Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mart '10

 
Kategori
Kitap
 

Masumiyet Müzesi - Orhan Pamuk

Masumiyet Müzesi - Orhan Pamuk
 

Masumiyet Müzesi için etrafımdakiler bir aşk romanı demişlerdi. Ben romanda aşk bulamadım, ileri seviyede tutku buldum. Cinsellikle başlayan hayranlığın, sahip olma boyutuna ulaşarak, beyin kemiren saplantılı tutkuya ulaşması halini gördüm.

Öte yandan kitabın genelinde öyle çok konu var ki kitabı kolaylıkla çok satanlar listesine yazdırıyor. Kemal’in Füsun’a tutkusu, Sibel’in Kemal’e aşkı, bakireliğin erkeğe verilecek en büyük hediye oluşuna ait yaygın anlayış etrafında örülmüş hikayeler, Türk filmleri, zengin erkek-fakir kız, ihanet, kin, acı, ölüm… Hepsi ve daha çoğu kitabın sayfalarından teker teker okuyucunun kucağına atlıyor. Herkes kendisine ait birşeyler bulacaktır. Dil de çok akıcı, açık ve özentiden uzak olunca neredeyse altıyüz sayfalık kitabı bir çırpıda okuyup kenara koymak mümkün. Yalnız özellikle ilk başlarda gördüğüm parantez içinde açıklama yöntemi birkaç bölüm sürdü. Ard arda gelen parantezler içindeki açıklamalar biraz rahatsız etti, yordu.

Romanı birkaç gün içinde yarıladım, araya birçok şey girdi bitiremedim, geri kalan yarısını da başka birkaç gün içinde okuyup koydum kenara. Kitabı kapatıp düşündüğümde genel olarak zevk aldığımı, bazı konularda gözümün açıldığını, bazı yerlerin gereksiz uzatıldığını, betimlemeleri çok beğendiğimi, ama ne olursa olsun akıcı Türkçeyle yazılmış kitapları okumanın büyük keyif olduğunu düşündüm. İlk birkaç gün kitabın etkisinde öylesine kalmıştım ki gerçek bir hikaye olduğunu düşünmeye başlamıştım. Neden olmasındı? Kitapta olanların hepsi aslında büyürken seyrettiğim Türk filimlerinde fazlasıyla vardı! İlk inanışımın tersine eser kurguydu. İyi bir kurgu. Kiabın sonunda olayı aktaranla yazarın(!) kalem değiştirmesi tam bir sihir, tam bir ustalık!

Kitabın en başlarında Füsun’un Kemal’le olan aşk sahneleri vıcık vıcık değil son derece sanatsal anlatılmış. Yazarın anlatımındaki dışavurum, sadece sevişme anlarında değil, birkaç yerde en ince detayıyla verilen öpüşmelerle de prim yaptı.

Romanda kafamı karıştıran şey Füsun’un bilerek ve isteyerek Kemal’e teslim ettiği bekarete karşılık, kafasında kurduğu geri dönüm olmayınca ömrünün sonuna kadar taşımaya yemin ettiği kindir. Bence kızların küçük yaştan itibaren kafalarına yerleştirilern “bekaretin hediye olma” durumundan başka birşey değildir bu. Her ne kadar isteyerek ve şehvetle sevişmişse, öncelikle kendi arzularını tatmin etmişse de Füsun, sonunda Kemal’den ilişkisine resmiyet mührü istedi. Kemal’le ilk kez yatağa gidişindeki kararlılığa, kullandığı vücut diline, ihtirasın her birleşmede tekrar tekrar doruğa çıkışına bakılırsa Füsun öncelikle kendi arzularını tatmin etti. Her seferinde Masumiyet apartmanında Kemal’e gelirken aslında hazların hoplayıp arzuların zıplamasıydı kafasındaki tek şey. Keşifler yapmak, merakı gidermek, yeni olanı bulmak, ama ille de o dorukta hissedileni her seferinde daha uzun ve derinden yaşamak! Peki ama “bekaretin hediye olma” durumu nerede kaldı? Eğer hediye idiyse neden ciddi birşeyler olana kadar beklemedi? Eğer hediye değilse, sonuna kadar gidişte neden Kemal suçlandı? Masumiyet apartmanının muhabbet yuvasına gelirken Füsun, Kemal’in Sibel’le nişanlanmak üzere olduğunu çok iyi biliyordu. Kendini sonuna kadar teslim etmekteki beklentisi fakir kızın zengin erkek avından başka bişey değildir. Ben bu ilişkide aşk görmüyorum. Hem erkekte hem de dişide buram buram şehvet kokan cinsellık var. Bunun devamında gelişen duygular Füsun’da “beklenti ve kine”; Kemal’de “takıntılı tutkuya” dönüşmüştür.

