Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Aralık '07

 
Kategori
Sanat Tarihi
 

Matematik ve sanat

Matematik ve sanat
 

"Sanat" dediğimiz uğraşın hangi tarihte başladığını bilmiyoruz. Çünkü, sanatın ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Fakat, sanatın olması için mutlaka insanın olması gerekmektedir. Yani, doğa ve doğadaki diğer canlılar bazı güzel şeyler ortaya koyabilir. Ama, bunlar asla sanat eseri niteliğinde değildir. Bu söylediğimi biraz daha açacak olursam: Doğa, birçok güzellik yaratmıştır. Bir kelebeğin incecik kanatındaki olağanüstü renk uyumu, bir ağaç gövdesinin sanki sanatçının elinden çıkmışcasına duran gövdesi, yeşilin her tonu içinde sanki yeşilmiş gibi akan bir küçük akarsu, ağaç dalına konmuş ve rengarenk tüyleri olan minicik bir kuş... Bunlar ve bunlara benzer daha nice doğa güzellikleri. Ya da bir küçücük örümceğin marifetli bir bayanın elinden çıkmış gibi ördüğü ağ. Kırlangıcın titiz bir mimar gibi akla durgunluk veren havada asılı duran yuvası. Bütün bunlar birer sanat eseri gibidir. Ama, sanat eseri değildir. Çünkü, bir şeyin sanat eseri olabilmesi için insan unsurunun olması şarttır. Yani, bir objeyi insan alacak ve insana sunmak için şekillendirecek.

Bizim kısaca "sanat" dediğimiz uğraş, aslında kendi içinde çok değişik dallara ayrılmaktadır. Bu nedenle sanatı iki ana başlık altında toplamak sanırım konuyu daha anlaşılır kılacaktır. Bu ana başlık, "Görsel Sanatlar" ve "İşitsel Sanatlar"dır.

Görsel Sanatları şöyle açabiliriz: Resim, heykel, sinema, tiyatro, mimari, fotoğrafçılık, hat, edebiyat.

İşitsel Sanatları şöyle açabiliriz: Müzik.

Hem işitsel hem de görsel sanat dalına elbette, sinema, tiyatro ve müzik girmektedir.

Şimdi ilk paragrafımdaki görüşlerime geri dönersek insanın dışındaki yaratıların neden sanat eseri olmadığını daha kolay anlayabiliriz Bakınız, görsel sanatlardaki ve işitsel sanatlardaki bütün konuların yaradılışı önce akla bağlıdır. Sonra duygular gerekir. Ve tabi ki sonra da yetenekler. Ama, bu üçünden biri yoksa ne sanatçı vardır, ne sanat vardır ne de sanattan anlayanlar. Çünkü, bir sanat eserinden anlamak yalnızca insanlara özgüdür. Ancak, sanat eserinden anlamak da bir geçmiş gerektirir. Modern sanattan anlamamak aslında modern sanatın ne demek istediğini bilmediğimizden kaynaklanmaktadır. Klâsik müziği sevmeyen kişi "anlamadığını" bilmektedir. Çünkü, klâsik müziğin içinde büyük bir matematik uyum vardır. Klâsik müzikten anlayanların bile ayrımına varamadıkları sevgi, aslında bu matematikteki uyumdan kaynaklanmaktadır. Besteciye sağır olsa bile beste yaptıran işte bu matematiktir. Çünkü, bu müzikte beste yapmak için kulağa değil, matematiksel akla gereksinim vardır.

Klâsik müzikten dışarıya baktığımızda durum farklı mıdır? Elbette değildir. Resim sanatında da matematiğin önemli bir yeri vardır. Perspektif dediğimiz şey ölçülerin tuvale yansımasından başka bir şey değildir. Bir tablonun formunu oluşturmak, figürleri tuvala ya da her hangi bir zemine yerleştirmek yalnızca gözün terbiyesi değil, aslında ve belki de farkına varmadan matematiksel hesaplamaların işidir.

