Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Haziran '09

 
Kategori
Güncel
 

Masal

Masal
 

Çok yüzlü masal perisi


Çok çok eskilerde yönetim biçimi cumhuriyet olan demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti varmış. Daha söze başlamadan itiraz etmeyin. Doğrudur, kadim dünya böyle bir devlete şahit olmamıştır. Zaten benim de anlattığım gerçek değildir. Bir masaldır.

Sözünü ettiğimiz, (meclisi) yasaması, yargısı, yürütmesi, ordusu, emniyeti halkı, kurumları, amirleri ve memurlarıyla tam bir devletmiş. Ne var ki, onun üst makamlarını tutmuş bazı kişiler, bazı gazeteciler, bazı sivil toplum yöneticileri yasalara, sosyal gerçekliklere, demokratik teamüllere uymayan ve zaman zaman depreşen bir "marazi hal" ile malüllermiş. Sanrıları tuttuğunda, ülkenin yanlış bir kanala girdiğine hükmederler önce yargıyı, o beceremezse orduyu göreve çağırarak istikamet düzeltmesi isterlermiş. Bu iki kurum da onların hatırına, yetkilerini aşarak ülkeyi hizaya sokar, milleti de kurtarırmış!

Şimdi siz bu "marazi halin" milli gelirin adil biçimde dağıtılmadığı, ücret ve gelir dengesinin sağlanamadığı, kısacası ekonominin bozulduğu zamanlarda ortaya çıktığını düşünmüşsünüzdür. Yanlış! İyi ki bu bir sınav değil. Yoksa sıfır alırdınız.

Nakledildiğine göre devleti ve milleti kurtarma operasyonlarının ekonomik ve sosyal yapıyı iyileştirmeyle hiç bir ilgisi yokmuş. Çünkü bu ülkede ücretler, adalet ilkelerine göre değil, çalışanların diş sayısına göre dağıtılırmış. Gelirin kaymaklı kısmı, kamudaki güçlülere ve işçilere verilirmiş. Arta kalan posa da alt kademedeki memurların önüne atılırmış. Atılırken de, "Alın! Size kalan bu, yerseniz!" denilirmiş.

Esasen bu devletin herkese aş, iş; herkese adil ücret; herkese sosyal, ekonomik ve düşünsel hak sunmak gibi samimi bir niyetinin olup olmadığı pek anlaşılamıyormuş. Meselâ hükümet, memurlarla işçiler arasındaki ücret farkını dengeleyeceğini söylemiş ama bu konuda halâ bir adım attığı görülmemiş. Rivayetlere göre (eski işçi emeklileri düşük aylık almaya, zaten görevdeyken sürünen memur emekliyken de sürünmeye devam ederken, ) yeni işçi emeklilerine eskilerin üç katı kadar aylık bağlanıyormuş. Kısacası düzeltileceği umulan denge daha da bozuluyormuş.

Yani, belli aralıklarla depreşen bu "marazi halin, " ülke ekonomisindeki çarpıklıkla hiç bir ilgisi yokmuş. Çünkü bu düşüncedekilerin karınları tok, sırtları pekmiş. Makamları, tabandaki gelir adaletsizliğini göremeyecek kadar yüksekmiş. Bu yüzden çözüm üretmek gibi bir dertleri de bulunmuyormuş.

Onların baktığı yerden cumhuriyetin ancak, "lâik" yanı izlenebiliyormuş. Öyle ki, oradan değil diğer değerler, yönetimin demokratik ve sosyal tarafı bile görünmüyonmuş. Mevcut düzen içinde kapalı devre yaşayan bu zevatın yapacak fazla işleri de yokmuş. Onlar da "madem bir meşguliyetimiz yok; boş duracağımıza bari laiklğin, 'irtica' tarafından tehdit edilip edilmediğini takip edelim" demişler. Gidişatı, yedi gün yirmidört saat üzerinden gözlemeye başlamışlar. Kim ne demiş, kim ne yapmış tek tek izlemeye almışlar.

Böylece, "Lâikliğin, dinsizlik gibi yorumlanmasına karşıyız! ...(türban) meğer ki siyasi simge olsun, (ne yazar!)" dan başlayarak, irticayı çağrıştıran herşeyi kaydetmeyi sürdürüken aniden bir şey olmuş. Din, iman, türban muhabbeti yapanların sesi kesilivermiş. Bundan dolayı karşı cephenin savunma kozları tümden boşa çıkmış. Ortalık toza dumana bürünmediği için lâikliğin üzerine irtica gölgesi de düşememiş. Onun yerine, "ekonomi" isimli koyu bir görüntü oturmuş ve lâiklik, hepten görünmez olmuş. Bu da bir kısım büyükleri çok kızdırmış.

Ülkenin en yüksek müdde-i umum'u hemen harekete geçip, "Ekonomiyi ön plâna çıkarıp, lâikliği arkaya ittiniz. Lâiklik, garp stili demokrasilerin ayrılmaz bir parçasıdır. Parçayı parçalamayınız!" şeklinde bir açıklama yaparak hükümeti uyarmış...

Sistem halka, yönetenleri seçme hakkını vermiş ama seçilmişlere, istikamet düzenleyicilerin yanlış alârmını hükümsüz kılacak bir yol göstermemiş. Bu yüzden güç daima "güç bende" diyenlerde imiş.

Epeydir, belirli kişilerde belirli aralıklarla görülen, yukarıda bahsetiğimiz depresif halin, ülkeye büyük zararlar verdiği biliniyormuş. Bu durum sebebiyle meydana gelen darbeler sosyal ve ekonomik yapıda derin yaralar açıyormuş. Gün gelmiş, hastalığın ülke çapında tedavisi için adımlar atılması kararlaştırılmış. Bu nedenle bazı insanlar sorgulanmaya ve bazı mekanlar aranmaya başlanmış.

