Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Nisan '07

 
Kategori
Anılar
 

Masum kötülük

Masum kötülük
 

Patikadan biraz daha geniş, betondan yapılmış, iki tarafında da toprak bahçelik olan ve büyük bir avluya çıkan yola "bağ yolu" derdi dedemler. Sebebi ise gölge yapsın diye ekilmiş ve çıtalarla yükseltilmiş üzüm fidelerinin olmasıydı. Bu fidelerin arasında ise renk renk güller, o yolda yürüdükçe burnunuza farklı farklı tokatlar atardı.

Dedemlerin Bulgaristan'dan göçtükten sonra orada yaşadıkları evin aynısını yapmaya karar vermeleri ile dört kuşağın bir arada yaşadığı; tek, uzun ve kuşbakışı görünüşü daire biçimde olan taş duvarla sokaktan ayrılan bir bahçe, bahçe içinde farklı inşa edilmiş üç adet ev, evlerin bahçelerini belirleyen dikenli teller tıpatıp oradaki hayatlarını getirmişti Türkiye'ye.

Kocaman kocaman yüksek tavanlı odalar kalın taşlarla örülmüştü (şimdiki aklımla düşününce bu taşları kendilerinin taşıması işinin ballandırılarak anlatılan en meşakkatli kısım olduğuna kanaat getiririm, ben olsam üşenirdim).

Taş duvarların çocukluğumda bana sağladığı en büyük avantaj sanırım geniş, ancak çocuk bedenimle rahatça oturduğum pencere içleri idi. Bahçeye çıkmama izin verilmeyen ceza günlerimde bu pencere içine oturur, bahçeyi seyreder ve hayal kurardım. Sanırım şimdilerdeki hayalperestliğimin temel atma törenleriydi bu vakitlerim. Gerçi cezalı kelimeciği ile bağlantılı edinilen vakitlerdi ama hep memnun olmayı başarabilen bir çocukluk geçirdim.

Hatta bir kış günü, yumruğunuzu buhar yapmış olan cama serçe parmağınızın olduğu taraftan yapıştırıp sonra üzerine işaret parmağınızla koyduğunuz beş noktacıklı şekil ile ben gökyüzünde bile yürüdüğümü hayal etmiştim.

Bahçede üç ayrı aile yaşıyorduk. İki kardeş (dedem ve ikizi) ve onların amcaları. Bu amcanın eşinin adı ise Mutia... Nam-ı diğer Mutia Yenge (m-u-t-i-a demek zor olduğundan Mütaaa diye yuvarlardı herkes). 1.54 boylarında, hürmetli bir göbeği olan tam benzetme gerekirse Adile Naşit tipinde, sigarası iki dudak arasında bahçede dolaşan, gülmesinden ise asla taviz vermeyen bir kadındı. Her sabahki bahçe sulama seansından önce, beyaz üzerine mor çiçek desenli geceliği (pazenden yapılmış) ile bahçeye çıkar "Gel pisipisi! Gelin çocuklarım." derdi.

Çocukları vardı Mutia Yengenin. Hem de 3 çocuğu ve 8 torunu vardı. Bir de bizleri torunları yerine koklardı (cidden koklardı!). Ancak tüm bu özellikleri yanında ben onu en çok, bana hayvanları sevdiren tek insan olarak hatırlamayı severim.

Mutia Yenge bahçede 25-30 civarında kediye yemek verirdi. Öyle büyük bir curcuna idi ki bu, evlere şenlik. Aslında gel pisipisi de diyemezdi. "Gel" kesilir, "Geeepispisi" olurdu. O zamanlar dilimize dolayıp dalga geçtiğimiz bu çağırışları özlüyorum şimdi. Yemek yeme töreninde şişmanı-sıskası, kısası-uzunu, sarısı-alacalısı, nasıl dolanırlardı ayak altında. Her biri sanki "Hadi artık bırak şu yemeği de yiyelim" gibi mırıldanırdı. Bahçeye fazla yiyecek dağılmasın diye Mutia Yenge bir köşeciğe gider oraya bırakırdı yemeği (aklınıza özel hazırlanmış ya da marketten alınmış kedi mamaları gelmesin, akşamdan kalan Allah ne verdiyse o olurdu rızkları).

