Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mayıs '08

 
Kategori
Anılar
 

Mavi boncuklu kolye

Mavi boncuklu kolye
 

Babam, görev icabı zaman zaman şehir dışına, daha çok da İstanbul'a giderdi. İstanbul'a gidişlerinin ilkinin dönüşünde İstanbul’dan eli boş gelmemiş; ablamlara mavi iri boncukların peş peşe dizildiği hoş bir kolye, erkek kardeşime de beyazlı, sarılı oyuncak bir yolcu vapuru getirmişti. 

Gecenin bir vakti salondan gelen sevinç çığlıklarını duyunca uça ese salona koşmuş, babamın boynuna sarılıp göğsüne sokulmuştum. O anki "çok mutlu olan küçük kız" görüntüsünü şu an bile gözlerimin önüne getirebiliyorum. Çünkü ben babam ne zaman şehir dışına çıksa "Ya dönmezse" diye için için korkar, dönüşünü bin bir korkuyla ve sabırsızlıkla beklerdim. O dönene dek de ettiğim duanın haddi hesabı olmazdı. İşte çok şükür dönmüştü. O an daha ne isteyebilirdim ki? Babacığımın kucağında huzur içinde uyuyakalmıştım. 

Sabah kardeşlerimin seslerine uyandım. Gözlerimi açtığımda başucumda durduklarını fark ettim. Ablamlar mavi boncuklu kolyeyi, kardeşim de vapurunu sevinç ve gururla gösterirken aklımdan babamın bana da çoktandır hayalini kurduğum uzun sarı saçlı, mavi gözlü bebeğimi -ki benim ilk bebeğim olacaktı- getirmiş olabileceği geçti. Koşarak yatak odasına gittim. Ayaklarını gıdıklayarak babamı uyandırdım. Yatakta biraz boğuştuktan sonra, alacağım cevaptan emin bir şekilde babama sordum: 

“İstanbul'dan bana ne getirdin babacığım?” 

Babamın İstanbul’dan bebeğimi getirdiğinden o kadar emindim ki içimden, ‘Adını -Leyla'dan uydurduğum- Leyliş koyarım’ diye geçiriyordum. Babam parasının ancak mavi boncuklu kolye ve vapura yettiğini o yaşımdaki çocuk aklımla bile sezinleyebildiğim bir hüzünle söylediğinde yüreğim bir şeylerin yanlış olduğunu fısıldamasına rağmen o an üstünde durmadım. Onun üzülmesine hiç dayanamıyordum; çünkü o, beni bilmeden varlığıyla öyle çok mutlu ediyordu ki… İyi ki vardı, iyi ki dönmüştü. Ne gam?! Hediye kimin umrundaydı ki? Babam, dönmüştü ya... “Olsun varsın!” deyip boynuna sıkı sıkı sarılmıştım. O an benim için gerçekten “olsun varsın”dı. 

Yine bir İstanbul seyahati gündeme gelince bu olayı hatırladım. Babama ablamlara aldığı mavi boncuklu kolyenin aynısından bana da getirmesini sıkı sıkı tembihledim. Ve ben bu kez İstanbul'dan bir an önce gelmesi için babamı -hatta Leylişim’i- değil mavi boncuklu kolyeyi bekledim. 

Döndüğünde bambaşka sarıldım babama; şımarık, yaltaklanarak ve sahte bir samimiyetle... -Şimdi düşünüyorum da bu benim "çıkar"la ilk tanışmamdı.- Babam cebinden, uzun ve ince minik minik rengârenk boncukların dizili olduğu zincir bir kolye çıkarıp gözlerinin içi gülerek bana uzattı. O an uğradığım bozgunluk hâli de hayal kırıklığını ilk duyumsadığım anmış gibi geliyor şu an bana. İçim öyle acıyordu ki yüreğimde bir yerlerin kanadığını sanıyordum. O derin acıyla “Ben mavi boncuklu kolye istemiştim, bunu değil!” diye bağırarak kolyeyi babamın yüzüne fırlattım ve koşarak kendimi sokağa attım. 

