Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '13

 
Kategori
Deneme
 

Masumiyete övgü

Masumiyete övgü
 

Görsel kaynak:www.hayalevi.com


Geçen hafta masumiyeti gözledim, onunla düşüp kalktım ve en çok onu sevdim: masumiyeti... Yani saflık, iyilik, temiz yüreklilik ve günahsızlığı! Henüz dört ay 10 günlük yeğenimin yanıbaşında, onun tatlı yüzünde, ışıltılı gözlerinde, sıcak nefesinde, neşeli çığlıklarında yundum, arındım ve kendimi yeniden buldum sanki...Ve bu masumiyetin ergenlerin bebeksi konuşmalarıyla eylemlenen bulaşıcı özelliğini de keşfettim yeniden...
 
Kucağına aldığın bebeğin
 
nefes alıp verişindedir masumiyet. Helâ l ak sütle karnı doysun, altı temiz olsun uğruna etrafa tebessümler dağıtan, neşeli çığlıklar atan bir tokluk halidir masumiyet diye düşündüm... Annenin sıcaklarda terini silmesinde, uzak soğuklarda üstünü kalın giyin diye -sabahın köründe- aramasındadır masumiyet diye de düşündüm yeniden. 
 
O, yattığın kucakta duyduğun kalp atışlarındadır. Okulda tahtaya ilk kalktığında ellerin titreye titreye tuttuğun ilk tebeşirin beyazındadır. Ayaklanıp da koşmaya başladığında ayağın takılınca, istemsizce "anne!" diye bağırmanda da saklıdır. O, bazen beyazlığını hiç yitirmeden yıllarca saklanmış bebeklik patiklerinde, çocukluk ayakkabılarındadır. Ya da hastayken, uyurken dokunmadan saatlerce seni izleyebilen gözlerdedir. Giden sevilene el sallarken tutamayıp gözlerinden akan yaşta, ardından dökülen suyun berrak zerrelerindedir bazen...
 
Özlenen, gidişi izlenip bir şey yapılamayandır o... Terk edilmek gibidir. Haksızca ve anlamsızca...

Uluorta bir şaka yapıldığında herkesin güldüğü ama senin geçmiş(deki) bir acına değdiği için donup kalarak gül(e)mediğin andır.

Kış günü pencereyi açtığında kar yağdığını görüp kar topu oynamak, yaz günü içeri dolan kelebeklerle birlikte hoplaya zıplaya dans etme isteğidir.

Masumiyetin bir türü de belki onu anlatmaya çalışmaktır. Burada yapmaya çalıştığım gibi...
 
İyi biliriz ki; sonrasında ne kadar çalışıp çabalasak da aslında kimsenin hayatı , kendi seçimi değil.

Herkesin küçük demir halkalar gibi birbirine zincirlenerek bağlandığı ve sonunda o zincire bağlı birer tutsağa dönüştüğü hayat oyununda, cinnet, şiddet, ihanetler, felâ ketler ve tesadüfen yaşanan hayatlar karşısında o bebeksi, o çocuk yüzlerde saklı kalan masumiyetlerdir bazen bizleri sarıp sarmalayan... Farkında olsak da olmasak da... 
 
Ne de güzel söyler aslında Sezen Aksu;

"içindeki çocuğa sarıl, sana insanı anlatır..."

Evet, dışında bir çocuk yoksa, içindeki çocuğa...
büyümek farkında olmaksa,
farkında oldukça dişlilerin parçası olmaya devam ediyorsak hâ  ,
büyüdükçe çocuksu küçük sevinçler yerine bencil istekleri seçiyorsak süreklice,
herşey insanlık içinken sözüm ona dünyada,
İçinde artık insanca yaşanamayacak hâ le getiriyorsak dünyayı,
ve artık insanlık dışı/korkunç şeyleri görünce babamızın arkasına saklanmak yerine,
olağan karşılıyorsak bu olup bitenleri...
Artık büyüdük demektir masumiyetten uzaklaşa uzaklaşa,
Sistem adına: kocaman bir bravo !
 
