Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '11

 
Kategori
Blog
 

MB Beta’ya geçişin nedenleri üzerine düşünceler...

MB Beta’ya geçişin nedenleri üzerine düşünceler...
 

Yoksa en iyisi karakalem ve fırçalar mı?


Yeni MB Beta sürümünün geri dönüşsüz konumuyla yayına girmesi karşısında ilk izlenim olarak kendimi sanki yabancı diyarlarda, yabancı bir evde gibi hissetmiştim. Sabah, çıkarken her şeyiyle bildiğim halde bıraktığım evim akşam girdiğimde sanki yabancı, başka birine ait bir ev gibiydi ve karman çorman! Bir deneme bloğu yazayım dedim, parmaklarım geri geri gitti yazamadım. Ve bu duygu-düşünce hali bende hala hâkim. Çünkü üç hafta boyunca seyir defteri -aktif yazan üyelerin (*) büyük bir çoğunluğunun- MB Beta'ya yönelik itirazlarıyla doldu taştı. Ama sonuç maalesef değişmedi. Ben en azından ertelenir ya da geri çekilir diye umuyordum. Bu da beni önce kırdı ve ardından da doğal olarak düşündürdü.

Bu tartışma sürecinde dikkati çeken önemli bir şey de kendini gösterdi. O da, "teknoloji"nin -dünyada ve Türkiye'de- hakim kılınmaya çalışılan görüşler doğrultusunda ideolojileştirilme çabasıydı. Dikkatli bir izlenimle MB Beta'yı benimseyenler yenilikçi, açık fikirli, hoş görülü ve değişimci diğerleri ise gerici, dar görüşlü, hoşgörüsüz ve tutucu olarak algılatılmak istendi.

Yazılar çoğu kez sonuna kadar okunmuyor (nedenleri aşağıda yer almakta). O nedenle iki gün boyu düşünerek ulaştığım sonucu baştan söyleyeyim. Görselliğin abartılarak tavana vurduğu, görünmenin yegane var oluş biçimi olarak dayatıldığı, insanların da ürünler gibi "markalaşmaya yüz tuttuğu" bir dönem yaşıyoruz maalesef. Bu format ve yaklaşımlar çoğunlukla (kullanmasam da görüyorum) Facebook-Tweetter-IPhone tabanlı kışkırtılan alışkanlıklar.  Görünen o ki; MB (1)’e göre şu anki haliyle bünyesinde barındırdığı bazı yetersizliklere, zaaflara ve deneyimli, usta, üretken bloggerların dirençlerine karşın "Facebook", "IPhone" benzeri (Örn. “şu an ne yapmakta”) yeni bir formatta ısrarın nedeni, onları kullanan daha genç bir neslin alışkanlıkları ve tüketim kalıpları ile buraya yönlendirilmelerinin sağlanması olsa gerek!

Daha da açımlamak gerekirse… Tümüyle ürün tanıtacak (Bilumum fuar, organizasyon ve etkinliğin) toplumsal olandan çok bireysel olanın, üretim ve tasarruftan çok tüketim odaklı olanın, emekten çok estetik olanın, orta-uzun vadeliden çok kısa vadeli olanın, analize ve kaynakçaya dayalı bilgiden çok kısacık  malumatlara dayalı olanın, yazılı olandan çok görsel olanın izinde olan bir nesil cari tüketim alışkanlıklarıyla buraya yönlendirilmek (devşirilmek) isteniyor olsa gerek...  

Oysa, daha çok;

" Basit yaşayacaksın / Mesela susayınca su içecek kadar basit / Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında / Tek düğmesi olacak elindeki cihazın; / tek bir düğme, tek bir cümle gibi…" ("Düş hekimi " Yalçın Ergir’ın“ Basit yaşayacaksın “ başlıklı şiirinden) diyen bizler…

MB(1)'in yükünün neredeyse yarısından fazlasını çekmiş olsak da, burada fazla geleneksel, derinlikli, sorumlu olduğumuz ve bilinçli tüketim yapan bir sınıfı temsil ettiğimiz için MB (2)'deki varlık ve önemimizin artık eski anlam boyutunda olmadığını hissettirmek istiyor olabilirler. Nazikçe, saygı duyarak, kibarca ve belki de yürekleri burkularak...