Artık emindim: Babam beni kardeşlerimi sevdiğinden daha az seviyordu. Bu düşünce yüreğimi yakıyor, içimde bir yerleri acıtıyordu. Canım öyle yanıyordu ki hıçkırıklarıma engel olamıyordum. Evimiz İstasyon Mahallesi'ndeydi. İstasyon lojmanlarının arkasında, uzun kavak ağaçlarının muntazam bir şekilde dizildiği geniş bir arazi vardı. Önce hıçkırıklara boğulmuş bir şekilde koşarak oraya, ardından orada beni bulabileceklerini düşünerek haftada bir kömür vagonlarının bırakıldığı akasyalığa gittim. Bir kömür vagonuna çıkıp en dip, en karanlık köşeye sindim. Oturduğum yerde ağlaya ağlaya uyumuşum. 

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Adımı haykıran seslere uyandım. Uyku sersemi kızgınlığımı ve küskünlüğümü unutarak gizlendiğim yerden fırlayıp vagondan indim. Babam beni görünce olduğu yerde diz çöktü ve kollarını açıp “Yavrum! Sen ne yaptın? Beni nasıl korkuttun biliyor musun?” dedi. Koşarak babamın boynuna sarıldım. Birlikte bir zaman ağlaştıktan sonra eve gittik. 

Annem ve kardeşlerim, hiçbir şey olmamış gibi davranmayı tercih ettiler. Babamsa bütün bir gece vara yoğa gülmeyi… Beni yatırırken de "Aramızda kalsın, bir daha İstanbul'a gidersem sana mavi boncuklu kolye getireceğim, söz!" demiş, ben de kulağına "Kolyem mavi değil, sarılı beyazlı (!) olsun." diye fısıldamıştım. 

Nihayet babam bir bayram arefesinde, uğruna mücadele ettiğim ve hırpalandığım sarılı beyazlı kolyeyi İstanbul'dan getirince hiç de umduğum kadar mutlu olmadığımı anımsıyorum şu an. Ertesi gün gittiğimiz ilk bayram ziyaretinde daha beş on dakika önce takındığım kolye, komşu kızına vermemek uğruna çırpınırken kopunca hiç ama hiç üzülmediğimi de...

Ablamların "mavi boncuklu kolye"sini zamanlı zamansız, nedenli nedensiz her fırsatta onlardan çok ben takındım. Kardeşimin "sarılı beyazlı vapur"unu bahçemizdeki yüzme havuzunda yazın suda, kışın karda kardeşimden çok ben yüzdürdüm. Ancak "sarılı beyazlı kolye"yi bir daha hatta babam yeniden özene bezene dizdikten sonra bile hiç ama hiç takınmadım. 

Aradan yıllar geçti. Artık büyümüş, ben de kardeşlerim de birer yetişkin olmuştuk. Babamın geçirdiği ağır bir ameliyat nedeniyle bütün çocukları baba ocağına dönmüştük. O günlerin birinde yine başında toplanmış, eski günleri yad ederken söz nasıl olduysa babamın çocukluğumuzda yaptığı İstanbul seyahatlerinden ve dönüşünde getirdiği hediyelerden açıldı. Babama ilk seyahatinden dönüşte neden bana hiçbir şey getirmediğini sordum. Babam gözlerinde yıllar önceki sevecenlik ve kederle “Mavi boncuklu kolyeyi kızlarım ortak kullanırlar düşüncesiyle almıştım. Senin onlardan çok küçük olduğunu ve ablalarının seni hediyeye ortak etmeyeceklerini hiç hesaba katmamışım. Kardeşlerini kıskanacağın, seni düşünmediğim, kardeşlerinden ayırdığım ve seni onlardan daha az sevdiğim fikrine kapılacağın da hiç aklıma gelmemişti.” dedi. 

Ah babacığım, keşke bu açıklamayı o zaman, daha ben küçücük bir kız çocuğuyken yapmış olsaydın. Her şey kim bilir ne kadar farklı olacaktı? 

 
Toplam blog
: 38
: 831
Kayıt tarihi
: 11.09.07
 
 

Hayatı gören, duyan, hisseden, koklayan, tadan, algılamaya, yorumlamaya, kendini geliştirmeye ve ..