Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Nisan '19

 
Kategori
Felsefe
 

Mayalar Yanıldı mı?

Kıyamet kelime anlamı olarak "kıyam" kökünden gelir. Kıyam; uyanmak, ayağa kalkmak demektir. Uyanış ve ayağa kalkışta kast edilen, ruhsal bir farkındalığa ulaşmaktır. Eğer kelimenin kök anlamına dair bir gerçeklik oluşmuyorsa işte o zaman kıyamet kaçınılmaz olur.

Günümüzden üç bin yıl önceye dayandırılan Mayalar, astronomi ile yakından ilgilenmiş, göksel konulara dair verdikleri bilgiler bilime kaynaklık etmiş, matematikte ileri düzeyde olan bu uygarlık günümüzde de gizemini hala korumaktadır. Arkeologların araştırmalarında ortaya çıkardıkları kalıntılar ve kalıntılar üzerinden geleceği işaret eden deşifrasyonların bazıları kamuoyuna yansımıştır.  İşte bu bulgulardan biri de Kral Pakal’ın yeraltı mezarıdır. Meksikalı arkeolog  Alberto Ruz Lhuillier tarafından 1948’de keşfedilen Pacal’ın lahiti bir sır perdesini açığa çıkarmıştı. Bu lahitin deşifrasyonu: 4 AHAHU 3 KANKİN idi! Yani tamı tamına 21 Aralık 2012 tarihini işaret ediyordu. Yani Maya takvimine göre bir çağın sonuydu. Çeşitli yorumlamalara sebep olan Maya takvimi kimilerine göre kıyamet günüydü. Hollywood filmlerinde bu dönem uzaylı istilası, büyük afetler, depremler, tsunami gibi dünyayı yerle bir edecek kadar büyük çapta felaketleri konu alan filmlerle anlatıldı. Bu söylemler farklı kutsal dinlerde insanlığın sonunun kıyametle son bulacağı düşüncesinin farklı bir versiyonuydu.

Yoksa 2012 bir çağın bitip yeni bir çağın başlangıcı mıydı?

İnsanoğlu hep varlığının nedenlerini sorgulamış, tabiata bakarak kendi varlığından izler aramıştır. Yerkürede canlılığını sürdüren ve bir süre sonra yok olan birçok tür olduğuna göre acaba insanoğlu da tıpkı bu türler gibi bir gün yeryüzünden yok olacak mıydı? Bu mümkün olabilir miydi?

Yeryüzündeki varlığını üç buçuk milyon yıl önceye dayandıran insan daha önce yeryüzündeki fiziki varlığını kanıtlayamıyorsa buna bakarak bir gün bu yerkürede olmayabileceğimizi de düşündürmektedir. Dünyanın ve canlıların geçirdiği evrelere ait bu bilgiler hücre hafızamızda yer almaktadır. O nedenle kıyamet denilen bilgiye aslında hiçbir canlı yabancı değildir.

Evren hep bir döngüyü işaret eder. Yeni bir başlangıç ve tekrar bir başlangıç ve hep yeniden bir başlangıçla devam eder.. Bizim son diye tanımladığımız şey aslında yeni bir başlangıcın habercisidir. Önemli olan ise yeni bir başlangıca hazır olup olmadığımızdır.

Spirütüalistlerin Hayal Kırıklığı Şirince Olayı
ve Mayaların Kehanetinin görünmeyen yüzü..

Mayalar’ın 2012 kehanetinde bir sondan, bir kıyametten bahsediliyordu. Oysa kıyamette dair bu beklentimiz söylenen tarihte gerçekleşmedi.  Böyle görünse de kıyam(et) aslında gerçekleşti!  Her şeyde olduğu gibi burada da nerden baktığımız ve ne kadar görebildiğimizle ilgili.

Kıyamet kelime anlamı olarak “kıyam” kökünden gelir. Kıyam; uyanmak, ayağa kalkmak demektir. Uyanış ve ayağa kalkışta kast edilen, ruhsal bir farkındalığa ulaşmaktır. Eğer kelimenin kök anlamına dair bir gerçeklik oluşmuyorsa işte o zaman kıyamet kaçınılmaz olur. Yani kıyamet iki anlama gelir. Biri diriliş, diğeri yok oluş.. İki anlamda da bir son ve bir başlangıç söz konusudur.

ASLINDA KIYAMET KOPTU!

Kelimede verilmek istenen mesajın ne kadar doğru anlaşılıp anlaşılmadığı sorgulamaya açık ve öylece beklemektedir. Spiritüalistlerin Şirince’de hazırlandıkları gibi bir sonun olmadığını yaşamaları, sessiz ve derinden bir hayal kırıklığı yaratmış olsa da, aslında kıyamet kopmuştur! Dikkate alınması gereken en önemli şey olaylara şekil itibariyle bakma hatasına düşmeyip yaşadığımız gerçekliği anlama ve farkındalığın ne kadar büyük bir kıyam (uyanış) olduğunu  anlama bilincidir.

BASININ ROLÜ

Pekiyi, Şirince’de yaşanan bu sessiz hayal kırıklığı neden oluştu?

