Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ekim '08

 
Kategori
Öykü
 

Maviye sevdalı çınar IV (son)

Maviye sevdalı çınar IV (son)
 

Bitmeyecekmiş gibi gelen o birkaç gün bitip de uçakla o hiç sevmediği kara şehre, ama sevdiğine doğru yol alırken, ne yapacağına karar vermişti Sevda ve aldığı kararlarda, gri hücreleri sadece yüreğinin sesini dinlemişti. Kendisini Çınar'ına götüren uçak alana indiğinde ise gri hücrelerinin esamesi okunmuyordu.

Küçük çantasının dışında eşyası yoktu, valiz almayı beklemeden dışarı çıkmıştı ve o heyecanla yolcuları bekleyen kalabalığın arasından geçip gitti. Yoktu Çınar. Yani Sevda öyle sandı. Telefon açtı ve sevgilisinin "Hoş geldin." diyen sesini duymasıyla onu görmesi bir oldu. Gülümseyerek kendisine doğru gelen sevgilisini tanımıştı. "Ne kadar hızla geçtin, sana seslenemedim bile." diyordu telefonda Çınar. Ve hemen sonrasında da Sevda'sını kucaklamıştı. Sımsıkı sarıldılar birbirlerine, öpücükler kondurdular yüzlerine; sanki kaybedilmiş yılların özlemiyle. Ama ilk anda dudakları birbirine dokunur gibi oldu, çünkü Sevda biraz solaktı bu yüzden öpüşürken her seferinde, hangi yanağı öpeceği konusunda karşısındakini şaşırtırdı. Bu hoş yanlışlık sonrası, Çınar sevgilisinin elinden tuttu ve arabaya doğru yürüdüler.

Arabada da bırakmadı elini Çınar. Üstelik öyle bir tutuyordu ki, sanki bıraksa arabayı kullanamayacaktı. Çınar'ın, şehrin dışında yeşilliklerin içindeki o küçük evine vardılar sonunda ve içeri girip de kapıyı kapadıklarında, hiç konuşmadan sımsıkı sarıldılar birbirlerine, öylece kalakaldılar. Sonra usul usul saçlarını öptü Sevda'sının Çınar, Sevda ise kendini bu dokunuşlara bırakmışken, birden aklına gelmiş olmalı ki "Aç mısın?" dedi Çınar, kendisi sabah bir şeyler atıştırmıştı. Aç değildi Sevda da, uçakta kahvaltı yapmıştı; termos çayıyla da olsa. Çınar da sevmezdi termostaki çayı ya da sallama çayı. "Tamam canım, ben sana hemen çay demlerim." diyerek çaydanlığı ocağa koydu. Ve sonra itiraf etti ki o da sabah çay içmemişti, içmeyince de başı ağrıyordu ve Sevda elini yüzünü yıkayıp geldiğinde Çınar çayı demliyordu. Sevda arkasından sarıldı sevdiğine, başını sırtına dayadı. Çınar işini bitirince döndü ve sevdalısını kollarına aldı, sarıp sarmaladı, öptü... öptü... Ama bu kadarla kalmadı dokunuşları, sadece yürekleri değildi özlem dolu olan, sanki daha önce birlikte olmuş gibi tenleri de özlemişti birbirini ve sanki birbirlerinin devamı gibiydiler, hiç yadırgamadılar dokunuşlarını; öylesine doğal, öylesine insanca, öylesine sevgi doluydu sevişmeleri.

Kaç saat geçti bilinmez ama akıllarına ocaktaki çay geldiğinde, çaydanlığın içinde su kalmamıştı hatta garip sesler çıkartmaya başlamıştı. Güle oynaya yeniden demlediler çayı ve kahvaltı hazırladılar; ekmek kızarttılar, tere yağ sürüp, peynirle yerken bir yandan da o güzel kırmızı domateslere, yeşil zeytinlere neredeyse saldırdılar. Acıkmışlardı sanki. Ya da konuşmaktan korkarcasına, yemenin derdine düşmüşlerdi. Bir ara ördüğü atkı geldi aklına Sevda’nın, çıkardı hemen sevgilisinin boynuna doladı, biraz da kendisi dolandı, öptü, kokladı... Sevgilisi de ona uçuk mavi bir şal almıştı, o da onu sardı sevgilisine, sonra sarılıp kokladı. Bıraktılar her şeyi öylece, birbirlerini bırakmadan, koltuğa oturdular; sessizce... Sadece yüreklerinin sesini dinleyerek birbirlerine dokundular; yüzlerini öptüler usul usul, koklar gibi, ellerini öptüler ve... Ve artık konuşma vakti gelmişti. Sevda, elleri sevgilisin ellerinde, gözleri gözlerinde, yüreği yüreğinde, bütün gri hücreleri "gerçeği" öğrenmenin derdinde, "Dinliyorum." dedi.