Bilindiği üzere “kitlesel üretim“de, Batı kaynaklı bir gelişmedir. Bu oluşumu daha da iyi anlayabilmek için zamanımızı kısaca bir yüzyıl kadar geriye götürelim. Süreç ana izlek itibariyle şu şekildedir; önce petrol kullanımı yaygınlaşıyor, üretimde otomasyon, montaj bandı devreye giriyor. Bunun sonucunda üretimde ölçekler katlanarak artıyor, maliyetler ve fiyatlar da hiç düşünülmediği ölçüde aşağı iniyor ve talep de patlıyor. Patlayan bu talep üretimi artırıyor ama krizlerin yol açtığı ani talep daralmaları arz fazlalıklarına neden oluyor! Bu arz fazlalıklarının her ne şekilde olursa olsun acilen eritilmesi gereği ortaya çıkıyor!

Bu arada insanlık, özellikle son yarım yüzyıl içinde satın alma kararları ile ihtiyaçların karşılanması arasında "akılcı" olması gereken ilişki tamamen kopartılarak “Hedef Kitle” olarak görülüyor. “Yurttaş, hasta, öğrenci, yazar, okur vb.” yerine “müşteri” sıfatı daha ön plana çıkıyor. Böylece gelişmiş ve refah düzeyi yüksek önemli bir kesim, ihtiyacının çok üzerinde bir tüketim düzeyine yönlendiriliyor. Bunun için kullanılan en büyük ve en etkili aktör konumunda ise yazılı ve görsel medya yer almakta.(1)

Medya organlarında (internet siteleri de dâhil) boy gösteren renkli, çekici ve tematik reklâmlar, geniş kitlelere örnek gösterilen yapay ünlüler, tüm insanlığı aynı noktada, “Tüketim odaklı bir yaşam tarzı "nda birleştirdi. Renkler, çizgiler, etkili logolar ve kışkırtıcı sloganlarla sanki tüketimin bir tür “ Empresyonist İllüzyon Çağı “ndayız.(2

Medya organlarının materyallerinde ‘tasarımın güçlülüğü’, ‘çağdaşlığı’, ‘dinamikliği’, ‘güçlü teknik altyapı’ vb. şık sıfatlarla ifade edilen şey aslında daha çok hep bu “illüzyona” uygun platformlar oluşturma çabası şeklinde tezahürler olarak göze çarpmakta...

Tüketimin aşırı egemenliği, serbest piyasa ekonomisi içinde küreselleşen ve enformatik bir devrim yaşayan bir dünyada oluşan, çağımız kültürünün önemli bir boyutudur. Fakat bu durum sadece bugünün olayı da değildir. Tarihte çeşitli dönemlerde, çeşitli toplumlarda yaşanmış ve mahzurları görülerek terk edilmiş bir deneyimdir! Örneğin, aşırı ve gösteriş unsuru tüketim olgusu İngiltere’de Viktorya döneminde yaşanmıştır. Ayrıca, 19. yy. Almanya’sında romantizm akımı içinde de bu konuya dikkat çekilmiştir. Hatta hepimizin bildiği bir şekilde, Osmanlılarda Lale Devrindeki hazcılığa dayalı yaşam biçimi ve tüketim sembolleri, o dönemlere ait tüketim kültürü hakkında bize önemli ve benzer ipuçları vermektedir.