Basın bu noktada habercilik gücünü kullanarak insanların merak duygusunu tetikleyecek haberler yaptı ve  tirajlarını artırarak ilgiyi bu haber üzerinden kendi üzerine çekmeyi başardı. İnsanların merak duyguları körüklendi. Medya günlerce aylarca bu konuyu ele aldı. Yaklaşan kehanet hakkında merakları kışkırtıcı spekülatif haberler yapıldı. Olayın gerçekleşmesi beklenmeyecek birkaç yerden biri de Şirince’ydi.  Mayalar’ın kehaneti Şirince’de gerçekleşemeyecekti ve dolayısıyla gözler  Şirince’de olacaktı. İnsanlar aylar öncesinden Şirince’de yerlerini ayırtmış meditasyon, konsantrasyon çalışmalarıyla ve bütün ruhsal donanımlarıyla orada kurtuluş gününü ve kıyameti karşılamak için akın etmişti. Beklenen gün gelmiş, nefesler tutulmuştu. Saatler ilerledikçe hiçbir şey olmuyordu!

Acaba, Mayalar mı yanılmıştı? Yoksa insanlar mı yanıltılmıştı?

Basın yayın organları konuyu ciddiye(!) almıştı ama “amaç üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek miydi”? Bunu yapma sebebi ne olabilirdi?

GÜCÜ DIŞARIDA ARAMAK

Sistem insanoğlunun manevi ihtiyaçlarından biri olan doğaya ve Yaratıcı’sına bağlılığını pek de istemez, fakat ister gibi görünür. Neden biliyor musunuz? Çünkü manevi duygular aslında insanın en güçlü yanıdır. Bunu zayıflattığınızda insan, gücü kendi içinde aramaz. Dışarıdan kendisine sunulan güce sığınmak zorunda kalır. İşte, Şirince olayı tam da bu algı operasyonunun stratejik bir parçasıydı. İnancın yerle bir edildiği, hatta “bakın kıyamet kopmadı!” derken adeta inançla alay ediliyordu. Böylece dünyada kötülüklerin, değersizliğin, tükenmişliğin, köleliğin, hırsın sinsice devam ettirilmesinin bir maskesi oldu. Sistem; senin inancın yanlış, benim söylediklerim doğru mesajını dolaylı yoldan da olsa vermeyi başarmıştı. Ve kimse “gık!” diyememişti.

Oysa kıyamet gerçekten de kopmuştu. O günden bugüne ve her gün bunu yaşamıyor muyuz? Küresel ısınma, ekolojik bozulmalar, nükleer tehdit, çevre kirliliği, kaynakların tükenmesi, tabiatın insan tarafından neredeyse istilası bir kıyamet değil midir? Medeniyet adını verdiğimiz canavarın doymak bilmez arzularının tutsağı değil miyiz? Tüketirken tükeniyoruz. Oysa bütün bunlara rağmen akışın içinde yok olmadan uyanmalı ve kendimizi yepyeni bir çağa hazırlamalıyız.

Maya takvimi ve diğer kutsal metinler bizlere bir dönemin sona erip yeni bir dönemin başlayacağını işaret etmekteydiler. Maddeye hükmetmenin, ruhun kurtuluşu için yeterli olmadığını yaşıyoruz. Bizi ne pahalı arabalarımız, ne pahalı eşyalarımız, ne de mülklerimiz kurtarmaya yetmeyecek. Çünkü onların hiçbiri bize ait değil. Bize ait olan şey sadece ruhumuzdur. Ve farklı boyutlara yalnızca onun rehberliğiyle gidebileceğiz. Bize rehberlik eden şey ise bu dünyada edindiğimiz deneyimlerdir. İşte öte âleme götüreceğimiz tek gerçeğimiz, bilgiyi hangi ölçüde açığa çıkardığımıza dair gerçekliğimizdir. İnsanın en zor anları, kendisiyle ruhu arasındaki farkındalığı yaratma süreçleridir. Kıyam ve kıyamet bu süreçleri kapsamaktadır.

İnsanoğlu kendi ruhunda var olan bilgiyi kavrayarak Yaratıcı’sıyla buluşma arzusundadır. İşte insanoğlunun bu isteğiyle dünyasal sistem arasında  anlaşmazlık olabilmektedir.

Gezegenimiz var olduğundan bugüne değişik aşamalardan geçmiş, büyük felaketleri yaşamış ve yaşayacaktır da! Nasıl ki günümüzden 65 milyon yıl önce anakarada yaşayan dinozorlar ortadan kaybolmuşsa bundan sonraki süreçte de değişik kayıplar olabilecektir. Bütün bu bilgiler insanoğlunun kolektif alt belleğinde mevcut olan bilgilerdir. Dünya kendi sürecini işletirken onun üzerinde yaşayan canlılar da kendi süreçlerini yaşamaktadır. Burada önemli olan somut varlığımızla soyut varlığımız arasındaki bağı koparmadan değerlendirebilmektir. Yani “hiçbir şeyin yoktan var, vardan da yok olmadığı” gerçeğini hatırlamaktır.

Kıyamet koptu!.. Mayalar yanılmıyordu!.. Şirince’ye koşanlar da yanılmadılar (!) Belki de, zihnin gerçekliğinde bedenlere ihtiyaç duymadığımız bir bilince uyanışın başlangıcındayız.

Sonuçta hepimiz inandığımız ve anladığımız kadarıyla gerçekliği yaşıyoruz ve yaşayacağız.

 
Toplam blog
: 17
: 375
Kayıt tarihi
: 11.11.16
 
 

"Yazmak benim için hayatı anlama çabasıdır" diyen Araştırmacı Yazar ve Sosyolog Nimet Erenler Gül..