Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Eylül '07

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Masumiyet (2)

Artık her Cuma, onun için iple çekilen bir gün olmuş, sabahları uyandığında onu görecek olmanın verdiği heyecan, hayatın hiç görmediği renkleri ile tanışmasını sağlamış, o hep somurtan ve ciddi adam gitmiş, yerine güleryüzlü ve yakışıklı bir adam gelmişti. Ama bir türlü cesaret edip Selin’in yanına yaklaşamıyordu. Büroda yan yana geldikleri çok az anlarda kızın ucuz deodorant kokusunu içine çekiyor, etrafındaki en pahalı parfümlerin içinde yüzen kadınların kokularının ona asla veremediği hazzı yaşıyordu. İşi kadere bıraktıkça bir adım bile ilerleyemeyeceğini anlamış, Berrin’i gerekmediği halde Bursa’ya bir iş için yollamış, o gün işe gelen Selin’e de yalnız kalmaması için yanında durabileceğini söylemişti. Bu teklifi şaşkınlıkla karışık bir mutlulukla kabul eden Selin, gün boyunca onu büyük bir hayranlıkla izlemiş verdiği en küçük bir bilgi için teşekkürlerini sunmuştu. O da kuru bir teşekkürle kendisini kandıramayacağını, ancak güzel bir kahve içerlerse kabul edeceğini söylemişti. Ertesi gün öğlen Beyoğlu Ara Cafe’de buluşmayı kararlaştırmışlardı. Ara Cafe’ye giripte asma kattaki masada, bulduğu bir dergiyi karıştırarak onu bekleyen Selin’i gördüğünde bu kıza hissettiği şeylerin, heyecandan öte büyük bir aşk olduğunu anlamış, yanına giderken hiç tatmadığı karmakarışık duyguları yaşamıştı. Bütün öğleden sonrayı Ara Güler’in duvarları süsleyen siyah beyaz fotoğraflarının arasında, Cafe’nin insanı saran bohem havasını soluyarak, birbirlerinin gözlerinde kaybolarak geçirmişlerdi. Akşam olduğunda balık ve bira keyfi için Nevizade’de bir bara geçmişler, Selin ard arda devirdiği biraların da etkisiyle aslında sadece mimarlıktaki başarılarından dolayı hayran olduğu bu adamın karşısında iyice gevşemiş, okulunu, arkadaşlarını, hayallerini, dünyada görmek istediği yerleri anlatıp durmuştu. Sinan, aslında onun anlattıklarının çoğunu duymadan sadece karşısında oturmasının ve ona doya doya bakabilmenin tadını çıkararak dinlemişti anlattıklarını. Hayatında ilk defa zaman dursun, her şey orada ve o anda takılıp kalsın istiyordu.

O gece Sinan’ın hiç beklemediği, hatta hayalini bile kurmaya cesaret edemediği bir şey daha olmuştu. Selin, onu Tünel’de Berrin’le paylaştıkları eve davet etmiş, Sinan büyülü bir rüyanın peşine takılmışçasına kendini bu küçük kızın ellerine bırakmış ve unutamayacağı bir gece geçirmişti.

Sabaha kadar uyumayarak kollarındaki güzelliği izleyen Sinan, dönüşü olmayan bir yola girdiğini, etrafına ördüğü duvarların çatladığını anlamıştı. O günden sonra hiç ayrılmamışlardı. Her akşam okul çıkışı Selin’i arabasıyla alıyor, yemek yiyorlar sonra da canları ne isterse onu yapıyorlardı. Bu ya sinema, ya boğazda bir gezi ya da evde pinekleme oluyordu. Haftasonlarını ise genellikle şehir dışına yolculuk yaparak geçiriyorlardı.

Her geçen gün, Sinan’ın onca yıldır etrafına ördüğü yüksek duvarlarındaki çatlaklar büyüyor, tuğlalar birer birer yerinden çıkıyor, ancak bundan en ufak bir endişe duymuyordu. Varsın yıkılsındı o duvarlar, varsın tek bir vücut ve ruh olarak kendi benliğinde bir vadinin ortasında, öylece korumasız kalsındı. Yanında Selin olduktan sonra, dünyadaki her şey siliniyordu nasıl olsa.

Başta arkadaşları olmak üzere etrafındaki herkes yadırgamıştı bu ilişkiyi. Kimisi daha da ileri giderek ona vazgeçmesini, sonra üzülebileceğini söylemişti. Hepsine en ters cevapları vermişti. İnsanlar, ki bunlar yakın arkadaşları dahi olsa, onun mutluluğunu kıskanıyorlar, kendilerinin asla sahip olamayacağı bir aşkı örselemeye çalışıyorlardı.

Birgün değişti her şey, aslında bu değişim birdenbire olmamıştı ama onun anlaması zaman almıştı. Buluşmaların süresi gittikçe azalmaya başlamıştı. Selin bir gün sınavını bahane ederken, ertesi gün bir arkadaşıyla çizim yapacaklarını söylüyor, dört aydır bir günü bile ayrı geçirmemişken artık çok zor bir araya gelebiliyorlardı.