Çınar'ın, işlerini yolu yordamıyla bırakmasına çok az kalmıştı ve ondan sonra büyük bir olasılıkla baharın başında köyüne gidecekti. Köyü şehir merkezine yakındı, bu yüzden son tedavi kürünü orada yaptırıp kalan zamanını yani kalan ömrünü köyünde geçirmek istediğini söyledi. Yıllardır hep işi nedeniyle bir türlü gidip yeterince kalamadığını köyüyle hasret gidermek ve oranın toprağına karışıp kalmak; dinlenmek istiyorum, demişti. Sadece duygusal nedenlerle değildi gidişi, yorulmuştu büyük şehirde, gücü kalmamıştı. Ve orda olursa sanki yetersizliğini daha az hissedecekti. Bunu sevgilisine anlatacak kadar da gerçekçiydi. Oradaki akrabaları anneden kalma evi derleyip toparlamışlardı. Eşyanın az olduğu, küçük bir evdi ve zaten Çınar'ın istediği de buydu. Evin işini yapacak birisi vardı, sadece gerektiği zaman kendisine de bakabilecek birini bulmaya kalmıştı iş. O zamana kadar sessizce sevgilisini dinleyen Sevda, sakin ama kararlı bir şekilde, "Buna gerek yok, ben seninle geliyorum." dedi. Bu kez Çınar onun kelimelerini kullandı; "Buna gerek yok."dedi. Sevda; "Senin için ne yapacağıma ancak ben karar veririm, demiştim. Bunu unutma olur mu sevgilim." dediğinde, birden sevgilisi ile göz göze geldi ve onun yüzünden yansıyan kendi çatık kaşlarının farkına varınca gülümsedi. Yüzüne gülümseyerek öpücükler kondurdu Çınar, "Benim adam sevgilim." diye sevdi onu, sarıp sarmaladı.. Ve "Canım, biliyorum, yalnız yaşıyorsun ama, bunu yapmaman gerekir, hastalığımın ciddiyetinin farkına var, bir süre sonra seni böyle sarıp sarmalayamam, öpemem bile. Ve benden sonra tekrar kendi hayatına devam etmen gerekecek, bu da senin için zor olabilir." derken, onu sanki içine katmak istercesine sımsıkı bağrına basmış, alnının köşesine öpücükler konduruyordu.

Sevgilisinden biraz uzaklaşıp, ellerini tuttu Sevda ve son derece sakin ama bir o kadar da kararlı konuşmaya başladı; ne de olsa sevgilinden öğrenmişti sözünü dinletmeyi. Ve aldığı kararları anlattığı konuşması bittiğinde Çınar’a sadece "Peki sevgilim." demek kalmıştı.

Sonra? Sonra, her dakikasında birbirlerine dokunarak geçirdiler günü; yooo, bütün gün boyu yatakta değillerdi; konuşurken yüreklerine dokundular birbirlerinin, çay bardağını ya da meyve tabağını uzatırken elleri dokundu birbirine. Otururken kâh kucağındaydı Sevdasının Çınar, saçlarını okşuyordu sevdiği, yüzüne öpücükler konduruyordu, kâh sevda kucağındaydı Çınar'ının sevdiği sımsıkı sarılıyordu. Ya da ayağa kalkmış bir şeyler yaparken; sofrayı toplarken, ellerini yıkarken… biri diğerine sarılarak yardım(!) ediyordu.

