Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Temmuz '08

 
Kategori
Sosyoloji
 

Matrix'de misiniz, Yeraltı'nda mı?

Matrix'de misiniz, Yeraltı'nda mı?
 

En sevdiğim film türleri, insana yaşadığı her şeyi sorgulatan filmlerdir. Elbette diğer sanat eserleri içinde böyledir ama anlatmak isteyeceğim şeyle ilgili iyi film örnekleri hatırladığım için sinema sanatını ön plana çıkardım.

Bu tür filmlerde, yaşamınızın tüm gerçekliğini sorgularsınız. Örneğin Truman Show’u seyredersiniz ve bir yaşamınızın aslında tüm dünyanın izlediği bir dizi senaryosu olup olmadığını düşünürsünüz. Ya da Matrix’i izler ve yaşam zannettiğiniz şeyin aslında beyninize yansıtılan sanal bir alem olup olmadığını sorgularsınız.

Son on yıldır benzer bir sorgulamayı neredeyse yaşamımın her anında yapıyorum. Okuduklarımın, duyduklarımın, algıladıklarımın ve tüm bunlar üzerinden gelişen düşüncelerimin gerçekle olan bağını merak ediyorum.

Çünkü çevremde var olan birçok insanla, aynı şeyler üzerinden bambaşka anlamlar çıkarıyorum. Bu birçok insan tanımı içinde muhafazakar, milliyetçi vb. gibi kendi fikri altyapıma uzak insanlar olsalar, oldukça normal karşılayacağım. Ama ne yazık ki öyle değil. Bahsettiğim insanlar düşünsel kimliklerimizde benzer sıfatlar yer alan insanlar. Bunu sırf MB ortamında diyalog halinde olduğum insanlar için söylemiyorum. Neticede iki kişi haricinde (iki MB üyesi ile tanışma şansım oldu şu ana kadar) diğer tüm isimler benim için sanal birer isimden öte bir şey değil. Ama gerçek yaşamımda da benzer bir durumu yaşıyorum.

20. yüzyılın ünlü düşünürlerinden Bertnard Russell “İki kişinin aynı anda kavrayabileceği bir şey kesinlikle yoktur” dediğine göre buna şaşıracak bir şey yok da denebilir elbette ama bu algılama farklılıkları belirli bir sınırın ötesine geçince, ortada bir sorun olmadığını düşünmeden edemiyor insan.

Düşünebiliyor musunuz, benim bu ülke için tehlikeli bulduğum hayali ülkenin kurtuluşu olarak gören, benim bu ülke için tehdit gördüğüm insanları kahraman olarak algılayan dostlarım var. Ya da onların emperyalizmin oyunu olarak gördüğü şeyleri, ben ülkeyi çağdaş dünyaya bağlayan köprü olarak değerlendiriyorum. Benim çıkış noktası olarak gördüğüm şeyleri ise onlar batının ya da kapitalizmin göz boyaması olarak tanımlıyorlar. Bu zıtlıkları uzatmak mümkün.

Peki, ben hangi roldeyim. Yaşamımı sürdürdüğümüz ortamın bir dizi senaryosu olduğunu fark eden ve çevresine bunu ikna etmeye çalışan kişi rolünde mi, yoksa tam aksi yönde bana bu gerçeği dile getirmeye çalışan kişiye bir paranoya yaşadığını söyleyen ve gerçeğin içinde yaşanılan senaryo olduğunu inatla dile getirmeye çalışan kişi mi?

Bu durumu sorgulamak için, bana veri sunabilecek her şeyi tekrar tekrar gözden geçiriyor, zihnimde her veriyi tekrar tekrar sorguluyorum. Ama ulaştığım sonuç az aşağı az yukarı benzer noktaya çıkıyor.

En son olay üzerinden düşündüğümde, tüm Ergenekon sürecinde tutuklananlara bakıyorum; Kuvayi Milliye Derneği'nin Mersin'de düzenlenen yemin töreninde 'Türk anadan ve babadan doğmuş, soyunda dönme olmayan Türk oğlu Türk'üm ben' diyerek silah, bayrak ve Kuran üzerinde yemin ettiren emekli Albay Fikri Karadağ’ görüyorum. Ya da Katledilen Hrant Dink’in her duruşmasına katılan ve ona tehditler savuran Avukat Kemal Kerinçsiz’i görüyorum. Susurluk davasının her aşamasında adı geçen, Meclis Araştırma Komisyonu tarafından çağrılmasına karşın ifade vermek için bile gitmeyen ve en son Danıştay saldırganı Alparslan Arslan’la Danıştay saldırısından beş ay önce fotoğrafları yayınlanan Veli Küçük’ü görüyorum. 2004 yılında darbe hazırlığı yaptığını sağır sultanın duyduğu iki eski orgenerali görüyorum. Ve bu isimler emekli olur olmaz, onlara gazetenin vakfında yer açan Cumhuriyet Gazetesi yazarlarını görüyorum.

Ve insanlar bana diyorlar ki, tüm bunlar emperyalizmin senin bu şekilde algılaman için sergilediği bir oyun.

Bunu duyunca, bu hafta dış gündemlerinde olan Zimbabve’deki seçimler geliyor insanın aklına. Başkan Mugabe yeniden aday oldu ve kazandı. ABD seçimleri adil bulmadı. Şimdi bu durumda sırf ABD’nin hoşuna gitmediği için 28 yıldır ülkede diktatörlük kuran ve ülkesine yoksulluk ve insan hakları ihlallerinden başka bir şey veremeyen Mugabe’yi mi destekleyeceğiz. Anti emperyalizm bu mudur?

Ya da resmi ismi Birmanya Birliği Sosyalist Cumhûriyeti olan ve 1988’den beri askeri diktatörlükle yönetilen ülke mi anti emperyalist ve sosyalist. Ülkesinde 100 bin kişinin selden ölmesine aldırış etmeden yeni anayasa oylaması yapan ve en haşininden Amerika düşmanı olan bir ülkeden bahsediyoruz.

Beni bu ülkenin yöneticilerini, birer anti emperyalist olmaları vesilesi ile kahraman olduğuna ikna etmenin zor olduğunu düşünüyorum.

Örnek verdiğim film türünü değiştirmek istiyorum. Emir Kusturica’nın Yeraltı isimli filmini hatırlıyor musunuz? Hani şu komünist Marko’nun savaş esnasında arkadaşı Blacky'i ve yoldaşlarını ikna ederek yeraltındaki bir mahzene yerleştirmesini. Oysa barış sağlandıktan sonra elde ettiği silah gelirinden vazgeçmek istemeyince yer altında yaşayanlara savaşın devam ettiğini söyleyerek onları yıllarca yeraltında tutmaya devam ettiğini. İşte bazılarını yerin üstüne çıkmaya ikna etmenin oldukça güç olduğunu düşünüyorum iyiden iyiye.

Sırf savaşın bittiğe ikna olmadıklarından değil. Savaş bitse de dışarıdaki yaşamın mücadele edilmesi gereken, tehditlere açık ve her olasılığı barındıran niteliği bu insanları korkutan. Ve özgür yaşamın bu herkese açık tehditlerini bahane edip, beni de yeraltına davet ediyorlar. İşte bu psikoloji aslında çıkışı olmayan, herhangi bir gelişme vaat etmeyen 3. Dünyacılık ideolojisini besleyip duruyor.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..