Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Haziran '11

 
Kategori
Eğitim
 

Matematik canavarı

Dilimize “çoklu zekâ” başlığı altında çevirisi yapılan bir kuram var; insanlarda bulunan sekiz farklı zekâ ve onlarca alt yetenek alanından bahseder… 

Mesele şu ki, puslu bir mantıkla bakabilsek, her birisinin her insanda az ya da çok bulunabildiği daha yüzlerce farklı zekâdan söz edebileceğiz.. Basitçe söylemek gerekirse, on gram ondan, beş gram şundan, üç gram öbüründen.. 

Hayat oyununun bize sunduğu rolleri doğru paylaştırabilmek için, çok olanın, yani baskın olanın üzerine gidilip, eğitim dediğimiz o karmaşık süreç içerisinde biraz daha parlatılması gerekir. Ta ki, sosyal dengelerin yerli yerine oturtulabilmesi dahi buna bağlıdır. Herhangi bir alanda zeki ve yetenekli olmak her zaman yeterli değildir, kişinin başarılı olabilmesi ve üst düzey üretimler gerçekleştirebilmesi için o yeteneğe yön verecek sosyal ve psikolojik desteğe ihtiyacı vardır. 

Bu ülkenin en temel sorunlarından birisidir, diğer tüm zekâ alanlarının sayasal zekâya boğdurulması, belki de ülkemizdeki tüm çoraklığın da en önemli sebebi.. 

Beden eğitimi, görsel sanatlar ve müzik gibi çok önemli ve fakat haftada bir saate indirgenmiş programlar, çoğunlukla matematik derslerinin işgaline uğramıştır. Hoş iyi de olmuştur, çünkü bu ilgisizlik, hiç olmazsa o alanda olsun, okulun yarattığı tahribatın nispeten azalması anlamına gelmektedir. Uluslararası başarıların çoğunlukla bu alanlardan çıkması boşuna değildir.. 

Sözel derslere ait içler acısı durum bir yana, bugün okullarımızda fizik, kimya, biyoloji gibi fen dersleri bile hayatın içinden koparılıp sayısallaştırılmış ve bir çeşit matematik dersine dönüştürülmüştür. Eğer matematik ve fen derslerinden iyi notlar alıyorsanız, sayısal ezberleriniz iyiyse yani, herkesin gözdesi olabilir, ülkenin geleceğinde ve hatta bütün sektörlerde söz sahibi olabilirsiniz. Başımıza bela olmak da dâhil, olmamanız gereken hemen her şeyi olursunuz yani. 

Hani bir şarkı vardı; “her şeyden sen anlarsın, / her şeyi sen bilirsin!” diye başlayıp, “sen neymişsin be abi!” diye devam ederdi. Tıpkı o şarkıdaki gibidir, en güzel kızı bile sayısal ezberleri iyi olanlar kapar bu ülkede. Niye kapmasınlar ki? Hani tilkiye; "Tavuk kebabı sever misin?" demişler de; kasıklarını tutan tilki; "Yahu güldürmeyin adamı!" demiş.. 

Matematik ve fen derslerinden aldığınız iyi notlar, sayısal zekânızın iyi olduğunu da göstermez üstelik. Çünkü ezberlerin olduğu yerde gerçekler belirsizleşir.. Kaldı ki, kavramlar ve terminoloji üzerinden anlatılan bir matematik, ezber olmayıp da ne olacaktır? Nihayetinde kimse, “bu ne işe yarar” diye sorduğunuz hiçbir formülün bilimsel, felsefi ve düşünsel alt yapısını size öğretebilecek birikime sahip değildir. Ne de sizin birikiminiz onları ezber olmaktan çıkaracak düzeydedir. 

Ve fakat gelin görün ki, bir toplumun sayısal zekâsı öne çıkan insanlara duyduğu gerçek ihtiyaç, tüm istihdam alanları dikkate alındığında yüzde beş’i bile geçmez. Ve hatta denilebilir ki, herkesin sayısal zekâsı iyi olsaydı eğer, insanlığın macerası çok da uzun soluklu olmazdı. 

Öyleyse, ilköğretim okullarının ilk beş sınıfında hâlâ, sınav başarısını artırmak isteyen rekabetçi öğretmenler tarafından çocuklarımız neden günde en az üç-beş ders saati matematik canavarının kollarına atılıyor?. Resim yok, müzik yok, beden eğitimi ve tümötekiler yok. Hadi var diyelim ve fakat o derslerin hakkını verebilecek, sevdirebilecek bir derinlik, bir öğretmen birikimi de yok.. 

Peki ama, okul onca yıldır kendisini matematik ve fen dersleri üzerinden ifade etti de ne oldu? Çocuklarımızı hırpalayarak, aşağılayarak ne kazandı dersiniz?. Sayısal zekâsı öne çıkanları ezberciliğe, tüm ötekileri hoyratlığa kurban vererek, bilime, sanata, düşünceye ve kitaba yönelik lanet bir nefreti ateşlemekten başka ne yaptı? 

Sayılarla aramızın iyi olmamasının ana sebebi elbette ki okullarda yaratılan nefret ve korkulardır.. 