Küreselleşme ve Yeni Dünya Düzeni'nin zıtlıklarından, çelişkilerinden ve sonu gelmeyen krizlerden oluşan 21. yüzyıl ekonomisinin hızlı değişen yapısını ve çoğulcu kültürünü açıklamaya çalışan, dünyanın önemli pazarlama ve marka uzmanlarından biri olan Jay Pattisall'a göre, hızlanmış bir kültür içinde yaşıyoruz. Bu kültür, sadece internet ve iletişimde değil, yaşamın her alanında kendini hissettiriyor. Latince" E Pluribus Unum" (çokluktan birliğe) deyiminin , " E Una Pluribu " (birlikten çokluğ) dönüşmesine yaşantılarımızda tanık oluyoruz diyor J. Patrisall. Çok değişik yaşam biçimlerinin ve kültürün bir arada bulunabilmesinin olanaklı olması bu oluşumun bir sonucudur denilebilir.

Tek tipleşmenin aksine, çeşitlenmiş ve farklılaşmış teknolojilerin ve onlara dayalı yaşam biçimlerinin, yaratılan yaşam anlamları (ki en önemlisi maalesef "tüketim"dir) etrafında bir arada bulunabilmesi artık zenginlik olarak görülmektedir.

İşletme ve yönetim alanındaki önemli düşünürlerden Jay Ogilvy'e göreyse; günümüzün düşünce ve yaşam tarzında 'ya o, ya da bu' değil, 'hem o, hem de bu' şeklindeki sentez egemen olmaktadır. Birbirlerine zıt, çelişkili ya da alternatif gibi görünenlerin 'aynı anda' ve 'bir arada' olabileceğinin fark edilmesi görüşü ve eğilimi dünyada hâkim olma sürecindedir. Bu durumun oluşmasında hiç şüphesiz ki son çeyrek yüzyıla damgasını vuran “post-modern düşünce yapısı“ ve ikliminin de büyük katkısı vardır.(3)

"Hızlandırılmış kültür" ne kadar gelişkin ve işlevsel olursa olsun aynı format-sürüm ve modellerde uzun süre kalınmasını yadırgayan, hor gören bir kültürdür.

Diğer yandan sayıları her geçen gün çığ gibi artan ve adeta "I-Slave"(I-Köle)'liğe dönüşen “Facebook”, “IPhone”,"IPod" kullanıcılarının cari beğeni ve tüketim alışkanlıklarıyla marka değeri son derece yüksek olan, gözde ve popüler bir internet sitesine format-sürüm değişimiyle yönlendirilmeye çalışılmaları işte tam da bu  'aynı anda' ve 'bir arada', 'hem o, hem de bu' (‘Facebook-IPohne-Tweetter- MB-2) ol(un)abileceğinin fark edilmesi görüşü ve eğiliminin doğal bir yansımasıdır kanımca... Bakın artık her bloğumuzun yorumlar kısmının altında ne yazıyor? "Facebook hesabınızla yorum yapın, daha çabuk onaylansın" """""""

Çünkü yeni küresel eğilimler, ticari direktifler bu yönde kanımca... "That is the master of the game" (Oyunun kuralı bu) diyerek...

Ben konunun soğukkanlı bir şekilde ve bu açıdan ele alınarak değerlendirilmesi, olası tercihlerin de bu değerlendirme doğrultusunda yapılmasından yanayım.

Ya sizce?

İ.Ersin KABAOĞLU,

15 Eylül 2011, Ankara

Kaynakça:

(*) Aktif üye derken: 7000 Bloger rakamı bir iz değeridir. Bunun ele-avuca geleni tahmini 280-300 kişi civarındadır. Tutkun, çekirdek, dirençli ve aktif bloger (En az haftada bir yazan) sayısı ise taş çatlasın 130-150 kişi dolayındadır. O nedenle bayan bir blogerımıza ait "Aynı şeyler yazıp çizen 20-25 kişinin isyanı" küçümsemesi son derece haksızdır.

(1) Dr. Veli Sırım, “ Kendini Tüketme. Sade Yaşa Mutlu Ol!”, Nesil yayınları, Haziran 2007.

(2) Ecmel Ayral, " Organizasyonel pazarlama ", Milliyet İK, 18 / 05 / 2008, s.4

(3) http://blog.milliyet.com.tr/tuketimin-ince-felsefesi/Blog/?BlogNo=112500

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..