Yetmedi!.. Ne kadar dokunurlarsa dokunsunlar yetmedi zaman ama bitti. Uçağa binmek üzere ayrılmadan, öptü... öptü... Çınar sevdiğini, Sevda Çınarını ama yetmedi. Onsuz kalakaldığının az sonrasında çalan telefonun ekranı "seevgilim" yazıyordu. Çınar'ı "S" harfinin ilk başında olsun diye iki tane "ee" yi yan yana yazmıştı Sevda; onlar iki kişiydiler ne de olsa; Sevda ile Çınar. Yine arabasından arıyordu Çınar ve Sevda uçağa binmeden bilet kontrolü yapılması için sıraya girene kadar konuştular. Telefonu kapadıklarında, etrafta ne kadar çok sevgisiz insan olduğunu fark etti Sevda ve yüzündeki gülümsemeyi kendisine sakladı. Uçağa yürüyerek gittiklerine sevindi sonra, çünkü bu kez o sevgilisini aradı. En son, her zamanki gibi "seni seviyorum" diyerek kapadılar telefonlarını. Yerine oturduğunda, hemen Çınar'ın kendisi için aldığı adı mavi, kendisi mavi kitabın içine koyduğu, mavi zarfı aldı, heyecanla ama yırtmadan açtı zarfı; tırnak törpüsü ömrünün en güzel işini yapmıştı ve mavi kağıda, zarfın üzeri gibi siyah kalemle yazılmış o uzunnn mektubu okudu. Aşk mektubu olarak başlayan satırlar, gelecekte Çınar'ın hastalığının kendilerini, daha çok da Sevda'yı ne kadar etkileyebileceğini anlatarak sürmüştü. Sevda’nın yükünün daha çok olduğunu tekrar tekrar anlatmaya çalışmıştı Çınar, sevdiğine kıyamayarak. Ve "Daima senin" diyerek biten mektup Sevda’nın gözlerinde yaş olup usul usul yüreğine aktı. Yüreği dile geldi "Daima seninim" dedi. Uçak pistte yürümeye başlamıştı ama hiç umursamadı Sevda, hemen kapadığı telefonunu açıp "Seni seviyorum. Mektubunu okudum." diyen mesajını yolladı sevdiğine. Bir mesajla düşecek uçak havalanmasa daha iyi olurdu.

O çok sevdiği şehrine döner dönmez hemen gerekenleri yapmaya koyuldu. Okul idaresinden ve ikinci yarıyılda okuldan ayrılacağını öğrenen, o kendisini çok seven velilerden çok fazla yakınma geldi. "Nasıl olur da yıl ortasında çocuklar bırakılırdı? Şurada birkaç ay kalmıştı yılın bitmesine. Bu ne sorumsuzluktu?" Sevda sadece dinledi. "Çocuklarınızın önünde bir ömür var." diyemedi. Eşyalarını mahallelerindeki üniversite öğrencilerine bıraktı; onlar da sonradan gelen elektrik, su paralarını ödeyecekti. Ev nasılsa kiraydı. O ayın bitmesine on beş gün kalmış olsa da kirayı tam ödedi. Ve sadece bir bavul dolusu eşyasını alarak çıktı evinden, o hiç sevmediği kara şehre ama sevdiğinin yanına gitti. Son yolculuklarına birlikte çıkmak istemişlerdi. Çınar, Sevda havaalanına gelmeden yarım saat önce oradaydı. Bütün işlerini bitirdikten sonra, memleketine gittiğinde öksüz yeğenine bağışlayacağı evinde daha fazla kalmak istememişti.

Bu kez Sevda hemen gördü Çınar'ını, ilk kez görüşüyorlarmış gibi sımsıkı sarıldılar yine. Yine yüzlerini öptüler sevgiyle ve yine Sevdanın dudağı Çınar'ın dudaklarına dokundu, sağını solunu şaşırmaktan. Ve yine el ele yürüdüler. Sonra o kara şehri arkalarında bırakıp güneye doğru yola koyuldular. Zaman zaman Sevda kullandı arabayı. Araba kullanmayı bilmesi iyi olmuştu. Köyden şehre bir ay boyunca haftanın üç günü gidip tedavi olması gerekiyordu Çınar'ın ve sonrasında arabayı kullanacak gücünün olmayacağını biliyordu

