Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '06

 
Kategori
Müzik
 

Masallarda dans eden çocuk

Masallarda dans eden çocuk
 

Babam, biz küçükken hatta ben daha yokken öğretmenliğinin ilk yıllarını Doğu'da yapıyormuş. Yaşama şartları gerçekten çok zormuş. Ben altı aylıkken Ankara’ ya gelmişiz. Ne zaman elektrikler kesilse –ki bir çocuk için elektriğin kesilmesi demek evdeki eğlence kutusu olan televizyonun çalışmaması demektir- üç kardeş annemin etrafında toplanırdık. Annem bize o zamanlarda başlarından geçenleri anlatırdı. Biz de masal dinliyormuşcasına heyecanlı ve meraklı gözlerle dinlerdik sayısız kez dinlediğimiz bu maceraları ilk kez dinliyormuş gibi. Çocukluğuma dair aklımdan hiç silinmeyecek sahnelerdi bunlar ve hala öyleler…

Hiç unutmadığım bir sahne daha var. Ama burada baş rolde sadece ben varım. Hatta baş assolist olarak. O kadar net görüntüleri hatırlıyorum ki; bir anda gelen şevkle mikrofon arayışı içerisinde evin içinde dört dönerdim. Bir saç fırçası vardı. O saç fırçası değil mikrofondu ama benim dışımda kimse o fırçanın bu özelliğinin daha baskın olduğunu bilmiyordu. Fırçayı elime aldığım gibi havaya girer başlardım söylemeye "Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç? Çılgın gibi koşarak kırlara uzandın mı hiç?" bir çocuk niye böyle bir parçayı söyler o kısmına bir cevap bulamıyorum hala ama çıkış parçası olarak bu şarkıyı seçmiştim kendime, fırçayla birden havaya girip durmaksızın bunu söylüyordum. Küçük bir kız olarak yapılması gereken hareket unutulmuyordu tabii ki, saçlar havada uçuşuyordu bir sağa bir sola, değişik bir el hareketiyle. Gerçi Erol Evgin’ de güzel söylüyordu ama demek ki benimki daha etkileyiciymiş, aklımda kendi sahnem kalmış Erol Evgin’ inki değil! Saç da önemli bir faktör olabilir. Belki de Erol Evgin’ le aramızdaki farkı vurgulamak için savruluyordu saçlarım havada, belki de…

Müzik bizim evin vazgeçilmeziydi. Günün her saati çalan bir müzik vardı. Annem ablamı, ağbimi* ve beni bebekken hep müzikle uyutuyormuş. Biz uyuduktan sonra da baş ucumuzdaki radyodan devamlı klasik müzik çalan bir radyo açarmış. Ruh gıdamızı da verirmiş yani annem…

Zamanla büyüdük, büyüdü ellerimiz ve papuçlarımız büyüdü…

Ablam İlhan İrem, ağbim Erkin Koray, ben de Sezen Aksu’ nun tüm albümlerini almak gibi bir misyon yüklemiştik kendimize. Annemin bizi büyütürken devamlı açık olan radyosu kapanmıştı, kendi seçimlerimizi dinliyorduk artık. Müzik arşivimizi oluşturuyorduk üç koldan.

Dinlemek de yetmemeye başladı. Yavaş yavaş rock müziğe yöneliyorduk. Bateri edasıyla çaldığım ve kırdığım kurşun kalem sayısını hatırlamıyorum. Ankara’ da bateri kursu sadece bir taneydi ve evde bateri olasını şart koşuyordu ve bu durumda bana da vazgeçmek düşüyordu. Kalemler kırılmaya devam etmekteydi, etmeliydi de. Show must go on...

Ben de mütevazi müzik hayatıma gitarla devam ettim. Aslında dinleyerek devam ettirmem daha mı iyi olurdu acaba? Neyse onu da yan komşu düşünsün artık...

