Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Matild Manukyan ve kapitalizmin yasaları üstüne bir bakış.

Matild Manukyan ve kapitalizmin yasaları üstüne bir bakış.
 

Değerli arkadaşlar. Bundan yaklaşık üç yıl önce yayınlanmış bir yazımı paylaşmak istiyorum bu gün sizlerle. Yazıyı arşivimde bulamadığım için üç yıl önceki ile birebir olmayacak belki ama genel hatlarıyla benzer olacak. Konu başlıktan da anlaşılacağı üzere kapitalizm yasaları ile ünlü genelev patroniçesi Matild Manukyan yasalarının ne kadar benzeştiği.

Eğer dünden bugüne içinde yaşadığımız toplum düzenini, düzenin içindeki çarpıklıkları, çelişkileri, adaletsizlikleri gözlemliyorsanız sanırım siz de bu benzetmelerime katılacak, hatta şaşıracaksınız. İşte o dönemlerde sözünü ettiğim bu çelişkiler yoğun biçimde kafamı kurcalıyor ve bu işin içinde bir bit yeniği olduğunu düşünüyordum. Dedim ki kendi kendime bu konuyu en basit, en yalın nasıl tanımlayabilir, nasıl adlandırabilir, nasıl yazıya dökebilirdim hepimizin anlayabileceği dilde. Bir zamanlar vergi rekortmeni olarak taçlandırılan ve onura edilen Matild Manukyan ismini hatırlayarak tabii.

Çark birebir aynı işliyordu nerdeyse. Bu pazarı besleyen en önemli etkenler sıralamasına baktığımızda, öncelikle ülkemizin içinde bulunduğu sosyoekonomik koşullarlar, cehalet ve tabii ki yazılı görsel ve yazılı basın aracılığı ile sürekli pompalanan tüketim çılgınlığı başta geliyordu. Bu yüzden böyle bir pazarı oluşturmak hiçte zor değil, hatta çocuk oyuncağı idi onlar için. Onlar avının kokusunu daha bir kilometre öteden alırdı. Onlar için en kolay av türü büyük hayallerle ve umutlarla büyük şehre gelmiş, sonrasında zora düşen ve serseri mayın gibi ortalıkta dolaşan genç artist adaylarıydı.

İşte yazılı ve görsel medya tarafından sürekli damarlarına enjekte edilen lüks hayat özleminin cazibesine kapılıp yollara düşen bu genç kızlar onların en gözde hedefiydi. Bunu birçok Türk filminde de görmüş izlemişsinizdir zaten. Öncelikle koruyucu abi veya abla rolleriyle avlarına yaklaşırlar ve uğruna kaçıp geldiği o ışıltılı ve lüks hayatın ucundan, kıyısından azcık gösterir ve akıllı olurlarsa tüm bu hayatın rengine, ışıltısına, ihtişamına, sahip olabilecekleri mesajını iletirlerdi. Bu yüzden ilk adımı gayet dikkatli atar avlarını korkutmadan ürkütmeden yavaş yavaş çemberin içine alırlardı. Zaten zor durumda olan ve artık geri de dönmeye cesaret edemeyen bu kızcağızlar ise başlarına geleceklerden habersiz, “en azından %90.dan habersiz” pembe rüyalara dalar ve bir an önce ne iş yapacaklarını öğrenmeye, kestirmeye çalışırlardı. Sanırlardı ki ya ünlü bir artist ya da manken olacaklar. Bu esnada koruyucu ablaları öncelikle birkaç güzel kıyafet alır, bu yolla da bir güzel borçlandırırlardı onları fark ettirmeden. Ondan sonrada ömür boyu bu borçtan kurtulamazlardı zaten. Köyden şalvarla gelip ilk defa bu kıyafetleri giyen kızlar ise kendilerinin bayağıda güzel olduğunu fark eder, hatta bazı ağabeyleri ablaları tarafından böyle düşünmeleri özelikle tetiklenir, sonra da nerden çıktığı belli olmayan bir erkek çıkarılırdı kurbanların karşısına. Bu sırada kızın kulağına bu adamın çok muhitli olduğu da fısıldanır, sadece onunla yiyeceği bir akşam yemeği sonrasında istediği tüm kapıların birer birer önünde açılacağı belirtilirdi. Bunları duyan genç kızlar ise içine düşecekleri tuzaktan habersiz daha o saniye kendilerini Yeşilçam da hayal etmeye başlar, ünlü bir artist olma uğrunda yenecek bir akşam yemeğinde fazla sakınca görmezlerdi bir miktar huzursuzlukta duysalar içlerinde. Önüne geçemedikleri tutkuları da bu huzursuzluğu bertaraf etmelerine yeterdi. Hatta kendi kendilerine, meğer ne kadar da basit ve ulaşılabilirmiş hayallerimiz diyerek şaşarlardı. Bir süre sonra, gerçeklerle yüzleştikçe işin iç yüzünün hiçte göründüğü gibi olmadığını anlarlardı anlamasına ama çoğu zaman iş işten geçmiş, tavşan dereyi aşmış olurdu.

Bu saatten sonra isteseler de bu bataktan kurtulamaz, kendilerini bekleyen makûs talihin çarklıları arasında yem olur giderlerdi. Yapabilecek tek seçenek kalırdı. İster istemez kendilerini bu hayatın işleyişine alıştırmak ve kendileri dahil herkes için işleri kolaylaştırmak.

Sonrası bildik cümleler, sonrası dümenler. Sonrası replikleri çok önceden yazılmış oyunun parçaları. Gelenler, gidenler ve karşılarına çıkartılan bu kızların aşık olabileceği genç ve yakışıklı belalılar. Belalılar genellikle patronun sağ koludurlar ve tek görevleri sermayenin sağ cebinden giren parayı sol cebinden patroniçeye aktarmak çaktırmadan.

Şimdi bir düşünün bakalım. Kapitalizmle Matild Manukyan yasaları nerdeyse birebir örtüşmüyor mu birbirleriyle sizce de? Gün be gün içine sürüklendiğimiz borç kıskacı her gün biraz daha sıkmıyor mu ümüğümüzü. Bizim gibi ağına düşürdüğü tüm az gelişmekte olan ülkelere abi abla ayakları ile yaklaşıp, sömürmüyor mu ne var ne yoksa son damlasına, son zerresine, son meteliğine kadar. Yalnızca kendi varlığını, saltanatını sürdürebilmek adına. Sonrada başına taç etmiyor mu tüm dünya ister istemez bu adını tek geçtikleri bu süper gücü. Kısacası bizim gibi az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin Matild Manukyan’ı olmuyor mu Amerika ve müttefikleri, bizde sermayeleri.

Sizin oralardan manzara nasıl görünüyor bilmem ama benim buralardan görüneni en basit haliyle böyle yorumladım ben. Sizinkileri de siz ekleyiverin artık bir zahmet. Saygılarımla…

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..