Kemal Füsun’un beklentisine cevap veremeyeceğini anladığı anda nişanlısı Sibel’e doğru hızla koşup küçük bir çocuk gibi eteklerinin ardına saklanacakatır. Sibel’e adeta; “biz artık sevgili, nişanlı, duygusallığı cinsellikle karışık yaşayan iki insan olmayalım da sen benim yoldaşım ol” der. Burada Sibel’in, “tutkunun esiri olmuş nişanlışı” Kemal’e yardım etmeye çalışmasının gerisinde yine cinsellikle ilintili çaresizlik vardır. Sibel aynı yüksek zümrenin paydasını paylaştığı Kemal’in kendisiyle evleneceğinden emin olduğundan cinsellikte sonuna kadar gitmiştir. Kemal’e yardım etmek arzusuyla bir de aylarca aynı evi paylaşmıştır. Artık pazara çıkmış şeref ve namusunu kurtaracak olan Kemal, gayleye gelip Sibel’le evlenmelidir. Hani Sibel moderndı? Hani o sosyete kızıydı, Avurpa’da okumuş, bol paralı çevrelerde yaşamış, entellerin ve kalburüstü insanların çevresinden çıkmıştı? Ne oldu modernliğe ve cinselliğin bu zümre kızları tarafından rahatlıkla yaşanmasına? Hani sosyete cinselliği evlenmeden önce de yaşardı ve kimse umursamazdı? Kitapta bu ikilemlere cevap bulamıyorsunuz, zaten bulmaya da gerek yok. Sadece toplumumuzun bekarete ve cinselliğe bakışını 30 yıl önce hem sosyetenin hem de orta direğin gözünden değerlendirmeniz kolaylaşıyor.

Kemal ve “büyük tutkusu Füsun” kafamı epeyce meşgul etti. Füsun’un ilk buluşmalarında kaybolan tek küpesi Kemal’den Fatma Bacıya, bacıdan Kemal’e, uzun süre sonra Füsun’un banyo lavabosunun kenarına, oradan Füsun’un çekmecelerine geçecek ve daha sonra Ceyda’yla Füsun’un sırrı haline dönüşecektir. Küpelerin akıbeti Füsun’un kin güden ruh haline en belirgin delildir.

Peki ya Kemal’in ıvır zıvır toplama saplantısı nasıl başlamıştır? Acaba Füsun’la ilişkiye girmeden önce Kemal eşya toplama takıntısına sahip miydi? Herzaman bir yerlerden eşyalar toplayıp o anı tekrardan yaşar mıydı? Yoksa Füsun’un eşsiz cinselliği ve yaşattığı haz dolu anlar mı tetikledi bu takıntılı ruh halini? Sadece eşya toplama da değil.. Füsun’un evinden geç saatlere ve hatta darbe ve sokağa çıkma yasağına rağmen “kalkamama/ayrılamama” takıntısı da var. Füsun’un evine 8 yıl boyunca neredeyse her akşam gitme takıntısı var. Telefon numarası çevirip cevap vermeden dinleme takıntısı var.

Kemal’e en başta beklenen yardım Sibel’den gelmedi, kendi annesinin gözünden kaçtı, Keskinler tedaviye ihtiyacı olduğunu anlamadı normal birşeymiş gibi yıllarca her akşam yemek masasına buyur ettiler, arkadaşlarıysa “bize benzemeyen çemberin dışında kalir” dercesine dışladılar bu sapkınlık seviyesinde tutkun adamı. Kemal’in ihtiyacı olan aslında iyi bir profesyonel yardımdı, o da gelmedi.

Füsun 8 yıl aradan sonra Kemal’le tekrar birlikte olacaktır. Tekrar dorukta yaşanan cinsel hazların hemen ardından, bekaretini kaybetmiş bir genç kız suçluluğu ve buhranıyla Kemal’i bir kere daha şiddetle suçlayacaktır. Kitap bittiğinde kafanızda takıntı sözcüğünü ve beraberinde getireceği beklenmezlerle belirsizleri gözden geçirirken bulabilrsiniz kendinizi.

Kemal’in 8 yıl boyunca deli divane yaşantısına aşk diyenlerin Leyla ile Mecnun arasında zuhur eden şeyin ne olduğunu açıklamalarını isterdim. Zaten Kemal’in entel yengesi Berrin kitabın 128inci sayfasında: Aşık olmak için yatmak, cinsellik, bunlar gerekmiyor. Aşk, Leyla ile Mecnun’dur” diyor. Okuyunca altını çizmişim, demekki o içerikte çok hoşuma gitmiş.

Kitap boyunca Kemal ve rakı muhabbeti, belki epey yoğundu ama, özendim. Ayrıca nedendir bilinmez romanı okuduğum süre boyunca rahmetli Barış Manço’nun kol düğmeleri şarkısı tempo tutu kafamda. Düşündüğümde pek de derin alaka bulamasam da, Masumiyet Müzesi dendiğinde bilinçaltım hep o şarkıyı çalıyor.

 
Toplam blog
: 41
: 2564
Kayıt tarihi
: 25.03.09
 
 

Gündeliğin akışını, yaşanmışı, gezilip görülmüşü veya okunmuşu paylaşmak istiyorum. Eleştirilerin..