2009 ÖSS sonuçlarına göre (ki 2010 ve 2011 sınavları da üç aşağı beş yukarı benzer sonuçlar içermektedir) 704.000 öğrenci fen bilimleri, 251.000 öğrenci matematik testinden hesaplanabilir düzeyde bir başarı gösterememiş, yani sıfır çekmiş.. En temel matematik bilgilerinin ölçüldüğü 30 soruluk matematik 1 testinde, tüm adayların ortalama doğru cevap sayısı 9, yanlış cevap sayısı 21 olmuş. Matematik 2 testindeki sonuçlar daha da kötü.. Fen Bilimleri 1 testindeki doğru cevap ortalaması ise sadece 4.. Türkçe testinde ise 40 sorunun ortalama 14 tanesi doğru cevaplanabilmiş. 30 sorunun ortalama 11, 4’ünün doğru cevaplandığı, (hani şu okulun itip kaktığı ve iyi ki de öyle yaptığı) sosyal bilimler alanı, eh ötekilerine göre biraz daha iyi.. 

Soruların bir kısmına doğru cevap vermiş gibi gözükenlerin ne kadarının bunu tesadüfen başardığını bilmiyoruz. Rast gele işaretlenen cevapların doğu çıkma ihtimali kaçta kaçtır onu da bilmiyoruz. Soru kitapçıkları verilmeden, cevap anahtarlarının doldurulması istenseydi eğer, üç aşağı beş yukarı aynı sonuçlarla karşılaşırdık. Toto ve loto gibi şans oyunlarının bilinirlik yüzdeleri bile bu sonuçlara oldukça yakındır.. 

Bir önceki Milli Eğitim Bakanı; “Bu sınavlar İngiltere’de yapılmış olsaydı aynı sonuçlar alınırdı.” demiş. Aslında bu sınavlardaki sonuçlardan daha da anlamlısı, uzun yıllar bakanlık yapmış birisinin, eğitimde gelişmişlik ölçütünün, 30 soruluk bir testte ortalama 18-20 doğru cevaba ulaşılması olduğunu bilmemesidir, “..mış” gibi yapmasıdır yani, öğretemediği halde öğrettim diyebilme cesaretidir. 

Şimdi var mısınız, şu fen bilimleri ve matematik öğretmenlerinin evrensel terazideki ağırlıklarını ölçmeye?.. Yarattıkları fobilerle nasıl matematik özürlü bir toplum haline dönüştüğümüze öğrenmeye.. Hele onlarla bir başlayalım, sonra diğerleriyle devam ederiz.. Yoksa da, bırakın şu sistem-mistem değiştirme ayaklarını; en iyisi kapatın okullarınızı ve kurtarın şu milleti bir sürü zarardan!.. Hayatlarında üç-beş özgün kitap okumamış insanları genel müdür, müdür ve öğretmen olarak atayan çarpık bir anlayışla evrensel yarışa dahil olmamızın imkânı kalmamıştır.. 

Sistem içindeki bütün o afili adamlar, sistem mühendisleri yani, önce kendilerini ve sahip oldukları tüm insan kaynaklarını değiştirmeleri gerektiğini neden anlamak istemiyorlar? Baktıkları pencereleri, niteliklerini, birikimlerini, vizyonlarını, kitapla kurdukları ilişkiyi neden gözden geçirmiyorlar?. Ve neden hâlâ, “sistemi değiştirince tüm problemleri çözeriz” aptallığından kurtulup, yeteneği, kitabı ve insanı merkeze almak istemiyorlar? “Şu sınavı koydum bu sınavı kaldırdım” demekle ve sürekli ders programı tercüme ettirmekle eğitim problemlerinin çözülemeyeceğini, sorsaydılar işportacı esnafı bile söylerdi onlara.. 

Hem kaldı ki, çocukların önceliklerini yok sayan bir okul, kendi isteklerinin ciddiye alınmasını onlardan nasıl bekleyebilir ki? Matematik ya da fen bilgisi gibi dersler çocukların dünyasında ilk yüz sırada bile olmayabilir. O listeyi, kırmadan dökmeden nasıl değiştirebilirim diye bir kez olsun kafa yormuş mudur okul? 

Şurası kesin ki, sayısal ezberler de en az sözel ezberler kadar büyük tahribatlar yapar. Sosyal olayları bile sayısal ezberlerle anlamaya çalışan üniversitenin, yüksek yargının, askeriyenin, bütün bir bürokrasi ve siyaset kurumunun içine düştüğü ve bizleri de sürüklediği en temel açmaz budur. Bugün bu ülkede hazineden geçindiği halde, saçmalama özgürlüğünü sonuna kadar kullanan insanların ilk ve orta öğretim yıllarına gidip bir bakın bakalım, göreceğiniz tek şey matematikten iyi notlar aldıkları gerçeğidir.. 

Hülasa şu ki, sayısal ezberler problem çözme yeteneklerimizi öldürüyor. Bu ülkede birbirimizle sürekli kavga ediyor ve en basit sorunların bile üstesinden gelemiyorsak, dönüp adına eğitim dediğimiz şu saçmalıklar trajedisine bir kez daha bakmamız gerekiyor.. 

 
Toplam blog
: 19
: 679
Kayıt tarihi
: 01.03.11
 
 

1957 yılında Erzurum ilinin Şenkaya ilçesine bağlı Evbakan Köyünde dünyaya geldim. İlkokulu doğduğum..