Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Şubat '07

 
Kategori
Anılar
 

Masal gibi...

Masal gibi...
 

Sokakta çoğunlukla bahçeli iki katlı evler vardı. Balkonlardan damlardan çiçek fışkırıyordu, insanlar küçük bahçelere sığdıramadıkları çiçekleri buldukları güneşli tüm boşyerlere, buldukları tüm boş kutulara kovalara ekmişlerdi.

Eski demir kapının yanında zil vardı çaldım, biraz bekledim betondaki terlik şıpırtılarının ardından kapı açıldı, çok güzel bir genç kız açtı kapıyı. Gözleri dikkatimi çekti ilk, maviyle yeşil arası hatta biraz da gri vardı sanırım içinde, iri anlamlı bakan gözler. Hafif tombulcaydı, kot pantolonunun üstüne tişört giymişti. Güleryüzle karşıladı beni, içeri buyur etti. Geleceğimi biliyordu, düz beton bahçe yıkanmış, oldukça küçük olmasına rağmen koskoca bir incir ağacı ile gölgelenmişti. Bir köşede derme çatma bir divanın üstü örtülerle özenle süslenmişti, sırt dayayacak nakışlı yastıkların mor kadife başlıkları vardı. Temizlik kokusu, sandıktan çıkmış kumaşların kokusu güneşten ısınmış incirin bayıltan kokusu birbirine karışıyor, aklımda hep o evin kokusu olarak kalacak bir koku çıkıyordu ortaya..

Hemen annesine seslendi, ayrıca kız kardeşini ve babaannesini de çağırdı "neneee" diye. Hepsi yaş sırasına göre evden çıktılar, önde cıvıl cıvıl küçük kız kardeş, arkada güzeller güzeli anne, en arkadan da zenci kadar esmer yüzü "döğülü" babaanne. Beklendiğimi biliyordum ama bu kadar büyük bir sevgi özenle karşılanacağımı bilmiyordum. Hatice'nin çok güzel nakış yaptığını, durumlarının iyi olmadığını, nakışlarını pazarlamak istediğini duyup gelmiştim. Onun yaşamına bir umut olabilmek, elinden tutabilmek, destek olabilmek için buradaydım. Hemen bol şekerli bir kavhe yaptı getirdi, onlar içmediler, soramadım neden içmediklerini, belki evde fazla kahve yoktu. Kahvemi içerken sohbet etmeye başladık, onlar beni tanıyordu, ama ben onları tanımak istiyordum daha çok. Onlar da büyük bir zevkle anlatmaya hazırdı zaten. Nenenin öyküsü oldukça eski ve uzundu, bir bulgur fabrikasında çalışıp büyütmüş çocuklarını arada bir Maltepe sigarası yakıp içiyordu, sigara içerken hep efkarlı bakıyordu, mecburmuş gibi. Kocası kendisinden büyük olduğu için bir müddet sonra çalışamaz hale gelmiş ve o çalışıp çocukları büyütmüş. Esprili "bana bir koca bulsan, şöyle emeklisinden de çıtır çıtır parasını yesem" diyordu, sürekli, gülerek. Yüzündeki ellerindeki döğüleri sordum, köyde kız çocukları güzelleşsin diye yaparlarmış, odun isiyle, babası çok kızmış ilk gördüğünde annesini dövmüş bu yüzden. Dayak öyle sıradan bir alışkanlık olmuş ki yaşamlarında her fırsatta kendisinin de dayak yediğini anlatıyor gülerek sık sık. Çaylarımız da geldi, benim götürdüğüm simitlerle beraber hem çayımız içip hem sohbetimizi koyulttuk. Annesini de biraz dinledikten sonra, benim merakla beklediğim Hatice'nin konuşmasına geldi sıra. İlkokulu bitirince biraz iri çıktığı için pek çok kızın başına gelen onun başına da gelmiş, okumak için deli olduğu halde, nenesinin babasına baskı yapmasıyla okula gönderilmemiş bir daha "kız göze görkem, artık okula gitmesi doğru olmaz" demiş nenesi. Annesinin de Hatice'nin de yalvarmaları boşa gitmiş. Göndermemişler onu okula. O da imkan bulup gidebildiği tüm kurslara gitmiş, inanılmaz bir öğrenme aşkıyla. Nakış, dikiş, çiçek, seramik, İngilizce, Kur'an. Ama birtek Kur'an kursunu yarım bırakmış hocayı çok gerici bulduğu için, Atatürk'e dil uzattığı için. "PEKİ"dedim, " şimdi amacın ne, ne yapmak istiyorsun"? Anlattı. Ben babama yeteri kadar karşı koyamadım o zaman küçüktüm. Ama kız kardeşimin başına da yanı şeyin geleceğini görünce, zamanında kendim için gösteremediğim tepkiyi gösterdim ve "beni okutmadınız ama Zeliha okuyacak, gerekirse ben çalışıp onu okutacağım "demiş, kıyameti koparmış ve Zeliha'ya ders çalıştırmış, Anadolu Lisesini kazanmasına yardımcı olmuş. Daha önce anne ve iki kızın çok kitap okuduklarını duymuştum, Zeliha okuldan, öğretmeninden, arkadaşlarından, kitap getiriyormuş onları okuyorlarmış, aralarında tartışıyorlarmış okudukları kitapları, erkekler kavhedeyken onlar damda yıldızlara bakarak yatarken. "Doğru yaptığımı biliyordum" dedi Hatice, "Ama A.DÜRER'in öyküsünü okuyunca daha da heyecanlandım, bunu kendime ideal olarak seçtim, tüm çabam bu yüzden, çalışacağım, onu okutacağım, o adam olacak para kazanacak, o da bana yardım edecek. şimdiden çalışıyorum, ortayı ve liseyi bitirip üniversite sınavına girip ben de okuyacağım, henüz 16 yaşındayım, daha önümde çok zaman var" dedi.

Öyküyü biliyordum, Hatice'nin ellerine baktım, neyseki maden ocağında çalışmıyordu, sadece nakış yapıyordu, ressam olmayacağı için elleri o kadar önemli değildi zaten. Zeliha'nın bir gün ablasının harap olmuş ellerinin gravürünü yapmasına gerek yoktu. Kardeşlik, kardeş sevgisi, okuma aşkı, incirli küçük bir kenar mahalle evinde, Dürer'li bir sohbet, inanılmaz geldi değil mi? Ama doğru, gerçekten o insanlar benim hayalim değil, ama hayal ettiğim gibiydi. Bizim ülkemizde böyle umulmadık yerlerde ne güzel sürprizler vardır, ben gördüğüm ve onları tanıdığım için kendimi çok şanslı buluyorum. Sürekli görüşüyoruz, Hatice siparişleri yetiştirmekte çok zorlanıyor. Herkes onu çok seviyor, çevremde pek çok kişi ona nakış yaptırmak için sıraya girdi. Zeliha lise 1 e başladı. Benim karşılaştığım küçük mucizelerden biri hem de gerçek.

 
Toplam blog
: 98
: 742
Kayıt tarihi
: 24.06.06
 
 

Okuyan, gözlemleyen, yorumlayan, öğrenmeye ve öğrendiklerini uygulamaya çalışan; doğayı, insanları, ..