Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Kasım '08

 
Kategori
Felsefe
 

Matrix

Matrix
 

Matrix filmini izlediğimde, görünen mi gerçek yoksa her şey algıladığımızdan farklı mı diye sormaktan kendimi alamamıştım. Gerçekten evren gördüğümüz gibi miydi yoksa bize bu şekilde mi gösteriliyordu ya da görünüyordu.

Büyük filozof Eflatun (Platon), ünlü Mağara Mitosu’nda ayaklarından ve boyunlarından zincire vurulmuş insanları anlatır. Öyle ki bu insanlar mağaranın içine süzülen ışıkla kendi gölgelerinin dans edişinden başka hiç bir şey görmezler. Dışarıya çıkmak istemezler. Çıkmak da hiç de o kadar kolay değildir çünkü güneşin ışınları göz kamaştırıp insana derin acılar verir. Neden rahatlarını bozsunlar ki gölgelere bakarak hayatlarını geçirirler işte. Kendilerini tanımak görmek için suya bakmaları, dünyayı görmek için can yakan güneşe bakmaları, ışığı görmeleri gerekir. “İçlerinden biri mağaranın içine süzülen ışık huzmelerini fark edip onlara dışarıda bambaşka bir dünya olduğunu anlatsa ona da gülerler hatta onu öldürmeye bile kalkabilirler belki de. Rahata alışmış bu insanlara dışarıda bambaşka bir yaşam olduğunu fikri tam anlamıyla delilik olarak görünür ama aslında tam da böyledir” der özetle Platon.


Dışarıdan gelen uyarılar çok fazla. Örneğin bir karıncanın çıkardığı sesi duyamıyoruz ya da Amerika’da konuşan birini. Belki de yeterince yoğunlaşmıyoruz.

Beynimizde 10–12 milyar sinir hücresi vardır ve biz, söylenenlere göre kapasitemizin % 10’unu kullanıyoruz. Beyni bütün kapasitesiyle kullana bilseydik neler olurdu acaba neleri bilebilirdik? Belki de mutlak bilince ulaşabilirdik. O zaman gerçek gibi görünenin ötesini görebilirdik. Enerji dalgalarını görebilir ya da atomun kalbine gidebilirdik. Tasavvuf felsefesinde söylenen perdeler kalkardı belki de. Evrenle bir olabilir, mutlak gerçeği görebilirdik. Şimdi Platon’un söylediği gibi mağaramızdaki gölgeleri mi izliyoruz?


Sanırım bunları çözebileceğimiz tek aracımız var pek de kullanamadığımız beynimiz. Dışarıdan daha çok sinyal aldıkça daha fazlasını çalıştırabileceğimiz beynimiz. Peki, nasıl daha fazla sinyal alabiliriz nasıl evreni daha fazla duyabiliriz? Aslında bütün vücudunuz sinir hücreleriyle dolu sıcağı, basıncı titreşimleri ve dışarıdan gelen tüm uyarıları sadece 5 duyumuzla değil tüm vücudumuzla algılıyoruz.

Aramızda büyük sevgi bağıları bulunan birinin bizi düşündüğünü veya onu göreceğimizi, telefonun çalacağını hissedebiliriz. İşte bu durumda ilkel beş duyumuz değil bütünüyle bedenimizin algıları devreye girer. Peki, evrenden daha çok sinyal alabilmek için ne yapmalıyız. Bu yaşadığımız yerin kültürüne inancına göre değişir. Hindistan’da yogiler yoga yaparak, Müslümanlar namaz kılarak, Mevlana semaya kalkarak, büyük bir yoğunlaşma ile evreni ve iç dünyalarını dinleyerek en küçük sesleri bile duyabilir hale geliyorlar. Bazen de Mevlana’nın hiç bir kurala uymadan semaya yapması gibi bizde kendi kurallarımızı koyabiliriz. Bazen hiç bir şey düşünmeden oturmak da, tespih çekmekte derin düşünme ya da yoğunlaşma olabilir. Ben Mevlana’nın yoğunlaşma tekniklerini kendime uygun buluyorum. Her ne şekilde olursa olsun yapmaya çalıştığımız şey görünenden ötesini görmek duyabildiğimizden daha fazlasını duymakla ilgilidir. Matrix filminde Neon’un mavi ya da kırmızı hapı tercih etmesi gibidir. Kırmızı hap gerçek Dünya'ya açılan kapı, mavi hap Matrix'te hiç bir şey hatırlamadan sorgulamadan geçen bir hayatın seçimdir. Kırmızı Hap mı Mavi Hap mı? Şimdi bizlerinde Dünya’da tam olarak yaptığı şey budur. Mevlana’ya göre insan evrimini tamamlamamıştır. Dünya’ya kendini ve evreni tanımak ‘’Kamil İnsan’’ olabilmek için gönderilmiştir ve bu yolculuk sırlarla ve zorluklarla dolu bir yolda defineyi aramak gibidir. İyi yolculuklar.

Uzayyolcusu

 
Toplam blog
: 16
: 3022
Kayıt tarihi
: 15.11.08
 
 

Evreni ve kendimi anlamaya, bilmediklerimi bilmeye, varlığımın sebebini bulmaya çalışıyorum. Yaşadık..