Ortaokul ve lisede bütün paramla kaset ve kitap alırdım. Aradığım kasetleri bulabildiğim tek yer Hayri Müzik’ ti, Karanfil Pasajının içinde. İstediğim kasedi bulmanın heyecanını anlatamam size, eve kadar bekleyemezdim. Ne büyük bir zevkti kasedin dışındaki o jelatini açıpta walkmane koyup dinlemek, fırından taze çıkmış ekmek gibi... Bir de karışık kaset yaptırmak gibi bir moda vardı o zamanlar. Değişik değişik parçaları yazıp listeyi veriyordun Hayri Müzik’ e, onlarda 90lık bir kasete ortaya karışık bir albüm yapıyorlardı.

Bir süre sonra özel radyolar çıktı ve radyolardan istek zamanı başladı. İstek yapıp çalınınca da tam zamanında REC e basıp ortaya karışık kasetimi de kendim yapmaya başladım böylece. Ne eğlenceydi anlatamam.

Gün FM vardı Ankara’ da o zamanlar. Tam bir bağımlılıktı. Sabah, öğle, akşam, gece 97.0 Gün FM. Radyonun delisi, Aykut, Rıza... DJ i hatırlamıyorum ama bir günden fazla hiç uyumadan canlı yayında kalıp rekor kırmıştı. Sonra bir gün özel radyolar kapatıldı, siyah kurdeleler taktık.

Özel radyolar yasal hale geldiğinde ShowRadyo’ da geceleri program yapan Neslihan diye bir DJ vardı. Şu an hala dinlediğim grupları ondan öğrenmiştim. YUHU diye Azeri bir rock grubu vardı. İlk ve hatta tek Neslihan’ ın programında duymuştum. Kasedini bulup aldığımda çok gülmüştüm ve hala kasede baktığımda gülerim bir Neslihan’da bir de bende vardır o kaset diye. "Aldattın beni sen, çok gördün dünyana..." diye bir şarkıları vardı azeri rock dinliyordum, hem de hislenerek... Düşündükçe çok gülüyorum hala o halime. Ama güzel parçaydı.

Düş Sokağı Sakinleri, Derinlik Sarhoşluğu, Kesme Şeker (en sevdiğim gruptu, kalemler genellikle Kesme Şeker parçalarında kırılırdı zaten ), Mavi Sakal, Duman, Whiski, Kramp, Siya Siyabend, Bulutsuzluk Özlemi, Pentagram.... acaba şu an benim de unuttuğum gruplar oldu mu? Biraz daha büyüyünce Yaşar Kurt , Fikret Kızılok, Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü...

Sonra Radyo ODTÜ. Yıllarca dinlediğim ve hep "Acaba seneye de onlar olacak mı?" diye kendi kendime anlamsız bir şekilde sorduğum Ege, Fahir, Oktay üçlüsü ve Modern Sabahlar... Şenol Günbayrak, Demircan Ağbi*...

Ve şimdiki zaman...

Pop, Rock ve hatta Arockbesk iç içe geçmiş... Ama tüm bu karmaşıklığın içinde geçmişi aratmayacak kadar çok iyi gruplar ve güzel parçalar da var eğer tek bir kanalı izleyerek müziği takip etmiyorsanız.

Ve geniş zaman…


Ne annemin bize anlattığı masalımsı gerçekleri, ne de şu an isimlerini sayılı kişinin bildiği o grupları unutmayacağım.
Müzik, hayatımın hep çekirdeği olacak.
Masallarda dans eden çocuk kalacağım…

* Ağabey : Yıllardır bu kelimenin yazılışı hakkında tartıştık. Ben böyle yazacağım işte! Türkçe okunduğu gibi yazılan bir dil değildir. İşte kanıtı : ağabey, ağbi, abi, vs vs)

 
Toplam blog
: 73
: 5913
Kayıt tarihi
: 06.09.06
 
 

Yılın en uzun gecesinde doğmuşum. Bu yüzden midir bilinmez ruhlarımızın özgür kaldığı geceleri se..