Vicdan sahibiysek eğer,
 
en çok onu kaybettiğimize üzülürüz
rekabet, iki yüzlülük, para, mal-mülk edinme hırsı sarmalındaki yoz hayat
güvensizlik akıtır daha da büyüdükçe
en yüksek debilerle damarlarımıza
bazen yavaş yavaş
bazen de hızlıca
zehirleniriz
anlarız ki; hayat, aslında bayağı kötüymüş
gene de mutlu olma mecburiyeti
masumiyetten ırak mı ırak, kirli kıyılarda
Avuturken, aslında içten içe kahreder durur benliğimizi
Bir bebek yüzüne
O tarifi imkansız masumiyete
sığınırız yine de
 
İnsanlık namına iz değeri olarak
zihnimizde kalanlar adına
"Sevgi" dahil herşeyi alıp satabilen sistemin
Bu eyleminde başarısız kaldığı
o tek şeye, "masumiyette",
dahiler, deliler, yaşlılar ve hastalar
bizlerden daha yakınken o muhteşem şeye...
 
İşte böyle böyle
 
kaybederiz masumiyetimizi, çünkü -çoğu kez- elimizde değil. "Bıngıldak" gibidir bir anlamda o da... Büyüdükçe sertleşir, kabuk bağlar. Küçük olana çok yakışır, konuşamayana, anlayamayana güven duygusu verir... Ama sistemin yarışmacı, acımasız, adaletsiz gözlüğünden bakınca da büyük oranda bir yaradır, hastalıktır, acziyettir, zayıf noktadır o!

Kabul gören, sevilen, içten içe gıpta edilen ama bir yerde bitmesi gereken bir şeydir sanki o... "Kelebek" gibidir. Zor oluşur, saftır, özeldir, görüldüğünde kendine hayran bırakır ama ömrü çok kısadır, bazen de bir gündür bu güzelliğin... Bilinir ki kelebek, kozası onu terk ettiğinde ölür.

Hayatta millet, din, iş, sosyal çevre, aile vb.'ne (başkalarına) ait suçları üstlenmiş gibiyizdir çoğu kez; yattığımız ceza aslında hiç de bizlerin değil...

Hak etmeyiz hiç bir zaman bileklerimizdeki hatta boyunlarımızdaki o kalın zincirleri, bazen o zincirlerde mecburi birer halka olsak da...

Bu gerçeği anlayınca , koca bir hayat boyu içimizde gezdirdiğimiz dilsiz çocuk olanca masumiyetiyle gülümser bize... Ve son karede dile gelip; Samuel Backett'in dizeleriyle cesaret aşılar bizlere yine de:
 
"hep denedin, hep yenildin, tekrar dene, tekrar yenil, daha iyi yenil..."
 
Kıssadan hisse; başlangıçta doğuşta sonrasında ise yenile yenile masumuzdur şu yoz sistem karşısında!
 
Bir C. Süreya şiiriyle (Orta-Doğu) seslenmek gerekirse: "...Bir çiçek nasıl açılıyorsa kendiliğinden/ Bir kuş nasıl uçuyorsa / Öyle sever, çalışır insan,/ Kıraçlar çarptıkça dağlara/ Gül göçürür şafağından/ Doğanın altın şafağından/ İnsanın altın şafağından/ Tarihin altın şafağından/ Biz kırıldık daha da kırılırız/ Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza..."
 
Ve... Ne kadar iyi yenilirsek o kadar masumuz...  Bir çiçek nasıl açılıyorsa kendiliğinden
Bir kuş nasıl uçuyorsa
Öyle sever, çalışır insan,
Kıraçlar çarptıkça dağlara
Gül göçürür şafağından
Doğanın altın şafağından
İnsanın altın şafağından
Tarihin altın şafağından

Biz kırıldık daha da kırılırız

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.   
 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..