Bu haftasonunu çok önceden planlamışlardı, Ağva’ya gideceklerdi. Ancak Selin, son dakikada İzmit’e ailesinin yanına gitmesi gerektiğini söylemiş, Sinan’ın onu kendisinin oraya götürmesi konusundaki ısrarını geri çevirmişti. O, yolda beraber geçirecekleri iki saate bile razıydı, ancak Selin yalnız yolculuk yapmak istemişti.

Dün sabah, güne başlarken aylar sonra ilk defa yalnız geçireceği bu haftasonunda kendini çok ıssız hissetmişti. Sanki, bildi bileli haftasonları Selin’le birlikte oluyor, sanki bunun dışında bir yaşam tarzı bilmiyor, tanımıyordu. Aldığı her nefes, içindeki sızıyı arttıran bir işkence oluyor, gülümsemek ve huzur gittikçe uzağına düşen birer ihtimale dönüşüyordu.

Gün geceye kavuştuğunda, evde daha fazla kalamayacağını anlayarak, kendini Beyoğlu’nun kalabalık yalnızlığına bırakmaya karar vermişti. Geceyi delip geçen yağmur damlaları, sokak lambaları ve birbiri yanı sıra dizilen dükkanların ışığında caddeyi döverken, ruhundaki ıssızlığı ve karanlığı biraz daha arttırmıştı. İçmek istiyordu sadece. Aklına Nevizade’de ilk gece gittikleri yer gelmiş, oraya gidip sabaha kadar içmeye karar vermişti. Yan yana dizilmiş barların bulunduğu sokağa girdiğinde, önce pişmanlık hissetmiş, yaptığı şey çocukça gelmişti. Her şeyi abarttığını düşünmüş, ama vazgeçmemişti. Barın merdivenlerini teker teker tırmanmış, yukarı çıktığında köşedeki masalardan birinde Selin’i görmüş, midesinde bir yerlere bıçaklar saplanmış gibi olduğu yerde donup kalmıştı. Selin, karşısında kendi yaşlarında olan bir erkeğin elini tutmuş, bir yandan birasını yudumlarken bir yandan kahkahalarla bir şey anlatmakla meşguldü. Birkaç saniyeden uzun sürmeyen bu an, Sinan’a bin yıl gibi gelmiş, o anda olduğu yerde geri dönmüş, hızla basamakları inerek bardan çıkmıştı. Selin ona ihanet ediyordu, nedenini, nasılını düşünemediği bu durumun karşısında ne yapacağını bilmez bir halde kalabalık sokağın ortasında dikilmişti önce. Sonra, mekanik bir şekilde bardan çıkanları görebileceği, ama kendisinin görünmeyeceği bir yere ilişmiş, Selin’le o adamın oradan çıkmasını beklemeye başlamıştı. Sonrasında ne yapacağına karar vermemişti o anda. Sadece oradan çıkışlarını görmek istiyordu, garsondan istediği viski şişesinin sonlarına geldiğinde Selin yanındaki genç adamla bardan çıkmıştı. Adamın elini tutarak yürüyordu, Sinan bu azabı kaldıramayacağını düşünmüştü önce, ancak sonrasında kendini toparlayarak onları takip etmeye başlamıştı.

Gittikleri yeri tahmin etmişti ama, içindeki cılız bir umuda sığınarak bunun olmayacağı düşüncesiyle arkalarından yürümüştü. O cılız umut boşa çıkmış, Selin adamla birlikte Tünel’deki evine girmişti. Sokağın başında onların eve girişlerini izlerken aklından tek bir şey geçmişti Sinan’ın. Babaannesi’nin pek övünerek sakladığı, dedesine ait silahın nerde olduğu! Çocukluk anılarının saklı olduğu zihnindeki sandığın ağır kapısını kaldırmak, o çokta hatırlamak istemediği hatıraların içinde silaha dair konuşmaları bulmak zor olsada, bunu yaptı ve arabasına binerek babaannesinin yıllardır kilitli olan Feriye’deki evine gitti.

Şu anda ceketinin altında sakladığı silahla, üç katlı ahşap evin önünde dikilmiş, yukarıya bakıyordu. Üçüncü kattaydı Selin’in evi. Dağınık yatak odasını, Selin’i geceler boyu kollarına aldığı yatağı düşündü. Şimdi başka bir adamın kollarındaydı ve buna bir son vermesi gerekiyordu. Kendi duvarları yıkılmış, bu duvarlardan içeri ihanet, acı, ayrılık çok çabuk sızmıştı. Duvarlarını yeniden örmeliydi ama öncesinde onu yıkanı yok etmeliydi. Ahşap binanın demir kapısını itti yavaş yavaş.

Sokaktaki çöplükte sabahın ilk ışıklarında gerinerek yiyecek bir şeyler arayan tekir kedi, demir kapının kapanmasından beş dakika sonra ard arda gelen dört el silah sesiyle olduğu yerde sıçradı… Kafasını gömdüğü konserve kutusunun içinden başını kaldırarak kendisi için bir tehlike olup olmadığını kolaçan etti önce… Demir kapıdan hızla çıkıp yürümeye başlayan bereli adamdan başka biri yoktu sokakta. Etrafta bir hareket görmeyip kendini emniyette hissedince, devam etti yemeğe.

 
Toplam blog
: 47
: 1945
Kayıt tarihi
: 04.08.07
 
 

Eskişehir'de yaşıyorum. Kısa hikayeler yazıyorum. Bir oğlum var.   ..