Antalya’dan yarım saat sonra köye vardılar ve Çınar "işte şu ev" diyerek arabayı kullanan Sevda'yı yönlendirdiğinde gördüğüne inanamadı Sevda; koca bir çınar ağacının gölgesinde, beyaz badanalı, çerçeveleri mavi, bir zamanlar kırmızı olduğunu anımsatan kiremitleriyle küçük bir köy evi vardı karşısında. Çınar, Sevda'nın kendisiyle geleceği belli olunca, hemen köydeki dayısını aramış ve evi boyamalarını istemişti. Bugüne kadar evle ilgili her şeyi onlara bırakan Çınar'ın bu isteği onları hem şaşırtmış, hem sevindirmişti. Hele bunun nedeninin "Sevda" olduğunu öğrendiklerinde daha da şaşırmış ama bir o kadar da sevinmişlerdi. Ve seve seve, yeşil olan çerçeveleri, kapıları maviye boyamışlardı. Duvarlar temiz de olsa Çınar tekrar boyanmasında ısrar edince, ona da hayır dememişlerdi. Boya kokusu çıksın diye de her gün havalandırmışlardı evi. Çınar'ın o gün geleceğini bildikleri için evin kapısını açık bırakmışlardı. Köy yerinde bir şey olmazdı, hava kararmaya yüz tutsa da. İçeri girdiler; el ele; küçük bir bahçeye açıldı kapı. Evin kapısı ise, ortasında kuzine soba kurulu küçük bir odaya açılıyordu. Sol taraftaki odada eskiden kalma pirinç başlıklı bir karyola vardı. Yöresel dokumadan örtüsüyle, kanaviçeli eteğiyle geçmişe götürdü Sevda'yı; anneannesinin sağ olduğu yıllara... Sağ tarafta da yerdeki ocağıyla küçük bir mutfak vardı. Ocağın üzerindeki minik raftaki kavanozlar çarptı hemen gözüne Sevda'nın, hani içinde şeker, tuz gibi şeyler olan... Ve ocağın içindeki mavi çini çaydanlık. Yüreği titredi, sarıldı sevgilisine, sevgilisi de ona sarıldı; yüzünü avuçlarının arasına aldı, öptü... öptü... "Canımmm, üşümüşsün sen." diyen Çınar, hemen ocakta yakılmak üzere hazırlanmış odunları tutuşturdu ki bahçe kapısının açıldığını duydular. Ve ondan sonra ancak gece yarısı baş başa kalabildiler çünkü arabayı gören gelmişti de, en sonunda dayı akıl edebilmişti Çınar'ın dinlenmesi gerektiğini. Bu arada bir tepsi içinde gelen yemeği de o kalabalıkta biraz zor da olsa yediler; çok acıkmışlardı. Sevda için biraz daha zor oldu; hiç kimseyi tanımıyordu, herkesin bakışı üzerindeydi sanki ve herkes ona "gelin hanım" diyordu. Adım "Sevda" demeye çalıştı bir kaç kez, sonra vazgeçti; Çınar'ın akrabaları onu "gelin" olarak benimsemişti; bundan güzel bir şey olabilir miydi? Yalnız kaldıklarında Çınar’ını yatağa yatırdı, üzerini örttü sıkı sıkı, yüzüne öpücükler kondurdu ve işe koyuldu. Yani koyulamadı, Çınar yalnız yatmak istemedi ve gelinini koynuna alıp ancak ondan sonra mışıl mışıl uyudu. Sevda? Uyuyamadı hemen, sevgilisinin o güzel yüzünü seyretti gözleri karanlığa alışınca, uyandırmaktan korkarak usulca öpücükler kondurdu yüzüne, sonra uyuyakaldı.

Uyandığında, Çınar çoktan kalkmış ve kuzine sobasını yakmıştı. Yok, kendiliğinden uyanmadı, Çınar'ın "Gelin Hanım, burada erinden sonra kalkan kadını boşarlar." diyen sevgi dolu ve gülümseyen sesine, yüzüne kondurulan öpücüklere uyandı. Kollarını sevdiğinin boynuna doladı, yüzünü öptü, öptü... Çınar'ı da onu öptü. Ve tedavinin Çınar'ı halsiz bıraktığı son ana kadar güne hep böyle başladılar. Sonrasında da her anı birlikte paylaştılar. Yalnız olmadıklarında da birbirlerine sarılmayı, dokunmayı özlediler. Köyün içinde yürüyüşler yaptılar; el ele... Yalnız köyün çocukları değil, neredeyse bütün köylüler, onları böyle gördükçe önce şaşırdılar, sonra alıştılar ve onlar üzerine inanılmaz sevda masalları anlattılar.