Bu seremoni günde üç kez tekrarlanır ve elinde kendi yedikleri yemeğin kalanları ile Mutia Yenge ne zaman belirse evin kapısında çatıdan, ağaçtan, duvardan, tahta bahçe kapısının kırılmış boşluk arasından, aklınıza gelebilecek her yerden bir kedi fırlardı. Bazen durup onları seyrederdim, bununla yetinmez koşarak üstlerine doğru gider o kalabalığın bir an dağılmasından haince bir keyif alırdım. Bu oyunum içlerinden Karaman olanın beni tırmalamasına kadar sürdü. Karaman kedinin adı. O kadar şişmandı ki koca bir poposu vardı (bugüne kadar gördüğüm tek baseni olan kedi) ve pek tabii ki yemek yerken rahatsız edilmekten nefret ediyordu. Bunu beni tırmalayana kadar bilmiyordum. Bu büyük curcuna Mutia Yenge'nin ölümünden sonra eşi tarafından yaşatıldı. Ta ki o da ölene kadar... Rahmetli Mutia Yenge ve eşi öldü öleli bir kaç nesildir yetiştirdiği kediler bir çok yere dağılıp gittiler...

Bahçenin büyük olduğunu anlatmıştım size az önce, bisiklet ile dolaşılabilecek kadar büyüktü bahçemiz. İlkokul ikiye başlayacağım yıl yaz tatilinin başlarında bisiklete binmeyi yeni öğrenmiştim. Bisikletle bahçede dört dönüyordum. Çimlerin üstüne gittikçe dedem "Bee!! Deyusun evladı! Betonda gez!" diye azarlıyordu ama aldıran kim?

Çimlerin arasından geçtikçe orada bir kaçışmadır gidiyordu. Bunu oynayan otlardan fark ediyordum. Bu yüzden de zevkle oradan geçmeye devam ediyordum. Sonra birden o kıpırtının bisikletimin rüzgarı olmadığını fark edip bisikletimden indim. Elimi son kıpırtının olduğu yere uzattım, birkaç adım koşuşma sonrası ensesinden yakalamıştım... Kedilere karşı pek sevimli hisler besleyemiyordum o zamanlar (sürekli onları kovalayan, garip sesler çıkararak kaçmalarını sağlayan bir ağabeyle büyüyünce pek fazla seçim şansınız olmuyor). Şimdi görürsün sen edasıyla yakaladığım yavru kedinin korkak bakışları. O kadar sevimliydi ki... Sarı-yeşil gözleri, beyaz zemin üzerinde sarı, siyah ve kahverengi bir tonlama ve burnunun ucunda yemiş olduğu çimenlerden bulaşan yeşillik (yanılmıyorsam karınları ağrıdığında ot yiyor kediler)...

Yere oturdum, elimi havada döndürdükçe bir o yana bir bu yana bakması, gelip yanıma yanıma sokulması hoşuma gidiyordu.. Derken onla oynamak için onu biraz gezdirmeliyim diye düşündüm... Bisikletin selesi üzerine oturttum... Dolaşırken zavallı habire yere düşüyordu. Böyle olmayacak deyip aklıma şu an hatırladıkça kendimden utandığım cin fikirlerimden biri geldi. Bisikletin selesinin arkasında bir yer vardır, nasıl söylesem, hani kapan gibi... Tamam buldum dedim... O güzelim yavrucuğu oraya bırakıp, kıskacı kapattım ve seleye oturup bahçede dolaşmaya devam ettim...

Hayvancağız çığlık atıyordu ama ben evcilik moduma girmiş hayal ülkeme çoktan dalmışım. Kim bilir hangi ülkelere gidiyordum?... Aniden çevik bir kolun bisikletimi durdurduğunu, önce popoma okkalı bir tokat attığını, sonra da kediyi oradan çıkardığını hatırlıyorum (Hatırlıyorum diyorum çünkü bu kısmı yaşadığım için hala utanırım). Kolumu yakalayan ve okkalı tokadı indirense Mutia Yenge idi. "Dur diyoruz sana! Telef ettin hayvanı!" diye söylenerek kediyi alıp giden sesi hala kulaklarımda.

Mutia Yengeden hayatım boyunca işittiğim ilk ve tek azardı ama haklı ve yerli yerinde bir azar. Şimdi bahçeye gittiğimde görüyorum bu kediciği... Bir çok kedi gitmiş ama o kalmış nedense... Ya benim hatıram olan ağır aksak yürüyüşü buna izin vermedi, ya da bahçeye olan bağı onu oradan uzaklaştırmamakta. Fakat aramızdaki kızgınlık çoktan geçmiş olmalı ki yanıma gelip o sevimli gıgısından okşamama izin veriyor.

Sadece onu eğlendirmek istemiştim, onun beni her zaman eğlendirdiği gibi... Aslında bu topal kedicik bana her seferinde bakışları ile şöyle diyor:

"Çocuklar Yaptıkları Her Kötülükte Masumdurlar!"


 
Toplam blog
: 73
: 486
Kayıt tarihi
: 31.03.07
 
 

İktisat fakültesi mezunuyum, bankacıyım, çocukları severim...