Tutuklanan bir kısım kişilerde, aranan bazı yerlerde garip belgeler ortaya çıkmış. Bunların bir kısmı silâhların nerede saklandığını, bir kısmı ülkeseverlerin düşmanlarla nasıl içiçe olduklarını, bir kısmı da darbe plânlarını gösteriyormuş. Fakat sivillerden daha kolay bilgi alınırken, askerlerden malumat edinmek zor oluyormuş.

Günlerden bir gün bir aramada, "Özel Harekât Dairesi" başlıklı, "Beyaz Parti'yi ve Gülenleri Bitirme Plânı" konulu bir belge bulunmuş. Onu da bir gazete ele geçirip yayınlamış. Haberi duyan askeri savcılık, anında yayın yasağı koymuş. Ardından da, "ön araştırmamızda belgenin, Savaş Başkanlığı'nın herhangi bir biriminde hazırlanmadığına ilişkin bir kanaate varılmıştır." demiş. Dinleyenler bu ifadeyi, "Doğrudur, belge her yerde hazırlanabilir. Ama bu, onun kışlaya ait olmadığı anlamına gelmez" biçiminde değerlendirmişler.

Savaş Başkanlığı da olayı bütün yönleriyle araştırdıklarını söylemiş. "Topyekün Savaşan Kuvvetler'i yıpratmak isteyen, kötü niyetliler fazla heveslenmesin. Biz her düşmanlığın üstesinden geliriz. Bundan kimsenin şüphesi olmasın" anlamında açıklamalar yapmış. Kimbilir belki de bu o tarihlerde, "ayağınızı denk alın" demektir...miş.

Fakat ortada, (sahte veya gerçek) kanun ve ahlak dışı bir rapor ve onu hazırlayan duruken, "yıpratıcılık vasfının" başka tarafa uygun görülmesi herkesi şaşırtmış. Dinleyenler, bu beyanlardan ikna olmamışlar. Kendi kendilerine, "Sözkonusu belgenin altında rütbesi ve kimliği belli bir subayın imzası varken, acaba neden ipe un seriliyormuş gibi yapılıyor? Malûm şahsı çağırıp, "bu rapru sen mi hazırladın" diye sormak, üzerinde kriminal inceleme yapıp çabuçak sonuca ulaşmak neden kimsenin aklına gelmiyor?" demişler.

Masal ülkenin bazı vatandaşları Savaş Başkanlığı'nın, "konu her yönüyle araştırılıyor" açıklamasını, "andıçlama gibi" bazı tarihi vakalarla kıyaslayarak ihtiyatla karşılıyorlarmış. Toprak altında bulunan bazı silahların askere ait olmadığına dair açıklamaların doğru çıkmadığı da hafızalardaki tazeliğini halâ koruyormuş. Bu nedenle bazı kişiler, bu dolambaçlı yöntemin suçu ve suçluyu ortaya çıkarmaktan çok, ihbar edenin hesabını görmeye yönelik olduğunu düşünüyorlarmış.

Nasıl düşünmesinlermiş ki?! Baştakiler ne zaman, "yakında güzel şeyler olacak" dese, teröristler hemen yola mayın döşeyip beş altı askeri şehit ediyorlarmış. Üstelik olay kısa aralıklarla aynen tekrarlanıyormuş. İşte bu yüzden vatandaşın kafası, mayın dedektörlerinin ne işe yaradığı, ordunun gücü ve askerin basireti konusunda iyicene karışıyormuş.

İnsanları en çok şaşkınlığa sürükleyen ise, ülkeyi dışa karşı savunsun diye kurulan Topyekün Savaşan Kuvvetler'in, bazı mensuplarının tüm dikkatlerini içeriye çevirmeleriymiş. Asıl görevlerini unutup, özel harekât plânlarına düşman yerine, kendi insanlarını dahil etmeleriymiş. Yani, toplumlarını düşman saymalarıymış.

Bu davranışın ana nedeni bilinmiyormuş. Belki, savaşa daha iyi hazırlanmak için vatandaş üzerinde tatbikat yapılılıyormuş. Belki de ahalinin yüreğini ağzına getiren yüksek volümlü gür sesin, teröristleri niye etkilemediğinin sebebi araştırılıyormuş. Tarihçiler konuya açıklık getiremedikleri için biz de böyle bir tahmin yürüttük.

Biraz aklı başında olanlar, "Ne olacak bu memleketin hali?" diye düşünürken, diğerleri de "Meğer en akıllılarımız değirmene yoğurt öğütmeye gidiyormuş ta haberimiz yokmuş. O kadar yoğurt ürettiğimiz halde niçin ayranımızın olmadığını şimdi anlıyoruz." diyorlarmış. Bence haklılar.

En geride kalan yaşlı bir moruk ta, başbakan bu badireyi atlatabilirse, yani atlattıktan sonra, acaba danışmanına dönüp, "Getirin bana şu emekli ve çalışanların ücret cetvellerini. Kim ne alıyor bir bakayım." der mi diye bekliyormuş. Hani bizim, "Çıkmayan candan ümit kesilmez" diye bir sözümüz vardır ya, işte o misal!

Geçenlerde Mezepotomya'da kazı yapan araştırmacılar bu adamın, "beklerken taşlaşmış" cesedini bulmuşlar. Işıklar içinde yatası hakkını alabildi mi bilmiyorum. Gerçek, cüzdanı bulunup açıldığında ortaya çıkacakmış.

Resim: turkish-media.com

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..