Köye gelişlerinin tam ellinci gününün akşamıydı, Çınar "Kendimi iyi hissediyorum, yarın gidebiliriz." dedi. O gece, bir kenara sakladıkları kırmızı şaraplarını çıkardılar, kuzine evi ısıtıyor olsa da, mutfaktaki ocağı yakıp önüne oturdular. Ve usul usul birbirlerine dokundular; kelimeleriyle, elleriyle, yürekleriyle... Yatağa uzandıklarında sımsıkı sarıldılar ve bu kez tenleriyle dokundular birbirlerine… sonrasında derin bir uykuya daldılar... Köye geldiklerinin tam elli birinci gününün sabahına; masmavi bir mayıs gününe uyandıklarında, yine kuzinenin üzerinde mavi çini çaydanlıkta demledi çayı Sevda, yine ekmek kızarttı, tere yağ sürdüler ekmeklerine ama bu kez umarsızca, bolca sürdüler, taze peynirle bir güzel yediler. Yanında simsiyah zeytinler. Sonra her şeyi öylece bırakıp, sıkıca giyindiler, Çınar'ın boynunda Selanik örgüsü bordo atkısı, Sevda'nın uçuk mavi şalı vardı. Sabahın erkeninde köyün çınarlarını geride bırakıp, yaylaya doğru yola koyuldular. Sevda, "Radyoyu açsana sevgilim hadi ilk çıkan şarkı bizim olsun." dedi. Ve Sevdalı Çınar için yanık bir türkü çıktı:

Etek sarı sen etekten sarısan / Kurban olam Beydağı’nın karısan karısan / Sordum sual ettim kimin yarısan / Ben demeden dolu gibi dökiii/ Bir köynek yaptırdım kolu düğmeli/ İnsan kaderine boyun eğmeli / Soyna gönül çirkine bel bağlama / Sevdiğim kız Arguvan'a değmeli

Birbirlerine baktılar gülümseyerek; "Seni seviyorum" "Seni seviyorum" dediler ve kaderlerine boyun eğmeyerek yollarına devam ettiler. Arabanın gidebileceği en son noktaya kadar gittiler. Arabadan indiklerinde, keçilerini güden, soğuktan yanakları kızarmış küçük çoban merakla karşıladı onları. Biraz sohbet ettiler. Yeni yavrulamış keçiyi ve oğlağını okşadılar. Çoban onlara çıkınındaki bazlamasıyla peynirinden verdi, onlarsa çobana gülümsemelerini ve arabanın anahtarını bıraktılar; "Döndüğümüzde burda olmazsan, bu anahtarı muhtara götür, sakın başkasına verme mutlaka sen götür." diye de sıkı sıkı tembihlediler. Çünkü Çınar geride; "Arabanın anahtarını kim getirirse, araba onundur." yazan bir mektup bırakmıştı . O küçük çoban arkalarından "Dikkat edin, dağda ayı varrr." diye bağırdı. Duymadılar… Ve yavaş yavaş gözden kayboldular.

Yürümeye başladıklarında onları laleler karşıladı; kımızı laleler. Hemen oturup dinlendiler. Sonra doğanın o muhteşem renklerini; yeşilin her tonuna yakışan kırmızıları, beyazları, sarıları, morları, ille de mavileri yaşayarak, her rengi bahane edip, her renge bulaşarak, her renge kendilerini katarak yollarına devam ettiler. Ve geri dönmediler.

Rivayet odur ki, o gün iki sevgili göğün mavisine karıştı ve derin mavilerde yıldız oldular. Ve o günden sonra, bulutsuz günlerde, o tepenin hemen sol tarafında, tam da göğün mavisiyle, yerin yeşilinin birleştiği çizgide; ufukta, ebediyete kadar yan yana parladılar. Ama hiç kimse o yıldızların hangisi Çınar hangisi Sevda bilemedi. Sadece ne zaman bu iki yıldızı görseler sevgililerin birbirlerine "seni seviyorum" diye fısıldadıklarını duydular.

Yazarın itirafı: İki sevgilinin, kaderlerine boyun eğmediklerini vurgulamak adına, onlar için radyoda bir Malatya türküsü çıksa da, sevgililerin “esas şarkısı” Orhan Gencebay’ın bir şarkısıydı: “Bir meçhul âleme giderken dünya/ Belki bir gerçeğiz belki de rüya/ Seni buldum ya seni buldum ya/ Olsak da hem gerçek hem rüya/ Aşk mıdır bu bilemiyorum/ Sanki sensiz yaşamıyorum/ Sevdim ama diyemiyorum / Sensiz olamıyorum/ Dünyaya yeniden gelmiş gibiyim/ Dünyamı aşkına vermiş biriyim/ Sevince bir başka oluyor insan/ Bir ömrü bir anda tatmış gibiyim/ Aşk mıdır bu bilemiyorum/ Sanki sensiz yaşamıyorum/Sevdim ama diyemiyorum/ Sensiz olamıyorum”

I. Bölüm : http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=134816
II. Bölüm: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=137440
III. Bölüm:http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=138594

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..