Heykelde de durum aynıdır. Bütün heykeltraşlar tepeden tırnağa matematiksel hesaplamalarla uyum içinde eser üretmektedirler. Matematikten en ufak bir ayrılık karşımıza uyumsuz bir eseri doğurur. Ki bunun en önemli ve ünlü örneği Michelangelo'ın Davut Heykeli'dir. Rönesans'ın en önemli sanatçısının bu olağanüstü olmasına az kalmış heykelinin tek kusuru, Davut'un sağ elinin matematiksel hesaplamalardan kaçmış sağ elidir. Bu heykelin üst kısmı yani belden yukarısı daha büyük yapılmıştır. Bunun açıklaması sanat tarihinde vardır: Çünkü heykel yüksek bir kaide üzerine konulması amacıyla yapılmıştır. Böyle yüksek bir kaide üzerine konulursa, aşağıdan bakıldığında heykel normal gözükecektir. Ancak, sanat tarihi Davut'un sağ elinin neden orantısız yapıldığını açıklayamamaktadır. Bence, ünlü sanatçı aşağıdan bakıldığında yüksek bir kaidede duran heykelin alt kısmı ile üst kısmını matematik kurallarına göre ölçmüş ama sıra sağ ele geldiğinde, onu da vücudun üst kısmı olarak hesaplamıştır. Belki sağ elin aşağıda kaldığını unuttu, ama matematik, unutmayı asla affetmez.

Türk sanatında çok önemli bir yer tutan hat sanatında da matematik kuralları işler. Hiçbir harf ezbere ne uzatılmıştır ne de kısaltılmıştır. Hiç bir işaret rastgele sağa sola konmamıştır. Bütün harflerin ve işaretlerin aslında birbirlerine matematiksel bir orantısı vardır. İşte bu orantı hat sanatını sanat yapar. Yoksa bütün yazılanlar sanat eseri olurdu, bütün yazanlar da büyük sanatçı olurdu.

Diğer sanat dallarında da durum aynıdır. Matematiksel bir aklın uğramadığı hiç bir şey sanat eseri olma niteliğine kavuşamaz. Evet, bu şiirde de böyledir, romanda da böyledir, müzikte de böyledir, resimde de böyledir.

Çevremize baktığımızda gördüğümüz ve doğanın bizlere sunduğu bütün doğa güzellikleri ve bütün renk uyumu, aslında doğada ne denli güçlü bir matematiğin ve orantının da olduğunu bizlere göstermektedir. Doğada hoşumuza giden aslında bu uyumdur. Doğanın bir parçası olan insan da aslında bir matematiksel orantılar örneğidir. İnsanın, bedenen güzel olma ölçüleri çeşitli organların bir birleriyle olan orantılarında gizlidir ki, bu orantılar bir çok yayın organı tarafından bilimsel olarak yayınlanmıştır.

O halde dünyayı ve sanatı anlamak sanıldığı gibi hiç de kolay değildir. Çünkü, doğayı ve sanatı anlamak için matematiksel bir zekâya ve akla sahip olmamız gerekmektedir. Dinciler de dahil olmak üzere, hiçbir dini öğreti bize doğanın ve sanatın güzelliğini açıklamaz. Hattâ , dinciler, sanat eserlerinin yaratıcı Tanrı ile yarıştığını düşünerek sanatı yasaklamışlardır. Dinciler, düşünmeyi ve yaratmayı değil, inanmayı ve şükretmeyi emretmektedir. Fakat, dinler, dinciler kadar hiçbir zaman geri kalmamışdır. Din kitapları matematiksel zekaya ve akla bir sürü örnekler sunmaktadır.

Çevrenizde sık sık "Sanatın içine tüküren" bazı insanlara rastlarsınız. İşte bunlar matematiksel düşünceye sahip olmayan insanlardır. "Bilmediğini bilmeyen" bu zavallı insanlarla insani ilişki kurmak olası değildir. Çünkü, sanatçı ve yarattığı eser aslında doğanın matematik kurallarının yansımasından başka bir şey değildir.

Unutmayın, belki bütün kutsal kitaplar Kuran-ı Kerim gibi bir matematik "mucizesi" idi, fakat hepsi değişime uğradı. Fakat, matematiğin bütün yaratılarda ne denli etkili olduğunu anlamak için, bir tek Kuran-ı Kerim'deki oran ve orantılara, sayılar arasındaki olağanüstü iletişime bakmak gerekiyor. Ve sonuç olarak şunu söylememiz gerekiyor: Matematiksel akla, zekâya sahip insanlar, yaratıcı Tanrı'nın dünyaya en büyük armağanlarıdır. Çünkü, dünyayı Tanrı ile birlikte güzelleştiren bu insanlardır.

Geri kalanlar mı?

Onlar Tanrı'nın en güzel yaratıkları ile kavga etmek için dünyaya gelmişlerdir. Belki de kıskandıkları için. Kimbilir?

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..