken dur yapma, içme diye bağırıyorum. Sanki duymuş gibi bardağı yerine bırakıyor ama parmakları hala bardağın kenarında. Sessizce parmaklarının ucuna doğru tırmanıyorum. Parmak boğumlarına dolanmış kırmızı bir tespih görüyorum… O kadar göz alıcı ki sanki içinde ateş var. Ürperiyorum fakat bundan başka da şansım olmadığını çok iyi biliyorum. Tespihe ulaşmaya çalışıyorum. Olanca gücümle sarılıyorum bir tanesine. Yuvarlak ve kaygan olduğunu hissediyorum. Kuyruğumdan akan çay damlacıkları parmak uçlarına damlıyor. Fark etmesinden korkuyorum. Ya beni bir böcek ya da sinek zannedip silkeleyip atarsa. Ya toz olacaktım bu dünyada ya da bana biçilen rolü oynamaya devam edecektim bu akıl almaz sahnede!

Olamaz diyorum! Tespihle oynamaya başlıyor. Parmakları ha dokundu ha dokunacak diye içim içimi yiyor! Tespih tanelerini çektikçe parmak uçlarına yaklaşıyorum. Bir tane, bir tane daha ve işte tam zamanı! Tespihin ortasına atlıyorum korkarak. Artık durmuştu içim rahattı. Küçük bir çocuk gibi sallanıyordum kırmızı tespihinde. Ne denizde ne de bir bardak çayın içinde boğulmamıştım.

Ve ne bir vardı, ne de bir yoktu, anlamakla anlamamak arasında gidip geliyordum… Keşke bir tespih tanesi de ben olsaydım diye geçirdim içimden ve o an içimden bir şeyin geçtiğini hissettim… İçimden geçen şey aniden koptu hepimiz yere dağıldık. Biri üzerime basacak diye o kadar korktum ki… Keşke, keşke demeseydim diye geçirdim içimden.

Taneleri toplarken bir şeyler söylüyor duyuyorum; aşk diyor, tespih tanesi gibi dağıtır insanı. Yüzlerce yıl öncesine gidersin, bilmediğin bir ülkenin bilmediğin bir kasabasının bilmediğin ve hiçbir zaman bilemeyeceğin bir sokağında buluverirsin kendini. Yabancılaşırsın kendine bile. Hiçbir şey eskisi gibi değildir. Ne sen, ne de yaşadığın ülke. Hiçbir şey umurunda olmaz. Ölmek mi yoksa yaşamak mı deseler verecek cevabın bile olmaz. Şu tespih tanelerinden daha değersizsindir. Neyken ne olursun; beyken koca bir hiç. İşte toprak olmak o zaman işine gelir. Kolayına kaçarsın, gebermek istersin… Susarsın biraz da… Dost ararsın ama bulamazsın. Buldukların da filozof kesilir anında. Kendine bakarsın, tanıyamazsın. Kalbini kesip atmak istersin sanki seninmiş gibi… Ama en fazla saçlarındır kesip attığın. Kökü sende derler ya! Hep bir teselli hep bir umut. Saçımın kökü bile umut saçacak neredeyse! Acziyetin daniskası! Masal anlatırken masal olmak bu olsa gerek!

 

Avucunu sıktığını hissediyorum… Sıcacık, öfkeli ve şefkatli…

Kalp atışlarını dinliyorum saatlerce…

 

Başım göğsünde…

Güneş doğmak üzere.

 

 
Toplam blog
: 47
: 145
Kayıt tarihi
: 24.10.17
 
 

Ege'li biri... ..