Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Nisan '12

 
Kategori
Öykü
 

Mastürbasyon, ölüm, aşk ve beyaz fotoğraflar - 3

Mastürbasyon, ölüm, aşk ve beyaz fotoğraflar - 3
 

Kayıt 5

İstanbul’un en eski sokaklarından birinde başlayan yaşantım, on dokuz yaşımı bitirinceye kadar yine aynı sokakta devam etti. Aradan, yani o sokakta başlayan merhabadan bu yana, tamı tamına otuz yıl geçti. Şimdi o yaşlı amcalar gibi “ah, neydi o günler” edebiyatını yapmak istemezdim, ama bugün bile bizde garip duygular uyandıran eski sokaklarda hayata merhaba diyen birisinin bu edebiyatı yapması kaçınılmazdır herhalde.

Annem ve babam Ermeni’ydi benim. Tüm Ermenilerin bir gün mutlaka zengin olduklarını bilmeyen yoktur bu ülkede. Kökeni oldukça eskiye dayanan bu Ermeni ailesinin yaşayan tek varisi olarak, bir gün mutlaka zengin olan ailemin mirası bana kaldı. Babam, neredeyse tüm Ermeniler gibi ticaretle uğraşıyordu. Şu bilgilerden sonra adımı çok merak ettiğinizi biliyorum, ama bir Türk adına sahibim ben. Babam da Türk adı taşıyordu, annem de. Bizler Türkleştirilmiş, ama Müslümanlaştırılamamış insanlardık, o dönemdeki tüm Ermeniler gibi...

Karışık bir hikaye anlattığımın farkındayım, ama şu anda bir kayıt yaptığımı unutmayın. Yazar değilim ki, güzel ve etkili cümleleri bir araya getirip sizi duygulandırayım. Ben sadece anlatıyorum, nereden başlamam, nasıl anlatmam gerektiğini bile düşünmeden...

Çok eski evlerin olduğu sokakta, en gösterişsiz, en sade evin bizimki olduğunu söylemem gerekiyor sanırım. Ama geçmişteki evimizin gösterişsiz olması değildi bende eski ve büyük ev tutkusunu yaratan, hiçbir zaman gocunmadan gösterişsiz bir evde oturmaktan...

Bende bu etkiyi yaratan, çok eski, artık kullanılmayan bir evde, artık çok eskide kalmış bir zamanda yaşanan o üzücü olayın ta kendisidir.

Her insanın hayatında, intihar etmeyi düşünen bir sevdiği vardır mutlaka ve bazı insanlar başarırlar bunu, geride kalanlara da olayı binlerce kez yaşamak düşer. Bende olduğu gibi...

Kayıt 6

Bu evi, şu anda yaşadığım evi ilk gördüğüm gün içimde başlayan, giderek hayatımın her anına yayılan titremeyi kelimelere dökmek çok zor olacak sanırım.

Yeni binaların, zengin insanların olduğu bir sokakta, zengin birine ait, ama eski bir evdi. Duvarları beyazdı ama evi ilk gezdiğimde anlamıştım bu evde yaşayan insanlara yapışıp kalan kasvetin bana da yapışacağını... Ben evin odalarında dolaşırken, eşyalara dokunurken tek tek, emlakçı evle ilgili bilgiler veriyordu bana. ev çok zengin bir aileninmiş. Ailenin tek oğlu, anne babasını bir trafik kazasında kaybedince, evi satmaya ve çok uzak bir diyara gitmeye karar vermiş. Çocuk için evi alan kişinin hiç önemi yokmuş, tek düşündüğü şey evden ve anılardan kurtulabilmekmiş. Bu yüzden çok ucuza satılıyormuş ev. “Çok şanslısınız.” demişti emlakçı gözlerimin içine bakarak. Sanki tek amacı benim ev bulmammış, kendi kazanacağı para hiç umurunda değilmiş gibi...

Evet, evde en çok etkilendiğim şey, daha girişte hissedilen ölüm kokusunun keskinliğiydi. Ama bir trafik kazasının değil, bir intiharın kokusu vardı evde. Emlakçıya, evi satmaya kararlı olan o çocukla konuşup konuşamayacağımı sorduğumda, hayır dedi emlakçı, çocuk kimseyi görmek istemiyormuş.

Bu cevap bende bir hayal kırıklığı yarattı, ama yine de evi aldım.

Almalıydım.

DEVAM EDECEK

 
Toplam blog
: 54
: 2101
Kayıt tarihi
: 12.03.12
 
 

Başkalarının hayatlarını, kişiliklerini anlatmak kolay da, söz konusu kendim olunca yazacak çok a..